
Kader Bizi Seçti
Max büyürken en iyi arkadaşımdı! Minnesota’dan gelip New York'taki dünyama mükemmel bir şekilde uyum sağlayan tuhaf yeni çocuk... Zaman içinde arkadaşlık daha derin bir bağa dönüştü. Ama biz bunun ne anlama geldiğini çözemeden ailemle Florida'ya taşındık. aradan on dört yıl geçti, hayat onu kalbimden silmek için elinden geleni yaptı. Ta ki beklenmedik bir şekilde bir gün hayatıma tekrar girene kadar... O artık bir zamanlar tanıdığım utangaç çocuk değidi. Çalıştığım şirketin kendinden emin, çekici ve milyarder CEO'su olmuştu.
Emma ve Max çocukken birbirlerinden ayrılamazlardı ama sonra bir gün hayat onları ayırdı. Ayrılmadan hemen önce aralarındaki bağ daha derin bir anlam kazanmıştı. On dört yıl sonra Max, artık hatırladığı utangaç çocuk değil, kendine güvenen, bir milyarder CEO ve yeni patronu olarak Emma'nın hayatına yeniden girer. Emma bir yandan kalbini korumaya çalışırken bir yandan da işleri profesyonelce yürütmek için mücadele eder. Ancak Max bir zamanlar aralarında kıvılcımlanan duyguları yeniden canlandırmaya kararlıdır. Tam eski duygular yeniden su yüzüne çıkarken, geçmişlerinin hayaletleri onları yeniden ayırmakla tehdit eder. Hikâyelerini yeniden yazabilecekler mi, yoksa dünün hataları onları birlikte bir gelecekten mahrum mu bırakacak?
Bölüm 1
EMMA
Elimde, sıcak nane aromalı kahvemle, “Kazan tamamen mi bozuldu?” diye sordum. Vitrinlere bakan turistlerin arasından geçiyordum. New York’un her yanı yılbaşı süsleriyle donatılmıştı ama içim rahat değildi. Yağan yağmurdan ve soğuktan korunmak için bir saçağın altına sığınmış hâlde telefonla konuşuyordum.
“Ev sahibi tamir etmenin günler sürebileceğini söylüyor,” dedi Chloe. “Çocuklar dün gece toplantı sırasında montlarıyla oturmak zorunda kaldılar. Bu eski binanın binbir derdi var. Küçük ısıtıcılar kullanıyorum ama daha fazla uzatma kablosuna ihtiyacımız var. Sosyal medyadan yardım çağrısı yaptım.”
“Bina yöneticilerini aradın mı?”
“Pek işe yaramadı. Yakında birini göndereceklerini söylediler ama tatil sezonu olduğu için ne zaman gelecekleri meçhul.” Chloe'nin sesinden yorgunluğunu anlayabiliyordum. “Bu akşam ödev desteği için yirmi çocuk gelecek ve her yer buz gibi.”
“Acil durum hattını arayacağım,” dedim yağmurun altında karşıdan karşıya geçerken. “Belki işleri biraz hızlandırabilirim.”
“İyi fikir,” dedi Chloe. Üniversiteden beri en iyi arkadaşımdı. Yardım kuruluşunu birlikte kurmuştuk. “Çocuklar bu soğukta çalışamaz.”
“Dikkat et!” diye bağırdı biri. “Önüne baksana!”
Telefondan başımı kaldırıp, “Özür dilerim,” diye mırıldanırken büyük ofis binamın yakınındaki kaldırımda duran sinirli adama baktım. Homurdansa da yoluna devam ediyordu. New York'ta tatil sezonunda bu kadarı normal sayılırdı.
Derin bir nefes alıp son birkaç yıldır çalıştığım koca metal binaya baktım. Yılbaşı için zemin kat pencerelerinde ışıklarla süsler vardı.
Dışarıdan güzel görünüyordu ama içeride işler eğlenceden uzak, sadece iş odaklıydı. Birçok banka, teknoloji şirketi ve mağazanın ofisleri buradaydı.
New York'un göbeğinde çalışmayı seviyordum ama küçük daireme oldukça uzak sayılırdı. Ayrıca yönettiğim yardım kuruluşu da şehrin başka bir bölgesindeydi.
