
Koruma Altında
Zainab Qadir hayalini yaşıyor: gündüzleri kitap editörlüğü yapıyor, geceleri ise zengin ailesinin gölgesinden uzak durmayı başarıyor.
Ama koruması işi bırakınca, hayatına yeni biri giriyor: Jake Huxley. Kurallarıyla ünlü, ciddi bir Amerikalı… ve artık Londra’daki dairesinin yeni sakini.
Jake disiplinli, kuralcı ve mesafeli. Zainab ise sivri dilli, özgür ruhlu ve kaotik. Aynı evde yaşamak tamamen profesyonel olacak…
Tabii sadece iş dışında kaldıklarında öyle olmadığı sürece.
İkili, dar alanda bol gerilimle çarpışmaya doğru hızla ilerliyor.
Ama ortadaki kıvılcımlar, bu tehlikeli oyunu fazlasıyla ilginç kılıyor.
Peki gerçekten kimi kimden koruyorlar?
Bölüm 1
ZAINAB
Yüzümü buruşturup elimdeki kalemi çevirdim. Üç kitap seçmem gerekiyordu. İkisini çoktan seçmiştim. Birinin türü gerilim, diğeri de fantastik romandı. Peki ya bu?
Patronum yeni bir aşk romanı istiyordu ama okuduklarımın hiçbiri içime sinmemişti.
Başparmağımla kitabı açık tutarken birkaç not aldım. Notlarımın çoğu, kitabın gerçekçi olmadığını vurguluyordu. “Ejderhalar gerçektir” gibisinden değil de daha çok, “Böyle düşünen bir erkek gerçek olamaz” gibi bir yaklaşımdan söz ediyorum. Hikâyedeki adam, kadın başkahramanın birlikte olmayacağı bir karakterdi. Hiç inandırıcı gelmiyordu.
Kendime bunun kurgu olduğunu hatırlatmaya çalıştım ama nafile. Zihnim, kendini bu kadar iyi ifade eden romantik bir erkeğin varlığını kabullenemiyordu. Şimdiye dek hayatıma giren erkeklerin hepsi boş laflardan ibaretti ve hiçbiri verdiği sözü tutmazdı.
Tam kalemi bırakırken telefonum masada titremeye başladı.
Kim olduğunu görünce yüzüm aydınlandı.
“Zal,” diye açtım hemen, ona lakabıyla hitap ederek.
İkizime gözlerimi devirdim.
“Kaç kere dedim bana kanka deme diye? İyiyim, sağ ol. Sen nasılsın Faisal?”
“Her şey yolunda. Bak ne diyeceğim, planlar değişti. Erken dönüyoruz.”
“Hani önümüzdeki çarşambaya kadar dönmeyecektiniz?”
“Öyle planlıyorduk ama Liverpool fena sıkıcıymış.”
İngiltere’nin en büyük şehirlerinden birinden böyle bahsetmesine güldüm. “Liverpool mu sıkıcı?” diye tekrarladım, doğru duyduğumdan emin olmak için.
“Turist olmaya yalnızca iki dakika dayanabildim. Korumalar olsa bile insanlar peşimizden ayrılmadı. Hiç zevkli değildi. Liverpoollular cidden biraz çatlak.”
Kaşlarımı çattım. “Aman, dikkatli ol. Senin için endişeleniyorum. Bu olduğunda neredeydin? Korumalar ne yaptı?”
“Sakin ol ikiz, bir şeyim yok. Şu teknelerden birine binmeye çalışıyordum. Liverpool’da her şey Mersey Nehri’nden ibaret. Ben de şöyle şık bir tekne turu yapmak istedim. Neyse, insanlar ünlü rapçi Faisal Qadir’in nehirde gezdiğini duyunca olay çığırından çıktı. Suya atlayıp tekneye çıkmaya çalıştılar.”
Kaşlarımı kaldırdım, anlattıklarının ne kadarının gerçek olduğunu merak ediyordum. Kardeşim genelde olayları abartmasıyla bilinirdi.
“Tabii evi de özledim.”
“Dünya turuna çıkarsan özlersin tabii.”
