KimberlyWrites
COLE
“Lordum, belgeler az önce faksla geldi.” Asistan kâğıtları Marcus’a uzattı.
Başlangıçta Marcus’un yüzü ifadesiz olsa da ifadesi kısa sürede şaşkınlık ve öfkeye dönüştü. Annabelle oturduğu yerde huzursuzlukla kıpırdandı.
İkisinin de onun bir sürü insanın kanını emmesini ve onlara işkence etmiş olmasını umursadığını sanmıyordum. Ancak köle meselesi farklıydı, parayla satın alındıkları için bir vampirin bu kadar çok sayıda evcil hayvan alması nadir görülen, hatta görülmemiş bir şeydi.
Annabelle mal varlığı olmayan genç bir vampir olduğu için, babasının parasını bu küçük hobisi için çarçur ettiğini varsaymak yanlış olmazdı.
Öfkeden köpüren Marcus, “Kahretsin, Annabelle! Lütfen bana neden on dokuz köle aldığını açıkla. Gelip benden isteseydin, mahkûmların kanlarını emmene izin verirdim!” diye bağırdı.
“Özür dilerim baba. Bir kazaydı,” diye mırıldandı.
Annabelle gözlerini üzerime dikse de oralı olmadım.
“Cole, bu karışıklık ve kızımın davranışları için özür dilerim.” Marcus kolay kolay özür dileyecek biri olmadığı için sadece başımı sallayarak Olivia’yı ayağa kaldırıp kendim de koltuktan kalktım.
Onu hafifçe kapıya yönlendirerek ofisten çıktım. Brayden hâlihazırda kapının önünde durmuş bizi bekliyordu.
Koridorda ilerlerken, Olivia da küçük ayaklarıyla beni takip ediyordu. Ne kadar ufak olduğunu unutmuştum. Yalnızca birkaç adım önünde olduğum için endişelenmedim, ta ki onun küçük çığlığını duyana kadar.
Hızla arkamı dönünce Annabelle’in onu duvara yapıştırdığını gördüm. Lanet olası sürtük!
Küçük güvercinime gözdağı vermeye çalışarak, “Bu senin suçun! Bunu ödeyeceksin!” diye fısıldasa da vampir olduğum için onu gayet iyi duyuyordum.
Onu Olivia’dan uzaklaştırarak yere serip ayakkabımı boynuna bastırdım.
Soru sorarcasına Olivia’ya baktım.
“İyiyim.” Yalan söylediği açıktı ama o anda üstüne gitmemeye karar verdim.
Yanında duran Brayden ona bakıyordu.
Ona, “Evcil hayvanımı süitime götür,” dedim. “Birazdan geliyorum.”
Başıyla onaylayıp Olivia’yı vampir hızıyla uzaklaştırdı.
Gözden kaybolduklarında, ayakkabımın altında sızlanan vampire baktım. Ayağımı boynundan çekip yere uzandığımda saçlarından bir tutamı kavrayarak onu yukarı çektim. Acı içinde tıslasa da umurumda değildi.
“Cık, cık, cık,” diyerek lafa girdim. “Kendine yediremedin, değil mi? Kabullenip gitmeliydin, Annabelle. O tehdit ettiğin benim evcil hayvanım.”
Ona ne yapacağımdan emin değildim. Onu öldürmem en azından şimdilik mümkün değildi.
“Onu tehdit falan etmedim,” diye hırladı. “Bir yemin ettim, ayrıca o küçük zavallıyı korumak için her zaman yanında olamazsın.”
Bu kadarı yeter. Seninle yeterince uğraştım.
“Kulaklarını aç ve beni iyi dinle, seni küçük vampir. Eğer onun saçının teline bile zarar verirsen, seni zindana kapatıp sana işkence ederim. Sana o kadar acı çektiririm ki, seni öldürmem için bana yalvarırsın.”
“Ama seni yine de öldürmem, Annabelle. Kendini toparlaman için bekler, canım sıkılana kadar her acıyı sana tekrar çektirir, ardından kalbini sökerim.” Gözlerinin içine bakarak tüm sakinliğimle konuştum.
“Yapmazsın! Aptal bir insan uğruna bunları yapmazsın!” diye itiraz etti.
“O benim insanım. O benim ve onu paylaşmayacağım. Ayrıca başkalarının benim olana zarar vermesine ya da benim olanın zarar görmesine izin vermeyeceğim. Yeterince açık oldu mu?”
