R S Burton
Ruby
Cumartesi akşamı ofiste yaşananlardan sonra, bunu kabul etmenin kötü bir fikir olduğunu biliyordum. Hâlihazırda onu ve öpüşmemizi haddinden fazla düşünüyordum.
Bir de üstüne üstlük etkinliğe Tobias’ın eşi olarak gidersem, belamı bulacaktım.
Beş dakikadan uzun bir süre e-postaya hiçbir cevap veremeden öylece baktım.
Sonunda iç çekerek yanıt tuşuna bastım.
Tobias,
Bir defaya mahsus. Evet.
Ruby.
~ Tobias cevap verip işten sonra etkinlik için bir şeyler almaya gideceğimizi söyledi.
Karşı çıkmadım. Belli ki bir anlamı yoktu. Tobias aklına koyduğunu bir şekilde elde ediyordu ve ona karşı zaaflarımı kontrol edemeyecek kadar güçsüzdüm.
Saat beş olduğunda iş bilgisayarımı kapattım. Tobias ofisinden çıkıp bana emrivaki yaparak aldığı dizüstü bilgisayarı ve telefonu işaret etti.
“Taşıman için el atayım mı?”
Gülümseyerek başımla onaydım. “Çok centilmensin,” diye takıldım.
Cevabıma kaşlarını çatsa da eşyaları aldı. Asansöre yürüyüp içeri girdik.
Asansör neyse ki doğrudan kapalı otoparka iniyordu. Kızlarla ve onların liseli tavırlarıyla tekrar karşılaşmak ya da buna maruz kalmak istemiyordum.
Kapıların açılmasıyla asansörden inip Tobias’ı arabasına kadar takip ettim. Yeni bilgisayarı ve telefonu arka koltuğa koyduktan sonra koltuğuna geçti.
Bir anlığına orada dikilip ne yaptığımı düşündüm.
Tobias’tan korktuğum için değil, ona karşı beklenmedik şekilde yoğunlaşan hislerimden korktuğum için zihnim kaçmam için âdeta çığlık atarak beni uyarıyordu.
Ben’i ofisten yaka paça kovduğundan, sonra da beni öptüğünden beri.
Bir şeyler hareketlenmişti. Ufak olsa da bunların varlığını hissedebiliyordum.
Sabırsız bir ses tonuyla, “Geliyor musun?” diye sordu.
Ona baktım. Yüzünde de sabırsız bir ifade vardı. Anlamsız bir görev olsa da kendimi elimdeki işe odaklanmaya zorladım.
Oturup emniyet kemerini üzerimden geçirerek yerine oturttum.
“Özür dilerim,” diye mırıldandım. “Kafam çok dolu.”
Tobias arabayı çalıştırarak park yerinden geri geri çıktı. Ağzını bıçak açmadığı için araba yolculuğumuz sessiz geçti.
Beş dakikalık yolculuktan sonra Tobias arabayı Klaus’un önündeki park noktasına çekti. Ona bakarak başımı iki yana salladım.
“Klaus olmaz,” diye fısıldadım.
Klaus pahalıydı. Hem de çok ~pahalıydı.
Motoru kapatırken, “Belki olmaz ama bakıp göreceğiz,” dedi.
“Tobias, buradaki elbiseler maaşımın çok üzerinde.” Kaşlarımı çattım.
“Ben halledeceğim, o yüzden endişelenme.”
Kollarımı kavuşturarak başımı reddedercesine salladım. “Hayatta olmaz.”
Tobias iç geçirerek emniyet kemerini çözdü. Göz ucuyla başının öne düştüğünü fark ettim.
Saçları da öne dökülürken, birkaç gün önce ofiste olduğu gibi bir anlığına rahatladığını gördüm.
“Buraya bir şans ver. Olur da beğendiğin bir şey bulamazsak, senin istediğin bir yere gideriz.” Duraksayıp arabanın kapısını açtı. “Makul olmak kaydıyla.”
“Peki,” diye mırıldandım. “O zaman hiçbir şeyi beğenmem olur biter.”
Arabadan inip Tobias’ı takip ederek mağazaya girdim.
Mağazaya adım atmasıyla, üç çalışanın ona doğru hücum etmesi bir oldu; hepsi kirpiklerini kırpıştırarak ve saçlarını savurarak onun dikkatini çekmeye çalışıyordu.
Etrafıma bakınınca bazı elbiselerin güzelliğine hayran kaldım. Onları beğenmemiş gibi yapmak benim için zor olacaktı.
Kızlardan biri yumuşak ve şuh bir tonda, “Size nasıl yardımcı olabiliriz, Bay Clarke?” diye sordu.
Üzerindeki mini yazlık elbise muhtemelen eğilirse kıçını ortaya çıkaracak türdendi.
Tobias beni işaret ederek, “Arkadaşım için bir gece elbisesi arıyorum,” dedi.
