
Tenebris Laneti
Sarayın derinliklerindeki Lloyd lanetlenmiştir. Yallnızca büyük bir tehlike yaklaştığında uyanacaktır. Yüzyıllar geçmiş, her özgür kalma girişimi başarısız olmuştur. Bu seferin de farklı olacağını beklememektedir. Misty ise sevdiği sürüyü geride bırakmak zorunda kalmış, kendini evinden çok uzak ve yabancı hissettiği bir dünyada yer edinmeye çalışmaktadır. Sonra Lloyd’la tanışır. Karanlık ve suratsız biridir. Misty’nin bir tehdit olduğundan emindir, ondan uzak durmak isterse de kaderin başka planları vardır. Sırlar açığa çıktıkça ve büyü uyanmaya başladıkça, dünyaları hiç beklemedikleri şekilde çarpışır. Laneti kırmak her şeylerine mal olabilir. Tabii hayatta kalabilirlerse...
Bölüm 1
LLOYD
“Göster bakalım hünerlerini.”
Kral Axel Sayelle-Moreau sabahın köründe, üzerinde sabahlıkla tahtında oturuyordu. Tuhaf bir kesimi olan arkası kısa, önü uzun kahverengi saçları darmadağınıktı. Taht odası en son uyandığım zamanki gibi görünüyordu.
Kapıdaki muhafıza bakarak, “Öldür onu,” dedi. Sonra da pis pis sırıtarak arkasına yaslandı.
Muhafız mızrağını hazır ederek yavaşça yaklaştı.
“Acele etme Lloyd.” Axel heyecan içinde dudaklarını yaladı. “Tadını çıkarmak istiyorum.”
Daha muhafız saldırmadan bıçağın sesini duydum. Bıçak havayı yarıp geçerken kendine has bir ses çıkardı, arkamı dönüp hiç zorlanmadan kabzasından yakaladım. Bıçağı fırlatması emredilen kurt bana hayran hayran baktı.
Yana çekilerek muhafızdan kurtuldum ve bıçağın sapıyla ona vurdum. Sendeledi, dengesini yeniden kazanmaya çalışarak geri çekildi. Bu hareket tuniğimin iyice yırtılıp yere düşmesine neden oldu, belimden yukarısı çıplak kaldı.
“Kan görmek istiyorum,” diye bağıran Axel ayağa fırladı.
Öfke içimi kemiriyordu. Kan bağıyla ya da kendi isteğimle olmasa da kraliyet sürüsünün bir parçasıydım. Bu yüzden de Alfa’nın emirlerine itaat etmek zorundaydım.
Axel benimle dövüşecek iki savaşçı daha seçti. Üzerime saldırdılar ama bana zarar verseler bile lanet sayesinde hemen iyileşiyordum.
Çömelerek bekledikten sonra ilk ben saldırdım. Kılıcımı arkamdaki muhafıza sapladım, yandan geleni de yere serdim.
Bir yerden hızlı ve sert bir mızrak darbesi geldi ama bir şekilde kurtulup muhafızın boğazını kestim. Bunun Axel’i tatmin edeceğini umuyordum.
Gözlerindeki parıltıdan ve dudaklarını yalamasından daha fazlasını istediğini anladım.
Üçüncü muhafız etrafımda daire çiziyordu, korktuğunu kokusundan anlayabiliyordum.
“Bitir işini,” diye bağırdı Axel.
Saldırdığımda muhafızın gözlerindeki korkuyu gördüm. Sırtını çaprazlama kestiğimde tuniği yırtıldı ve kanlar fışkırdı. Çok kan aksın diye hızla göğsünün üstüne iki derin kesik daha attım.
“Bıçağı bana fırlat,” dedi.
Yalnızca bileğimi oynatarak bıçağı ustalıkla kralın alnına, gözlerinin tam ortasına fırlattım. Bıçak yüzüne beş santim kala durdu, aniden durmanın etkisiyle titreyip sallandı.
Kral Axel’in önce gözleri fal taşı gibi açıldı, ardından sırıtarak bıçağa uzandı. “Mükemmel. Başka ne hünerlerin var?”
Bakışlarım, sırlarımın çoğunu barındıran deri ciltli ince günlüğe kaydı. Acaba beni mi sınıyordu?
“Görünmez olabilirim efendim ama yapay ışıkta işe yaramaz.”
“Göster bana,” dedi.
Gölgeleri tenimin altına çağırdığımda Kral Axel nefesini tutup öne eğildi. Nasıl göründüğümü biliyordum. Yapay ışıkta bile siluetimi bulanıklaştırıyordu.
“Kokunu gizleyebildiğin de yazıyor,” diye sırıttı Axel.
“Evet efendim.”
“Gel buraya.”
Yaklaştığımda olacakları biliyordum.
“Yaralanmadığın yazıyor.” Pis bir gülümsemeyle bıçağı yüzüme doğru savurdu ama neredeyse hiç kanamadı, derim hemen kendini iyileştirdi.