İçeri girmeden önce telefonuma baktım. Chloe’nin yeterli paramız olmadığını ve ocak ayında kira ödeyemeyebileceğimizi söyleyen bir e-posta gönderdiğini gördüm.
Son zamanlarda yardım kuruluşumuzla ilgili işler yolunda gitmiyordu. Başımı sallarken tıpkı hayatım gibi olduğunu düşündüm.
Kapıyı açıp içeri girdim. Paltomdan yağmur damlaları süzülüyordu. Asansöre binip çalıştığım kat olan onuncu katın düğmesine bastım. Asansör ağır ağır yükseliyordu. Kapılar açıldığında iş arkadaşım Liv sanki geldiğimi biliyor gibi, beni bekliyordu.
Liv kısık sesle, “Yine geç kaldın,” dedi. O esnada birlikte Green Festive Co.'nun kalabalık ofisine giriyorduk.
Şaşırtıcı değildi, haklıydı. Yine geç kalmıştım.
Bunun sık olmadığını söylemek isterdim ama bu doğru olmazdı. Geç saatlere kadar çalışmak, aşırı stres ve sürekli yoğun olmak bu kötü huyumun başlıca nedenleriydi.
Yardım kuruluşu zamanımın neredeyse tamamını alıyor, daha uzun saatler çalışmama neden oluyordu. Chloe gençlerin akıl hocaları bulmalarına yardım edip günlük işleri yürütürken, ben büyük planlarla ilgileniyordum.
Son zamanlarda bu, Green Festive Co.'daki işimi koruma konusunda endişelenerek uykusuz kaldığım anlamına da geliyordu. Yardım kuruluşumuzu bu şirketten gelen para ayakta tutuyordu. Bize güvenen altmış çocuk vardı. Her daim gözü üzerimde olan patronum Trevor'ın gözüne tekrar giremezsen başım belada demekti.
Liv beni dikkatle süzerek, “Hadi,” dedi. Sonra kolumu tutup beni uzun ofis koridorundan toplantı odalarına doğru çekiştirmeye başladı.
İşe giderken yol son dakika hediye almaya çalışan insanların tatil çılgınlığıyla doluydu. Ayrıca alarmı duymayıp uyuyakalmıştım ve temiz pantolon da bulamadım. Onun yerine dar, gri bir etek, yeşil bir kazak ve kırmızı ayakkabılar giymiştim.
Liv, “Ne bu kıyafet?” diye takılarak beni koridorda çekiştirmeye devam ediyordu.
“İş çıkışı Broadway'deki Elf müzikaline seçmelere gireceğim,” dedim ciddi bir ses tonuyla. Liv gülümseyip başını salladı.
Uzun kahverengi saçlarımı topuz yaparken artık çok da sıcak olmayan kahvemden bir yudum daha aldım.
“Yeni önemli CEO'muzun bugün geleceğini duydum. Onun hakkında bir şey biliyor musun?” diye sordum.
Liv başını salladı ve sır veriyormuş gibi gülümsedi. “Onun hakkında hiçbir şey duymamış olmana şaşırdım. Adı Maxwell Preston. Dedikodulara göre genç, büyük işler yapmak istiyor ve şirketin hisselerinin çoğunu satın almış. İş dünyasının yeni kralı gibi bir şey. Görünüşü de öyleymiş diye duydum.”
Gözlerim fal taşı gibi açıldı, kahvemi güçlükle yutabildim.
Köşeyi dönerken daha iyi nefes almaya çalışarak göğsüme vurdum.
Şirketin en iyi ürünlerini sergileyen cam vitrinlerin önünden geçiyorduk. Geçen yılın popüler geri dönüşümlü cam süsleri, dergi kapağında yer alan kâğıt fenerler ve trend yaratan el yapımı masa örtüleri… Toplantı odasına yaklaşıyorduk.
“Maxwell Preston mı?” diyerek sesli düşündüm. “Bu isim bir yerden tanıdık geliyor. Daha önce onunla tanışmış olabilir miyiz?” Kaç tane Maxwell Preston olabilirdi ki?
“Sanmıyorum. Seattle'dan gelmiş ve şirketimizi satın aldıktan sonra buraya taşınmış gibi görünüyor. Teknoloji sektöründe başlamış, Microsoft'un satın aldığı küçük bir şirkette çalışmış. Bu ona erken emekli olacak kadar para kazandırmış ve şimdi şirketler satın alıyor.”