O bunu söyler söylemez tüm gözlerin bana çevrilmesiyle, yeryüzündeki en garip insanmışım gibi hissettim.
Ama bunun bir önemi yoktu. Beni asistanı değil, arkadaşı olarak tanıtmıştı.
Mini elbiseli kız, yanından geçerken Tobias’ın eline yanlışlıkla dokunmuş gibi yaptı. Teması hisseden Tobias gergin bir ifadeyle geri çekildi.
Başımı eğmiş ona bakıyordum. Kadının dokunuşundan neden bu kadar rahatsız olduğunu anlamadım.
Kız soğuk bir tonda, “Bunu halledebiliriz,” dedi. “Rosa, nane yeşili ve deniz mavisi gece elbiselerini getirebilir misin?” Kız beni tepeden tırnağa süzerek başını salladı.
“Bugün gelen açık pembe dantelli elbiseyi de getir. Gelinliği andırdığından balo için fazla kaçabilir ama hanımefendiye çok yakışacaktır.”
Rosa adındaki kız başını sallayarak gözden kayboldu. Ne yapması gerektiğini biliyormuş gibi duran diğer kız ise diğer yönden uzaklaştı.
Mini elbiseli çalışan koluma girip beni mağazanın arka tarafına götürdü. “Şanslı kız,” diye fısıldadı. “Bay Clarke tam bir çapkın.”
Onun sadece patronum olduğunu söyleyecekken Tobias boğazını temizledi.
“Şöyle geçin.” Kız, deneme kabini demeye bin şahit isteyen yeri işaret etti. Gösterdiği yer, mağazanın içiyle soyunma alanını açık mavi saten perdelerle ayıran geniş bir odaydı.
“Üzerinizde sadece külot kalsın,” diye belirtti.
Yüzüm kızardı. Patronumun yanında iç çamaşırımdan bahsedilmesi, özellikle aramızda olanları düşününce çok garip gelmişti.
Başımı sallayarak odaya girdim.
Kızın söylediği gibi külotum hariç üzerimdeki her şeyi çıkardım.
Getirilen ilk iki elbise iyiydi. Güzel elbiseler üzerime tam oturmuştu ama uçuk fiyatları yüzünden ikisini de beğenememiştim.
Çıkıp Tobias’a da göstermiş, onun da bayılmadığını anlamıştım.
Kız nihayet son elbiseyi de perdenin arkasından uzattı. Açık pembe, narin ve göz alıcı elbise karakterimle neredeyse tamamen zıttı.
Korse üzerine ustalıkla işlenmiş danteller büyüleyiciydi.
Elbise, tıpkı söylediği gibi gelinliği andırıyordu ama giydiğim anda harika hissettim.
Buradaki hiçbir şeyi beğenmeyeceğime dair kendime söz vermiş olmama rağmen bu elbiseyi beğenmiştim. Dantelli elbise vücudumu tamamen oturuyor, etekleri yere değene kadar hafifçe genişliyordu.
Sırtım tamamen ortada olsa da umurumda değildi.
Perdeyi çekip odadan dışarı çıktım.
Mini elbiseli kız kocaman gülümseyip başını salladıktan sonra yanıma geldi. Yukarı uzanıp saçımdaki tokayı alarak saçlarımı açtı.
Tobias’a döndüm. Ağzını hafifçe aralamış, parlayan gözlerle bana bakıyordu. Ayağa kalkıp başını onaylarcasına salladı.
Hiç tereddüt etmeden, “İşte bu,” dedi.
Kaşlarımı çattım. Buradaki hiçbir şeyi beğenmemem gerekiyordu.
“Ben beğenmedim,” diye yalan söyledim.
“Haydi oradan,” diye cevap verdi.
“Ben pembe dantel sevecek türden kızlardan değilim,” diye karşılık verdim.
Sırıttı. “Hiç şaşırmadım, Ruby.” Bana doğru yürüyünce mini elbiseli kız geri çekildi.
Tobias hâlâ sırıtıyordu. “Gözlerimin içine bakıp elbiseyi beğenmediğini söyle, beni inandırırsan gideriz.”
Ona kafa tutmaya hazırlanarak gülümsedim. Ağzımı açıp gözlerinin içine baktım.
Net bir tavırla, “Elbiseyi beğenmedim,” dedim.
Başını reddedercesine salladı. “Yalan söylüyorsun.” Kıkırdadığını duyunca kararlılığımı neredeyse kaybedecektim. Onun rahat tarafını görmeyi seviyordum.
Elbiseyi beğenmediğime dair koyduğum tavrı korumaya çalışarak, “Nereden çıkarıyorsun?” diye sordum.
“Beni ikna etmek için fazla uğraşıyorsun,” diye mırıldandı. “Elbiseyi alıyoruz.”