“Başka yeteneklerin var mı?”
“Hayır efendim, yalnızca günlükte yazanlar.”
Midem guruldadı.
“En son ne zaman uyandın?”
Monarşi tehlikedeyken uyanırdım. Tehdit geçtiğinde tekrar uykuya dalardım. Kalbimin durduğu, damarlarımda dolaşan kanın donduğu ve zihnimin çalışmayı bıraktığı derin bir uykuya geçerdim. Bazen yıllar geçerdi ve dünyayı yeniden öğrenmem gerekirdi. İlerlemeyi takip etmek zordu, değişen şeylerle aşina olmam haftalar sürebilirdi.
“1908’de Kral Cillian’a hizmet ettim efendim.”
“Tanner! Lloyd’u besle, giydir ve bilgilendir. Bir hafta içinde Knox Sürüsü’ne sızmasını istiyorum.”
Bir sürüye sızmak mı? Daha önce hiçbir kral böyle saçma sapan bir şey emretmemişti.
“Efendim, yanınızda değilken sizi koruyamam.”
Kral elini salladı. “Emirlerimi mi sorguluyorsun yoksa büyü aracılığıyla kimin tehlike arz ettiğini mi biliyorsun?”
“Hayır efendim. Knox Sürüsü’nün alfasını öldürmemi mi istiyorsunuz?” diye sordum. Basamakların dibinde oturan dişi kurdun öfkeli bakışları gözümden kaçmamıştı. “Tehdidi ortadan kaldırdıktan sonra odadan uzak durmak akıllıca değil çünkü kısa süre içinde… Uykuya dalmış olacağım.”
Eliyle bir hareket yapıp beni kovdu. Ben de Tanner’ı, bıçağı fırlatan muhafızı, takip ederek taht odasından çıktım.
“Evet, bir haftada halledilmesi gereken çok iş var, hemen başlayalım,” dedi.
“Size nasıl hitap edeyim?” diye sordum.
Biraz tereddüt ettikten sonra gözlerimin içine bakarak, “Ben muhafızların lideriyim. Bana Tanner diyebilirsin,” diye açıkladı.
Tanner beni sarayın mutfağına götürdü. Genel düzen aynıydı ama mobilyalar değişmişti, halılar da yeni ve pahalı görünüyordu. Duvarlarda aynı tablolar asılıydı, muhafızlar da aynı yerlerde konuşlanmıştı.
Ancak mutfak bambaşka görünüyordu. Sabahın ilk ışıkları, paslanmaz çelik yüzeylerden yansıyordu.
“Frieda?” Tanner boneli bir dişi kurda seslendi. “Karnımızı doyur.”
Yarı çıplak vücudumu şaşkın bakışlarla inceleyerek, “Emredersiniz efendim,” dedi kadın.
“Otur,” dedi Tanner, köşedeki bir masayı işaret ederek. Kendi de karşıma geçti. “Demek yüz on altı yıldır ağzına bir lokma koymadın? Açlıktan ölüyor olmalısın,” dedi sırıtarak.
“Koca bir domuz yiyebilirim.”
Tanner kafamı karıştırıyordu. Beta gücü olmasına rağmen kimse ona öyle hitap etmiyordu. Bu kadar arkadaş canlısı davranmasına şaşırmıştım. Genellikle hain muamelesi görürdüm. Kralı korumadığım zamanlarda yeraltındaki taş odada uyurdum.
Tanner güldü. “Menüde domuz olduğunu sanmıyorum. Şaka bir yana, dünya çok değişti.” O sırada bir titreme sesi geldi. Tanner cebinden bir cihaz çıkardı.
Bu nasıl bir iblis icadıydı böyle?
Tanner cihazdan bir şeyler okudu. Sonra da onu masaya koyup şaşkın şaşkın bakmama güldü. “Bu bir cep telefonu,” dedi. “Numarasını biliyorsan istediğin kişiyi arayabilir, mesaj gönderebilirsin.”
Mesaj mı? Telefonun ne olduğunu biliyordum ama bu cihaz çok daha küçüktü. “Zihin bağlantısı varken neden buna ihtiyacın olsun ki?” diye sordum.
“Haklısın ama cep telefonları da çok kullanışlı. Eyvah eyvah, öğrenmen gereken çok şey var. Peki tüm bunlar nasıl oldu?”
Tam o sırada Frieda kahvaltıyı getirince konuşmamız yarıda kaldı. Sosis, biftek, yumurta, yanında da mantarlı tost vardı. “Bundan üç tabak daha alayım,” dedim, çatal bıçağımı elime alırken.
Frieda, Tanner’a baktı, o da sessizce başını salladı. Tanner’a yüzlerce yıl önce ne olduğunu anlatmaya hiç niyetim yoktu, saray kurtları çok sadıklardı ve hiçbirine güven olmazdı.
Uyanık olduğum zamanları sayarsam iki yüz yetmiş yaşında değil, yirmi bir yaşındaydım. Tanıdığım herkes çoktan bu dünyaya veda etmişti.