Trevor bizi açık kapıdan gördü. Sinirli görünüyordu. El sallayarak, “Siz ikiniz,” diye seslendi öfkeyle. “Geç kaldınız. Hemen içeri girin.”
Benim gibi takım elbiseler ve etekler giyen insanlarla dolu odaya girerken Liv, “Harika, keyfinin yerinde olmadığı belli,” diye fısıldadı. Herkes gri ve siyah kıyafetler içinde son derece ciddi görünüyordu.
Sadece benim duyabileceğim bir ses tonuyla, “Bu arada geçen hafta çuvalladığımız çelenk lansmanını düzeltmek için bir fikrin var mı?” diye sordu.
Sözünü ettiği ürünün lansmanını o anda düşünmek istemediğim için dudaklarımı sıktım. Hem işte hem yardım kuruluşunda yaptıklarımın sınava tabi tutulduğunu hissediyordum. Sanki hiçbir şeyi doğru yapamıyor gibiydim.
“Evet,” diye fısıldadım. “Birkaç fikrim var.” Eteğimi düzeltip üstüme çekidüzen verirken Liv'le bu konuyu o anda konuşmamaya karar verdim.
Liv ile birlikte odanın kenarında, birlikte çalıştığımız geliştiricilerin yanında durmuş bekliyorduk.
Uzun boylu biri toplantı masasının önüne doğru yürürken ortam sessizleşti.
Yeni CEO'muzun ismini düşünerek kahvemden bir yudum daha aldım. Sonra uzun boylu o kişi konuşmak için döndüğünde bir an donakaldım.
“Günaydın herkese. Bu kadar kısa sürede toplantıya gelebildiğiniz için teşekkür ederim. Ben Maxwell Preston, Green Festive Co.'nun yeni sahibi ve CEO'suyum.”
Tanıdık bir yüz görünce nefesim kesildi. Maxwell Preston, mükemmel takım elbisesinin içinde, kendinden son derece emin bir şekilde, odanın ortasında duruyordu. Sahiden de Liv'in dediği gibiydi. Açıklama yapmamış olsaydı da tavırlarından buranın sahibi olduğunu anlamak zor olmazdı.
Yeni çalışanlarını inceleyerek odaya göz gezdirmeye başladı. Sıra bana geldiğinde onun da tuhaf bir hâle büründüğünü söyleyebilirdim.
Kısa bir an için gözlerimiz buluştu, yakışıklı yüzündeki ifadeye bakılırsa kısa bir an için onun da beni tanımış olabileceğini düşündüm. Ama hızla yüz ifadesi ciddileşti. Kendini toparlayıp odanın geri kalanını süzmeye devam etti.
Başımı eğdim. Yanaklarımın ısındığını hissediyor, kimsenin bu hâlimi fark etmemesini umuyordum. Gerçekten o olabilir miydi?
“Önümüzdeki birkaç hafta içinde, herkesle ayrı ayrı görüşüp çalışma detaylarınız hakkında bilgi alacağım. Aralık ayındayız. Yoğun bir dönem olduğunu bildiğimden yıl sonu hedefleriniz için yaptığınız çalışmaları durdurmak istemiyorum. Lütfen her zamanki gibi çalışmaya devam edin ve tatil sezonunu güçlü bir şekilde bitirelim.”
Herkes alkışlarken telefonum titredi. Chloe'den bir mesaj gelmişti.
Liv, “Vay canına, çok yakışıklı,” diye fısıldadı.
Max'i on dört yıl sonra, ilk kez görüyordum. Çok şaşırmıştım. Chloe'nin mesajını, yani öğle yemeği sırasında şehrin diğer ucuna koşturmam gerektiğini, bu nedenle de Trevor'la öğleden sonraki toplantımıza geç kalmak zorunda kalacağımı idrak etmem biraz zaman aldı.
Liv sonunda bana baktı. Donup kaldığımı, gözlerimi kırpmadığımı, hatta neredeyse nefes almadığımı fark etmişti. Kahveyi hâlâ şaşkınlıkla ağzıma yakın tutuyordum.
“İyi misin Emma? Hayalet görmüş gibi görünüyorsun.”