“Seni en son altı ay önce gördüğüme inanamıyorum.”
Bunu düşününce içim bir tuhaf oldu. Doğduğumuzdan beri hep birlikteydik.
“Ne zaman dönüyorsun peki?”
“Ondan aradım zaten. Bu gece. Babam bize uçak ayarladı.”
“Ay, harika!”
“Evet, iyi oldu, değil mi? Saat 10’a kadar Londra’ya inmiş olurum. Sonra da dışarı çıkarız, olur mu? Şenin şu içki içmeme durumuna bir son vermeliyiz.”
Faisal beni göremese de yüzümü buruşturdum. Eminim gözünde canlandırıyordu. “O kadar uzun zaman olmadı.”
“Üç aydır ağzına bir damla koymadın! Yoksa hamile misin?”
Alaycı bir tavırla güldüm. Hamile kalmak için önce seks yapmam gerekiyordu.
“Emin ol, değilim. Karaciğerim bu durumdan gayet memnun. Sen de biraz ara versen seninki de bayram eder.”
“Benim karaciğerim sapasağlam.”
“Evet, sıkıntı akciğerlerinde zaten,” diye takıldım. “Ot içmek de en az alkol kadar zararlı Faisal.”
Faisal tanıdığım herkesten daha çok dışarı çıkardı. Genelde hiç evde durmazdı. Bu durum ergenliğimde canımı sıkardı, şimdi de sıkıyordu. Onu kaç kere uyarsam da bana kulak asmadı.
“Bak, seninle dışarı çıkarım ama inanılmaz kolay kafayı bulduğumu unutma.”
Genelde Faisal beni arkadaşlarıyla çıkmaya ikna ettiğinde içkiyi fazla kaçırıyordum.
“Sağ ol ikizim. Kabul edeceğini biliyordum. İçki konusunda terapi aldığını biliyorum. O yüzden şöyle yapalım mı? Birkaç kadeh içersin ve fazla sarhoş olmadan eve dönersin.”
“İyi fikir, teşekkürler. Nerede buluşalım?”
“Benim evde ama seni işten alması için Reagan’ı göndereceğim. Kaçta çıkıyorsun?”
“Akşam 5’te.”
“Harika, Reagan orada olacak. Görüşürüz kardeşim.”
Telefonu kapatıp derin bir iç çektim. Sandalyede arkama yaslanıp karanlık telefon ekranına baktım.
Tam o anda babam hissetmiş gibi mesaj attı ve ekran aydınlandı.
Çok başarılı bir iş adamı olan babamın mesajının sonuna “öptüm” yazdığını görünce gülümsedim.
Yine de mesajı beni sinir etmişti. Sonuçta ben yirmi dört yaşındaydım. Kardeşimin bakıcısıymışım gibi davranıyordu. Aslında o benden üç dakika önce doğmuştu ama hiç öyle durmuyordu.
Kendimi bildim bileli onun arkasını topluyordum. Okulda kavgalarını ayırdım, on sekizinde alkollü araç kullandığı için gözaltına alındığında onu içeriden kurtardım.
Bu yüzden şimdi Faisal nereye giderse arkadaşları da onunla geliyordu. Okuldan beri en iyi arkadaşım, kan kardeşim dediği dört kişi vardı.
Onlara en az bana güvendiği kadar güvenirdi. Sağ olsunlar kardeşimi koruyup kolluyorlardı.
Bu geceyi düşünerek tekrar aşk romanını okumaya koyuldum.
Reagan’ın mesajına gülümsedim. Reagan on altı yaşımdan beri babam için çalışıyordu.
Otuz sekiz yaşındaydı, iki vardı ve gece vardiyasında çalışan bir hemşireyle mutlu bir evliliği vardı. Bir hafta çalıştıktan sonra bir hafta izin yapıyordu.
Eşyalarımı toplayıp kitabı sonra düşünmek üzere masamda bıraktım.
Patronum hâlâ ofisinde, kalın bir kitaba göz gezdiriyordu. Gözlükleri burnunun ucundaydı, küçük gözleri kısılmıştı.
Kapı eşiğinde durduğumda başını kitaptan kaldırdı.