Başını onaylarcasına sallayınca onu yere bıraktım. Bir saniye kaybetmeden hızla uzaklaştı.
Süitime gitmek üzere koridorda yürümeye başladım. Bu cehennem çukurunda sadece birkaç ay daha kaldıktan sonra evime dönebilirdim. Her ne kadar burası kötü bir yer olmasa da benim evim değildi. Ait olduğum yer değildi.
Küçük güvercinimi, sevimli evcil hayvanımı görmekten çekiniyordum. Çünkü onu işaretlemem gerekiyordu. Onun kime ait olduğunu herkese göstermem gerekiyordu.
Bunu yolculuk vaktine yakın bir zamanda yapmayı planlamıştım ama Annabelle’in davranışlarını düşünerek bunun artık bir seçenek olduğunu sanmıyordum.
Süite girdiğimde Brayden’ın gitmesinin üzerinden zaman geçtiğini hissettim. Olivia pencere kenarına oturmuş, dışarıya bakıyordu.
Ona her şeyin ne kadar ağır geldiğini hayal bile edemiyor, tüm bu duygulara bir yenisini eklemek üzere olduğum için kendimden nefret ediyordum ama başka bir seçeneğim yoktu.
Mümkün olduğunca nazik bir tonda, “Neye bakıyorsun, küçük güvercin?” diye sordum.
Nefesini tutarak başını bana çevirdi. “Geldiğini duymadım, Cole. Sadece dışarıya bakıyordum. Manzara çok güzel. Burada oturmamın bir sakıncası var mı?”
Vampir olmasaydım, onu duymam imkânsızdı. Ürkek görünüyor, benimle neredeyse göz teması kuramıyordu.
“Elbette yok, küçük güvercin. Konuşmamız gereken bazı konular var, ardından etrafta dolaşmakta özgürsün. Tamam mı?” diye mırıldandım.
Cevap olarak başını sallayınca ona sert bir ifadeyle baktım.
Sertçe yutkundu. “Şey, tamam, Cole.”
Onu pencerenin önünden indirip birkaç kanepe ve küçük bir masadan oluşan oturma alanına yönlendirdim. Kanepeye oturup onu önümde durdurdum.
Hâlâ göz teması kurmaktan kaçınıyor olsa da her şeyin onun için yeni olduğunu bildiğimden aldırış etmiyordum. Onu kendime çekip kucağıma oturacak şekilde konumlandırdım.
Normalde bunu yapmazdım ama bu pozisyonda boynunu ısırmak ikimiz için de daha kolay olacaktı.
Parmağımı çenesinin altına koyup başını havaya kaldırarak gözlerinin içine baktım. “Bunu daha sonra yapmayı planlıyordum ama sanırım seni bu gece işaretlemem gerekecek.”
Konuşmaya yeltendiği anda parmağımı dudaklarına koydum. “I-ıh, konuşmamı bitirmemi bekle. Seni işaretlemem, seni ısırıp kanını emmemden çok daha fazlası.”
“Seni ısırarak, zehrimin bir kısmını da kan dolaşımına bırakacağım. Bu sayede duygularını hissedebileceğim. Tehlikede olursan, seni çok daha hızlı bulabileceğim.”
“Ayrıca zehir ısırık izlerimin daha uzun süre kalmasını sağlayacak, böylece herkes her gün kanını emdiğimi düşünecek ama ben sadece ihtiyaç duyduğumda veya izler solmaya başladığında kanını içeceğim. Beni anlıyor musun, Olivia?”
İri masum gözleriyle bana baktıktan sonra sessizce, “Canım yanacak mı?” diye sordu.
OLIVIA
Yüzüm ısındığı için yanaklarımın kızardığını anlayarak şaşkınlıkla Cole’a bakıyordum. Bulunduğumuz pozisyon beni utandırıyordu. Bana nasıl hissedeceğimi açıklamaya çalıştığını bilsem de söylediklerine zar zor odaklanabiliyordum.
Ona canımın yanıp yanmayacağını sormuştum ama acıyacağını gayet biliyordum. Uslu bir köle olmak istesem de hepsi çok fazlaydı.
Köle dükkânından daha bugün kurtulmuştum ve tek isteğim küçük kafesime, basit ve sıkıcı hayatıma geri dönmekti. Acaba Cole bana izin verir miydi?
Birden, “Dönmek istiyorum,” diyerek konuşmasını böldüm. Alt dudağımı ısırarak elbisemin etekleriyle huzursuzlukla oynamaya başladım.