“Hayır, almıyoruz,” diye karşılık verdim.
“Alıyoruz, bir de elbiseye uygun ayakkabılar. Kıpırdayın Bayan Moritz, bu akşam katılmam gereken bir yemek var.”
Pes edercesine iç çektim. Yine o kazanmıştı.
Soyunma odasına dönüp üzerimi değiştirdim. Yatağımı, Netflix’i ve akşam yemeğimi istiyordum. Ne kadar erken pes edersem, o kadar çabuk evime gidip tüm bunların tadını çıkarabilirdim.
Elbiseyi çıkarıp fiyat etiketine baktım. Rakamlar neon tabela gibi göze çarpıyordu. Hayatım boyunca sahip olduklarımdan çok daha pahalıydı.
Yüz bin dolarlık bir elbise ne kadar güzel olursa olsun, benim için her hâlükârda çok pahalıydı.
Bir ev peşinatı kadar pahalı elbiseden uzaklaşırken metanetli olmaya çalıştım.
Bu kadar güzel olmasından ve onu bayılmış olmaktan nefret ediyordum.
Hızlıca kıyafetlerimi giyip elbiseyi askıda bırakarak soyunma odasından çıktım.
Tobias hafif sinir bozukluğuyla, “Elbise nerede, Ruby?” diye sordu.
“Çok pahalı,” diye cevap verdim.
“Önemi yok,” diye yanıtladı. “Onu alıyoruz. O kadar.”
Kaşlarımı çatarak kollarımı göğsümde kavuşturdum. Hem çok inatçı hem de kazanmaya çok alışıktı, bu yüzden istediğimi elde edemeyecektim.
“Peki o zaman.” Aklıma kazançlı bir yol gelince sırıttım. “Ama balodan sonra elbiseyi bir kadın sığınma evine bağışlamak istiyorum.”
Tobias gülümseyerek başını salladı. “Senin elbisen, dilediğini yapabilirsin.”
Mini elbiseli kız soyunma odasından elbiseyi alıp Tobias’ın yanından geçti. Tobias da onu takip etti. Kendi içinde kazandığını düşündüğünü biliyordum ama bu benim için de nereden baksam bir zafer sayılırdı.
Böyle bir miktar, yeniden başlamak isteyen kadınlar için epey iş görürdü.
Mağazanın ortasına yürüdüm. Tobias kasada ödeme yapıyordu.
Rosa, Tobias’a içinde elbisenin olduğu bir kutu ve ayakkabıların olduğu başka bir kutu uzattı. Tobias dönüp bana bakarak başını salladı.
“Haydi gidelim.”
Eve gidip dinlenmek için sabırsızlanarak başımı salladım. Arabaya döndükten sonra emniyet kemerimi taktığımda Tobias saatini kontrol etti.
“Kahretsin,” diye mırıldandı.
“Bir şey mi oldu?”
“Geç kaldım. Akşam yemeğim on dakika sonra.”
“Ben yürüyerek gidebilirim,” diye teklif ettim. Ne de olsa hâlâ şehirdeydik.
Arkadaki eşyaları göstererek, “Bunlarla mı?” diye sordu.
“Onları sonra bırakırsın,” diye önerdim.
Başını onaylarcasına sallayarak arabayı çalıştırdı. “Bu bir iş yemeği,” diye açıkladı. “Josanna’nın işten ayrılmadan önce, Lousia Taylor’ın halkla ilişkiler ve pazarlama sorumlusu olmasıyla ilgili olarak ayarladığı bir yemek.”
“Hani şu süper model…” deyiverdim.
Louisa muhteşem bir kadındı. Hatta muhteşem demek onu hafife almak olurdu. Etrafına güzellik saçmak için yaşıyor gibiydi.
“Evet,” diye cevap verdi.
İçimi bir kıskançlık acısı sardı. Dünyadaki bir numaralı süper modelle yemeğe çıkıyordu. Öpüşmemizin onun için hiçbir anlam ifade etmemesine şaşmamalıydı.
“Belki de partnerin olarak onu davet etmeliydin,” diye cevap verdim.
“O yoğun bir kadın. Vakti olduğunu sanmıyorum.”
“Yani bana hayatsız mı diyorsun?”
“Hayır Ruby ama pek çok kadın gizli bir niyeti olmadan benimle yemeğe çıkmaz. Sen benim asistanımsın. Senin tek amacın işini korumak.”
Kaşlarımı çattım. Tamamen haklı değildi. Aslında balonun nasıl olacağını merak ediyordum.
Kendi lise baloma gidemediğim için balonun nasıl bir şey olduğunu merak ediyordum ama merakımın büyük kısmı Tobias’la ilgiliydi.
Onu daha yakından tanımak istiyordum. Bana müsaade etmesini istiyordum.
Tobias bir restoranın önünde durdu. Bana dönüp konuştu.