“Ben çıkıyorum Suze. Bir şey diyor musun?”
“Yok, gidebilirsin,” dedi, elini sallayarak. “İyi hafta sonları.”
“Sana da.”
Reagan pencereleri karartılmış bir aracının yanında bekliyordu. Takım elbisesinin içinde şık görünüyordu. Kulağındaki kulaklık ona tam bir ajan veya koruma havası veriyordu.
“Reagan.”
Gülümseyerek kapıyı açtı.
“Zainab.”
İlk işe girdiğinde bana Bayan Qadir demeye yeltenmişti ama Faisal’la ben böyle bir şeyi kabul etmediğimiz için o zamandan beri bize adlarımızla hitap ediyordu.
O sürücü koltuğuna geçerken Faisal’ın evine sürmesin diye, “Önce eve gidelim lütfen,” dedim.
Gecenin kaosuna atlamadan önce bir duşa ihtiyacım vardı. Faisal aylardır ortalıkta yoktu, o yüzden dönüşünü kutlamak için çılgın bir parti yapacağı kesindi.
Eve vardığımızda Reagan koltuğa geçip televizyon izlemeye koyuldu. Yanımda böyle rahat davranmaya başlaması yıllarını almıştı. Artık benimleyken rahat davranabileceği türden bir ilişkimiz olduğu için seviniyordum.
Duştan çıktıktan sonra saçımı kurutmam epey uzun sürdü. Saçlarım kendiliğinden dalgalıydı, düzleştirmek için fazla üşengeç olduğum için öyle bıraktım.
Bahreynli ailem sağ olsun, akasya ağacının gövdesinin rengine benzeyen parlak bir tene sahiptim. Arkadaşım yeni bir sehpa aldığında renginin bizimkine benzemesi çok komiğimize gitmişti. Ten rengimizi böyle tarif edebilirdim: karamel alt tonlarıyla zenginleşmiş sıcak bir kahverengi.
Kendime ödül olarak bir kadeh şarap doldurdum. O sıkıcı kitabın yarısını güçbela okuduktan sonra bunu hak etmiştim. Zaten bu gece alkol kullanmama yeminimi bozacaktım.
Makyajımı yaparken soğuk şarabı yudumladım. Gözkapaklarıma siyah kalem çektim.
Gözlerim kahverengiden ziyade siyahtı. Siyah olması beni rahatsız etmiyordu çünkü saçımla uyumluydu.
Genellikle dış görünüşümü beğenmezdim ama kendimde sevdiğim tek şey dolgun, kavisli üst dudağımdı. Bu gece yaptığım gibi orayı dudak kalemiyle belirginleştirmeyi seviyordum.
Gözkapaklarım parlak farla ışıldadığına ve göz kalemim birini kesebilecek kadar keskin olduğuna göre hazırım demekti.
Gümüş rengi, parlak topuklu ayakkabılarımı giydikten sonra sendeleyerek salona yürüdüm.
“Reagan, bu gece bana gerçekten yardım etmen gerekecek. Bu ayakkabılar beni öldürecek.”
Ayağımdaki on beş santimlik stilettoları görünce gözleri fal taşı gibi açıldı.
“Kendini öldürmeye mi çalışıyorsun? Neden giydin?”
“Çünkü yeni aldım!” diye sızlandım. “Henüz giyme fırsatım olmadı.”
“Bileğini kıracaksın,” dedi, düz bir sesle. “Üstelik seni hastaneye de götüremem.”
Surat asıp ellerimi belime götürdüm. “Ne? Nedenmiş?”
“Kardeşin sana söylemedi mi?” diye sordu, kaşlarını çatıp ayağa kalkarak. “Bu gece ben değil, yeni çocuk çalışacak. Faisal, Amerika’da yeni bir koruma tutmuş ve onunla birlikte dönmüş.”
“Hiç bahsetmedi.”
“Çok tuhaf… Tüh ya, belki de kendisi söylemek istemiştir,” dedi Reagan, tereddüt ederek. “Yeni koruman o olacak.”


