Aniden çöken sessizliğin etkisiyle daha da gerildim. Sonra parmaklarını çenemin altında hissedince yine zorla gözlerine baktım. Gözlerinin simsiyah olduğunu gördüğümde bakışlarımı kaçırmaya çalıştım.
Çenesini sıkarak, “Nereye döneceksin, köle?” diye hırladı. Belli ki öfkelenmişti.
Kekeleyerek, “Köle dükkânına,” diye cevap verdim.
Asla bir vampire kafa tutmazdım ama bu benim için sahiden de çok fazlaydı. Hem korkuyor hem de insan benliğimin bunu kaldıramayacağını düşünüyordum.
Birden elleriyle yüzümü kavradı. Sıcak gözyaşlarımın aktığını hissederken kaçmayı isteyerek sızlandım. Debelenmeye çalışsam da nafileydi.
Başparmaklarıyla gözyaşlarımı sildi. Yüzüm kızarmış ve şişmiş olmalıydı.
“Köle dükkânına geri dönmeyeceksin, Olivia.” Bana adımla hitap ederken sesi buz gibiydi. “Sen benimsin. Sadece benim. Bugünü çok uzun zamandır bekliyordum, bu yüzden daha fazla beklemeyi reddediyorum. Beni anlıyor musun?”
Karşılık vermek istesem bile veremezdim. Tam anlamıyla çaresizlikle donup kalmıştım.
“Çok yakında, o müthiş boynunu işaretleyeceğim,” diye devam etti. “Vampirler de insanlar da senin kime ait olduğunu bilecek. Olur da kaçarsan, herkes seni bana seve seve elleriyle geri getirecek. Bana beni anladığını söyle, küçük güvercin.”
Ellerini yüzümden çekince ben de utanç içinde başımı öne eğdim. “Anladım, Cole.”
“Güzel. Sen kime aitsin?” diye tısladı.
Sessizce, “Sana. Ben sana aitim,” dedim.
Cevap olarak yalnızca mırıldanırken, gözlerinin yeşile dönmesiyle ifadesi yumuşadı. Biraz daha iyi hissetsem de hâlâ endişeliydim.
Ayrıca bugün için uzun zamandır beklediğini söylerken neyi kastettiğini merak etmeye başlamıştım. Belki de yalnızca bir köle sahibi olmaktan bahsetmişti.
Sorumu soramadan ellerini belime götürerek beni kendine çekti. Ellerimi göğsüne koyarak kendimi sabitledim.
“Gözlerini kapat, küçük güvercin,” dedi. “Canını daha az yakmaya çalışacağım.”
Ne demek istediğinden emin olmasam da dediğini yaptım. Saçlarımı arkadan ördüğüm için yoluna hiçbir şey çıkmayacağından boynuma kolaylıkla erişebilirdi.
Dudaklarını çenemde hissedene kadar sabırla bekledim. Gözlerimi açmak istesem de onu tekrar sinirlendirme riskini göze alamazdım. Harika temasın etkisiyle vücudum tepeden tırnağa karıncalandı.
Çenemden aşağıya öperek inerken boynuma işaretini bırakacağı tatlı noktada duraksadı. Bir dakika boyunca aynı noktayı emdi.
Hissettiğim tek kelimeyle saf mutluluktu. Bulutların üzerindeymişim gibi hissederken kendimi tutamayarak usulca inledim. Boynumda sırıttığını hissedebiliyordum.
Sonra yapacağını yaptı. Dişlerini boynuma geçirdi. Acı korkunçtu. Çığlık attım. Ağzımı kapatacağını sansam da kapatmadı. Acı sonsuza kadar sürecekmiş gibi hissettirse de yavaşça azalmaya başladı.
Ne hissettiğimden emin değildim. Tek bildiğim biraz üşümeye başladığımdı. Tişörtüne sıkıca yapışsam da kanımı emmeye devam ederken kanın boynumdan aşağı aktığını hissedebiliyordum.
Cole bir süre sonra dişlerini boynumdan çekip kollarını dinlendirmek için sırtıma koydu. Uzun zamandır uyumamış gibi bitap düşmüş hissediyordum.
Bana ne yaptığını sormak istesem de ağzımı bile açamadım. Gözlerimi açmaya da mecalim kalmamıştı.
Kulağıma, “Direnme, küçük güvercin. Uykuya dal. İşte böyle,” diye fısıldadı.
Direnmedim. Onun kollarındayken bedenimin gevşemesiyle karanlığa teslim oldum.