Maxwell Preston gerçekten çok yakışıklıydı. Uzun boylu, bir seksen civarında, atletik yapılıydı. Koyu renk dağınık saçları, derin anlamlar yüklü gibi görünen kahverengi gözleri vardı. Yeni CEO'muzu çekici bulmayacak biri olabilr miydi?
Ayrıca güçlü bir çene hattı, mükemmel dişleri vardı. Lisedeyken tel takmasına gerek kalmamıştı.
Takım elbisesi, üç aylık maaşımdan daha pahalı görünüyordu.
Kusursuz çene hattındaki hafif sakalına bakınca eskiden tanıdığım on altı yaşındaki çocuğu hatırladım.
New York'taki ilk arkadaşını o da hatırlıyor muydu? Yoksa ben onun gözünde sadece satın aldığı yeni şirketteki çalışanlardan biri miydim?
Trevor aniden odanın ortasında belirdi. Ellerini kalçalarına koyup keskin bir bakışla etrafı süzerek herkesin dikkatini çekti. “Madem hepimiz buradayız, Emma tatil satış tahminlerini gösterebilir,” diye duyurdu.
Kalbim durmak üzereydi. Sunumun teslim tarihi gelecek haftaydı. Zaman kazanmaya çalışarak dizüstü bilgisayarımla uğraşmaya başladım. Trevor'ın gülümsemesine bakılırsa bu sürprizi planlamıştı. Maxwell'in bir sandalyeye oturup dikkatle izlediğini gördüm.
Trevor yanımda gülümseyerek dururken, dün gece hazırladığım taslağı açtım. Bu, uyumak yerine üzerinde çalıştığım taslaktı. İlk slayta tıklarken telefonum titredi. Chloe'den başka bir mesaj gelmişti. Sesi kısıp konuşmaya başlarken ellerim biraz titriyordu.
Toplantı odasında birden, hızlı düşünmeye alışkın, pratik tarzıma geçiş yapmayı başardım.
Gelecek hafta geliştirmeyi planladığım tahminleri kekeleyerek sunmamın ardından sesimi sabit tutmaya çalışarak, “Sorusu olan var mı?” diye sordum.
“Sadece bir tane,” dedi Maxwell. Sunuma başladığımdan beri gözlerini benden ayırmamıştı. “Tahminleriniz çevre dostu ürünlerde yüzde otuzluk bir büyüme gösteriyor ama ekibinizin son üç lansmanı hedeflere ulaşamadı. Bu rakamların doğru olduğunu neden düşünüyorsunuz?”
Boğazım düğümlendi. Tabii ki performansımızı çoktan incelemişti. Kendimi zorlayarak ona baktım.
“Yeni tasarım yöntemleri ve test süreçleri kullanıyoruz,” diye cevap verdim. “Kevin kârımızı daha iyi tahmin etmek için yeni yöntemler geliştirdi. Yaklaşan tatil çelenk serisinin rakamlarının bu yeni, gelişmiş yaklaşımları göstereceğinden eminiz.”
Konuşmamı noktalarken kendinden emin ve umutsuz görünmeyen bir gülümseme takınmış olmayı umuyordum.
Kısa bir duraklamadan sonra Maxwell başını salladı. “Bunu daha detaylı konuşma fırsatımız olacak,” dedi. Ciddi CEO yüz ifadesi değişmese de bakışlarında bir an başka bir anlam gördüğümü sandım. Acaba beni tanıdı mı?
Maxwell ayağa kalkıp büyük, güçlü ellerini bir kez çırptı. “Teşekkürler, herkese,” dedi. Ardından bizi ofislerimize geri gönderdi.
Maxwell'in burada olmasının sadece tuhaf bir tatil sürprizi olmadığını, işin içinde daha fazlası olduğunu hissederek büyük toplantı odasının pencerelerinden dışarı baktım.
Aşağıdaki sokaklara yağmur yağmaya devam ediyordu ama soğuk hava damlaları kara çeviriyordu. Hava tıpkı on dört yıl önce Minnesota'dan gelen utangaç bir çocuğun her şeyi değiştirdiği o aralık günü gibiydi.
İlk kar tanesi yere düşerken, gerçekleşmeyi bekleyen bir kış hikâyesinin sırlarını fısıldıyordu. Bu defa kaybedecek çok daha fazla şeyim vardı.




