Kahvaltıdan sonra Tanner bana odamı gösterdi. Yatak çok küçüktü, neyse ki uyanık olduğum zamanlarda uyumaya ihtiyaç duymuyordu. Bu, beni esir alanlardan gizlediğim bilgilerden biriydi.
Yatağın üzerinde kıyafetler vardı. Tanner giyinmem için odadan çıktı.
O hafta göz açıp kapayıncaya kadar geçti. Bütün değişikliklere ve insanların konuşma tarzına adapte olmak zor olsa da resmiyetten uzak, günlük konuşma benim için kolaydı. Tanner bir an bile yanımdan ayrılmadı. Arkadaşlığından keyif alıyordum ama ona hâlâ güvenmiyordum.
Bitmek tükenmek bilmeyen bir sabırla bana bu yüzyılın icatlarını tanıtıyordu. Her akşam yemekten sonra bana araba kullanmayı öğretiyordu, farklı bar ve restoranlarda mola veriyorduk.
Tanner geceleri kapımı kilitlemiyordu, ben de sarayda kimseye görünmeden dolaşıyordum. Bu fırsatı kütüphanede cadılar ve lanetler hakkında kitaplar arayarak değerlendiriyordum. Sonunda da istediğimi elde ettim ve boş sayfalardan oluşan bir büyü kitabı buldum.
Altın değerindeki bu kitabın beni lanetleyen cadı Kiralah’a ait olduğundan şüpheleniyordum.
Elime geçen her fırsatta Kral Axel’in konuşmalarını dinlemeye çalışıyordum ama adam yalnız bir kurt gibi düşüncelerini kendine saklıyor, nadiren kayda değer bir şey söylüyordu. Soylu görünüşünün altında, zalim ve kana susamış tabiatı her geçen gün daha çok kendini gösteriyordu.
Saray personelinin çoğu konuşurken temkinli davranıyordu. Bundan mutsuz olduklarını çıkardım ama bu beni ilgilendirmiyordu.
Ondan daha güçlü olduğumu bilmek beni rahatsız ediyordu ama lanetin etkisi altında olduğum sürece mecburen ona hizmet etmek zorundaydım.
Beklenen gün geldi çattı. Yeni eşyalarımı bana verilen Jeep Wrangler’a koyup Knox Sürüsü’ne gittim.
Kendimi Alfa Zack’e tanıttım ve ona savaşçı olarak hizmet etmeyi teklif ettim. Kraliyet bağlantımı gizledim. Ona uzak bir ülkedeki bir sürüden geldiğimi, değişiklik istediğimi söyledim.
Savaş becerilerimi gördükten sonra, bana beklenmedik bir şekilde sadece elitleri eğitmek için beta mevkisini teklif etti. Böylece Knox Sürüsü bağlantısı, kraliyet bağlantısına sorunsuzca eklenerek zihnimde yerini aldı.
Neden bir cep telefonuna ihtiyacım olduğunu şimdi anlıyordum. Knox Sürüsü zihin bağlantısı menzilinin dışındaydı. Tanner beni her gün arıyordu. Ona önce uyum sağlamam gerektiğini, rapor edecek pek bir şey olmadığını söyledim. Beta pozisyonundan hiç bahsetmedim.
Alfa Zack beni sürü evinin doğusunda, en iyi savaşçıların eğitim alanının sınırında uygun bir kulübeye yerleştirdi. Yemekler, talimatlarım doğrultusunda ön kapıya bırakılıyordu.
Şimdiye kadar her şey plana göre gidiyordu. Gündüzleri savaşçıları eğitiyor, geceleri de sürüyü gözetliyordum.
Axel’in ayaklarının dibinde oturan küçük dişi kurt Alfa Zack’in kızı Olivia’ydı. Saraya saldırmak gibi bir niyeti yok gibiydi ama muhtemelen kraldan kurtulmayı planlıyordu. Aksi takdirde uykumdan uyanmazdım.
Beta Anthony’nin, beta pozisyonuna atanmam konusunda sürekli eşine dırdır etmesi beni çok eğlendiriyordu. Alfa Zack, kardeşinin üçüncü beta olacağını duyurduğunda iyice sinir olmuştu.
Genelde kendi hâlimdeydim, yalnızca emredildiğinde sürü evine gidiyordum ve boş zamanlarımı kalın kitaplar okumakla geçiriyordum. Ancak, beni ölümün eşiğine getiren lanetin kaynağını hâlâ bulamamıştım.
Bu nasıl mümkün olabilirdi? Lanetliyken bir eşim olacağını hiç beklemezdim.
Tekrar havayı kokladım. Açelya kokusunun altında başka bir koku gizliydi. Belli belirsiz olsa da çok eskilerden tanıdığım bir kokuydu. Kanla karışan tatlı, baharatlı bir koku.



