“Toplantı bittikten sonra uğrayacağım. Saat sekiz civarında.”
Kapıyı açıp arabadan inerken, “Tamam,” diye cevap verdim.
Apartmanıma yürüyerek on beş dakikada ulaştım. Sokaklar benim gibi evlerine gitmeye çalışan insanlarla doluydu.
Tuhaf bir gün olmuştu. Hoş, Tobias’ın asistanı olarak işe başladığımdan beri tüm günlerim tuhaftı.
Binamdaki asansöre binip kendi katıma çıktım.
Eve girer girmez akşam yemeği için tavuk güveç yaptıktan sonra oturup televizyonda eski dizileri izlerken yemeye başladım.
Akşam yedi civarında duş alıp eşofman altımla atletimi giydim.
Tobias gelmek üzereydi ama kendime beni görmeye gelmediğini sürekli hatırlatmam gerekiyordu. Sadece eşyalarımı bırakmaya uğrayacaktı.
Saat sekize on kala güvenlik görevlisi arayıp ziyaretçim olduğunu söyledi. Tobias’ı tanıyor olmasına rağmen onu içeri alabileceğini söyledim.
Birkaç dakika sonra kapı çalınca, kapı dürbününden bakıp kapıyı açtım.
“Buranın sahibi olmana rağmen görevli hâlâ senin için onay mı istiyor?” diye hayretle sordum.
Tobias başını sallayarak, elinde elbise ile ayakkabı kutusu, dizüstü bilgisayar ve telefonla içeri girdi. Eşyaları yemek masasına bırakıp arkasını döndü.
“İstemeseydi işini yapmıyor olurdu,” diye cevap verdi.
“Bunları getirdiğin için teşekkür ederim.” Masadaki kutuları işaret ederek gülümsedim. “Akşam yemeği nasıl geçti?”
Tobias sırıtarak omuzlarını silkince ifadesine anlam veremedim. Ellerini ceplerine soktu.
İfadesiz bir tonda, “Verimli,” dedi.
“Verimli” derken ne demek istemişti? İçimdeki kıskançlık canavarı uyanışa geçti. Yine de buna hakkım olmadığını fark ederek kaşlarımı çattım.
Ayrıca Tobias çözülemeyecek bir bilmeceydi ve öyle ya da böyle kafası karışıktı; ben de sorunlu erkeklerin peşinden koşmamayı çoktan öğrenmiştim.
Ben, hayatım boyunca kaçınmam gereken her şeyin timsaliydi.
Tobias etrafına bakınarak, “Dairen standartlara uygun mu?” diye sordu.
“Evet, burası harika. Teşekkür ederim,” diye yanıtladım.
Daire standartlara uygun olmaktan çok daha fazlasıydı ama burada kira vermeden oturmak hâlâ içime sinmese de Tobias’la didişmemeyi öğrenmiştim.
“Güzel. O hâlde ben gideyim. Yarın işte görüşürüz, Ruby.” Kapıya yürüyüp parmaklarını kapı koluna koydu.
Çıkmaya hazırlanmasını izlerken göğsümde kafa karıştırıcı bir acı belirdi. Gitmesini istemiyordum.
Kafa karışıklığımı gizlemeye çalışarak, “Görüşürüz, Tobias,” diye fısıldadım.
Tobias arkasını dönüp bana bakarken, parmaklarını kapı kolundan usulca çekti.
Sıktığı çenesinden kendi içinde bir savaş verdiği anlaşılıyordu.
Gözleri, yüzündeki yoğunluğa ihanet ediyordu. Yumuşak ve davetkâr gözlerinden gözlerimi alamıyordum.
Ofisindeki akşamı, onunla öpüşmenin hissettirdiklerini ve o zamandan beri içimde olanları düşünmemeye çalışsam da, o karşımda öylece dururken aklımdaki tek şey onu tekrar öpmekti.
Öne doğru bir adım atarak, neredeyse birbirimize değeceğimiz noktaya kadar bana yaklaştı.
Bakışlarını kaçırıp yan tarafa bakarak, “Buraya gelmemeliydim,” diye mırıldandı.
Cevabını adım gibi biliyor olsam da ona, “Neden?” diye sordum.
Beni tepeden tırnağa süzdükten sonra bir kez daha gözlerime baktı. Usulca gülümseyerek elini yüzüme yaklaştırdı.
Hüzünle, “Çünkü sana iyi gelmem,” diye fısıldadı. “Kimseye iyi gelemem.”
Buna benim karar vereceğimi söylemeye niyetlenerek ağzımı açsam da, ben tek kelime edemeden benden uzaklaşıp evden çıktı.
Onun tarafından reddedilmek oldukça yorucu olmasına rağmen, kendi içinde verdiği şüpheli savaşa şahit olduğum için bunların hiçbir önemi yoktu.