
Aşkı Unutanlar Kulübü
Yaşadığı kalp kırıklığını kafasını işine gömerek gizleyen Ciara, uzun bir süre boyunca iyi gibi davranmış ama artık bu durumdan bıkmaya başlamıştır. Milyarder CEO Matthew Harrington'la tanıştıklarında havada kıvılcımlar uçuşmaya başlar. Aralarında oluşan çekimi görmezden gelmek imkânsızdır. Ancak Matthew da kalbini kilit altında tutmak için kendine özgü nedenlere sahiptir. Bir kalp kırıklığı daha yaşamak istemediği için aşka tövbelidir. Yine de her bakışta, birlikte geçirdikleri her anda ördükleri duvarlar yıkılmaya başlar. Bu onların ikinci şansı mı, yoksa başka bir kalp kırıklığı mı olacak? Aralarındaki bağ ısınırken, Ciara'nın dikkati hepten dağılmaya başlar. Kalp acısından sonra aşka tövbe eden Matthew ise her şeyi sorgular. Hiç beklemedikleri bu karşılaşma ikisi için de ikinci bir şans olabilir mi? Hikâyeleri mutlu son ile mi bitecek?
Bölüm 1
CIARA
Banyoda pahalı sabunun yanı sıra korkumun kokusunu da alabiliyordum. Ellerimi mermer lavaboya dayadığımda korku benliğimi ele geçiriyordu.
Aynaya baktığımda kendimi tanıyamadım. Karşımda gözleri fal taşı gibi açılmış, ürkek bakışlı ve kırmızı yanaklı biri vardı. Hava buz gibiydi ama ben sanki terliyordum.
Çok kötüydü.
Fikrimi değiştirmeden, hemen telefonumu kaptım, en yakın arkadaşım Olivia Quinn'i aradım.
Sanki aramamı bekliyor gibi hemen cevap verdi: “Hadi anlat! Harika iş çıkardın değil mi?” Umut dolu bir ses tonuyla konuşuyordu ama ne yazık ki onu hayal kırıklığına uğratacaktım.
Gülme ile ağlama karışımı bir ses çıkardım. “Sadece on beş dakika konuştuktan sonra tuvalete kaçtım. Ne düşünüyorsun?”
Sesinden bile anlaşılan, büyük bir hayal kırıklığıyla, “Ciara,” dedi.
Açıklamak adına konuşmaya başladım: “Ödüm koptu! Hiçbir şey demedi, Liv! Sadece oturdu, bana baktı, bakışları…” Bir an duraksayıp elimi alnıma götürdüm.
“Nasıl bakıyordu?”
Hafifçe güldüm. “Görünüşe göre bu kadar mükemmel birinin karşısında pek patron olunmuyor. Söylediklerimle ilgileniyor gibi bile görünmüyordu. Hiç soru sormadı. Sadece oturdu, sanki bir an önce bitmesini istiyor gibiydi,” dedim. Ağlamaklı olmuştum.
“Eğer berbat edersem,” diye fısıldarken durumun vahametini anbean daha açık şekilde fark ediyordum. “Bittim demektir. İşim buna bağlı. Caldwell Enterprises’ı müşteri olarak kazanamazsam kovulacağım. Sonra ne olacak? 26 yaşında tekrar ailemin yanına mı döneceğim? Ya onu görürsem?”
Adını söyleyemedim. Olivia kimi kastettiğimi anlamıştı.
Daha yumuşak bir ses tonuyla, “Ciara, New York'ta iyi iş çıkarıyorsun. Sadece bir yıldır oradasın. Üstelik oraya gitmeden önce on dört yaşından beri birlikte olduğun erkek arkadaşın seni rezil bir şekilde terk etti. Şimdi geri dönemezsin, buna izin vermem.”
“Ama başarısız olursam…“
“Söz konusu değil! Kalkıp herkese yanıldığını gösterirsin. Sen bunu daima yaparsın. Hep böyle oldu.”
Derin bir nefes aldım. Hâlâ gergin olsam da kendimi daha iyi hissediyordum. “Haklısın.” Aynada kendime baktım, kararlı bir şekilde başımı salladım. “Tamam. Banyoda çok uzun kaldım. Kaçtığımı düşünebilir, geri dönmeliyim.”
“Elinden gelenin en iyisini yap!”
Vedalaştıktan sonra telefonu kapattım. Korkumu içime gömdüm ve kapıyı açtım.
Toplantı odasına geri döndüğümde kendimi farklı hissediyordum.
Matthew ile on beş dakika geçirmiş olmama rağmen, onu kısa bir aradan sonra büyük cam masanın ucunda oturur hâlde tekrar görmek hâlâ nefesimi kesiyordu. Fotoğraflarına bakarak onun gerçekte ne kadar etkileyici olduğunu anlamak imkânsızdı, buna emindim.
Yakından bakınca daha yakışıklıydı. Hatta bu kadar yakışıklı olmasının haksızlık olduğunu düşünüyordum.
Mükemmel şekillendirilmiş koyu renk saçları içimde müthiş bir dokunma isteği uyandırıyordu. Güçlü çenesi, belirgin elmacık kemikleri ve zeki görünümlü ela gözleri onu görenlerin durup bir daha kendisine bakmasına neden oluyor olmalıydı. Hiç şüphesiz benim aklımı başımdan alıyordu. Şık takım elbisesi vücuduna o kadar iyi oturuyordu ki, ne denli fit bir vücuda sahip olduğu onca kat kıyafetin altından bile anlaşılabiliyordu.
Kollarını hafifçe sıvadığı gömleğinin altından görünen kolları, fazla spor yaptığının kanıtıydı.
Kısacası, kimse bu kadar iyi görünmemeliydi. Özellikle de benimle pek ilgilenmediği aşikâr olan birinin böyle mükemmel görünmesi büyük haksızlıktı.
Ne sunumum sırasında, ne de şimdi buna dayanacak gücü kendimde bulmakta zorlanıyordum.
Çenesine dayadığı eliyle oturuş şeklinden bile bana karşı son derece ilgisiz olduğunu anlıyordum.
Matthew kâğıtlarından başını kaldırmadan, “Gidebilirsin,” dedi.
“Efendim?” Gözlerimi kırpıştırdım, yanlış duymuş olabilir miydim?
Arkasına yaslandı. Bana bakarak, “Yeterince dinledim,” dedi.
Ağzım şaşkınlıktan bir an aralandı ama hemen kendimi toparlamayı başardım. “Size göstereceğim daha çok şey var.”
“Daha fazlasını görmeme gerek yok.” Ayağa kalktı, ceketinin düğmesini ilikledi, başka bir şey söylemeden odadan çıkıp gitti.
Bir an için orada öylece kalakaldım. Şaşkınlıktan kıpırdayamadım. Hemen sonra utandım. Yavaş ve dikkatli hareketlerle eşyalarımı toplamaya başladım.
Acele edersem ağlamaya başlayabilirdim.
Toplantı odasından asansörlere uzanan boş koridora çıkıp yürümeye başladım. Gözlerim dolmak üzereydi ama izin vermeyecektim.
Telefonum çalmaya başladığında bir an şaşırdım. Hemen sonra telefonumu çantamın dibinde buldum.
“Merhaba, anne. Seni daha sonra arasam olur mu? Az önce bir toplantıdan çıktım. Şu an pek uygun değilim.”
“Carol Teyze'nin doğum günü partisine gelip gelemeyeceğini merak ediyorduk,” dedi annem. Carol Teyze’nin arkadan fısıldadığını duyabiliyordum. Bu aramayla eve dönmenin neden iyi bir fikir olmadığını bir kez daha hatırlamış oldum.
“Çok üzgünüm. Gelmek isterdim ama işler çok yoğun.” Ona yalan söylediğim için kendimi kötü hissetsem de bahanem bir bakıma yalan değildi. Ne de olsa, iş aramak da bir iş sayılırdı.
Görünüşe göre bir süre daha yapacağım bu olacaktı.
Aniden koridorda ayak sesleri duydum. O olmalıydı. Gittikçe yaklaşıyordu.
Hızla bir köşeye saklanarak, “Üzgünüm anne, şimdi kapatmam lazım,” diye fısıldadım. Sonra da annem bir şey söyleyemeden telefonu kapattım.
Matthew'un sesini koridorda duydum. Kısık sesle konuşuyordu. Onu dinlerken kıpırdamadan bekledim. “Yeterince nitelikli görünmüyor. Ne yaptığını bilmiyor gibi.” Asansörlerin yanında durdu. “Daha deneyimli birine ihtiyacım var. O tam bir acemi.”
Midem bulanmaya başladı. Bu kadar umursamam gerekmediğini bilsem de elimde değildi. Ne de olsa iş işti, kişisel bir mesele gibi görmemeliydim.
Öyle olmalıydı ama o bu durumu bir şekilde kişisel hâle getirmişti.
Sunumumu doğru düzgün dinlemedi. Konuştuğum süre boyunca başını neredeyse bilgisayarından hiç kaldırmadı. Tanışma anında vücuduma bakış şekli...
Gözlerimi kapattım, asansör kapılarının açılıp kapanma sesini duyana kadar bekledim. Ardından hareket edebileceğimi anlamıştım. Saklandığım yerden çıktım, aşağı düğmesine bastım. Ama tam o anda bastığım için pişman oldum.
Asansör kapıları açıldığında oradaydı. Elleri ceplerinde, durmuş doğrudan bana bakıyordu.
Aramızda sanki elektrik gibi bir akım hissettim. Kalbim hızla çarpıyordu. Ondan gözlerimi alamıyordum.
Sonra yavaşça başını eğdi. “Karar verdin mi? Binecek misin, binmeyecek misin?”




































