Rida Naveen
Autumn
Havaalanına rekor bir sürede ulaşmıştık ama yine de geç kalmıştık. İçeriye girerken ne kadar aç olduğumu fark ettim ama bir şey söylememeye karar verdim.
Raven bagajlarımızı bir adama teslim etti. Terminale doğru ilerlerken midem pek de hoş olmayan bir şekilde guruldamaya karar vermişti.
Elimi karnımın üzerine bastırarak yol arkadaşlarımın kulaklarına giden sesi engellemeye çalıştım.
Belli ki işe yaramamıştı çünkü arkamdaki Raven’ın arkadaşı bir kahkaha attı.
“Prenses, sen ve Raven gidip koltuklarınızı bulun. Ben bizim için biraz yiyecek alayım. İstediğin özel bir şey var mı?” diye sordu.
“Evet, aslında ikili McChicken, büyük boy patates kızartması, çikolata soslu dondurma ve büyük boy çikolatalı milkshake istiyorum.” Dramatik bir etki yaratmak için parmağımı dudağıma götürdüm.
“Hmm ve bolca ketçap almayı unutma. Ve bir de içecek. Ne olduğu fark etmez, şaşırt beni!”
Siparişim karşısında ağzı bir karış açık kalmıştı ama bana prenses derse olacağı buydu. Sadece bu da değil, sipariş ettiğim her şeyi yiyecek kadar açtım. Ona bir öpücük verdim ve gideceğimiz yeri bulmak için arkamı döndüm.
Döndüğümde Raven’ın gülmemeye çalıştığını gördüm. Arabada yaşadığımız o yoğun andan sonra tek kelime etmemişti.
Kafamı karıştıyordu ama zaten onu aklımdan çıkaramadığım için bunu fazla düşünmek istemedim.
Uzun bacaklarıyla benden hızla uzaklaşırken ona yetişmek için hızımı arttırdım.
“Eee,” diye garip bir şekilde başladım. “Alfanız hakkında gerçekten korkunç şeyler duydum ama insanlar dedikoduyu seviyor, değil mi? Gerçekten nasıl biri? İkinize gerçekten güveniyor olmalı...”
Yoğun bakışlarını üzerime çevirince olduğum yerde durdum.
“Hayır. Onun hakkında duyduğun her korkunç şey doğru. Muhtemelen alfa olmak için babasını öldürdüğünü de duymuşsundur. Bu da büyük ihtimalle doğru.”
“Nasıl biri olduğu sorusuna gelince buna sen karar vereceksin. Ama onunla geçirdiğim süreyi düşünürsem senden hoşlanmayacağını biliyorum.”
Söylediklerini ciddiye almadım. Ne zaman beni susturacak bir şey söylese, beni etkilemesine izin vermemeye çalışıyordum. Yani... Aslında çoktan beni etkilemişti ama bu asla ona itiraf edemeyeceğim bir şeydi.
Raven’ın Mavi Hilal Sürüsü’nün alfası hakkında söylediklerinin yalan olup olmadığını çözemiyordum.
O alfa hakkında bir sürü şey duymuştum. Bazıları onun bir katil olduğunu ve içinde “insanlık” namına hiçbir şey kalmadığını söylerken, diğerleri olağanüstü nazik ve sevgi dolu biri olduğunu söylüyordu.
İçimdeki huzursuzluğu silkeleyerek ona zekice cevap verdim.
“Ve eğer senin gibi biriyse ben de alfandan hoşlanmayacağım.”
Bana cevap verdiğinde yüzümdeki gülümseme kaybolmuştu.
“Bundan emin misin Güneşcik?” dedi sırıtarak.
Güneşcik mi? Sürü ismimle dalga mı geçiyordu? Kahretsin, sinirlerimi bozuyordu. Ama onu tokatlamak yerine yüzündeki seksi sırıtışı öpmek istiyordum.
Kalçalarıma uzandığında düşüncelerimi okuduğunu düşündüm. Sıcak, erkeksi elleri şortumun kumaşını yakıyordu ve yemin ederim başparmakları karnımın açıkta kalan kısmını okşuyordu.
Böyle zamanlarda günlük egzersizlerim için şükrediyordum, ancak ara sıra belirginleşen bel simitlerim beni hiç rahatsız etmiyordu.
Beni daha yakına çekmek yerine etrafımda döndürdü ve sıraya doğru itti. Öne doğru tökezledim. Terminale ulaştığımızı fark etmemiştim bile.
İstemeyerek de olsa, uçağa binen yolcuları geciktirenin ben olduğumu fark ettim. O beni umursamıyor gibi görünürken, ben onun için nasıl bu kadar gözümü karartmıştım?
Ona döndüğümde Raven’ın yanımızda duran sevimli bir adama hırladığını gördüm. Zavallı adamın gözleri saniyeler içinde benden başka yere kaydı. Tanrım, erkeklerin bu baskın olma sevdasını anlamıyorum!
Gözlerimi devirip tişörtünü çekiştirerek Raven’ı o adamla girdiği yoğun bakışma yarışından çekip çıkardım.
Sevimli adama hızlıca gülümsediğimde o da nezaketle karşılık verdi. Raven onu korkutup kaçırmıştı. Kim bilir hangi sebeple?
Uçağa binip ön sıradaki koltuklarımıza oturduk. Raven’ın koltuğu hemen yanımda, arkadaşınınki ise bir sıra arkamdaydı.
On beş dakika geçmişti, Raven’ın öfkeyle birine mesaj atmasını izliyordum. Sonra birini aradı ama telefon telesekretere düştü.
“Dylan, neredesin? Uçak kalkmak üzere,” dedi telesekretere mesaj bırakarak.
Dylan, adı buydu.
Onun hakkında öğrendiğim her şeyi Rin’e bildirmek için bunu hızlıca aklıma not ettim çünkü aynı evde bulundukları yirmi dakika içinde Rin’in ona karşı ciddi bir aşk beslediğini biliyordum.
Bu kız gerçekten deliydi.
On beş dakika geçmişti ama Dylan’dan hâlâ bir iz yoktu.
Kabin ekibi ıslak mendillerle etrafta dolaşıyordu, kalkış zamanının geldiğinden emindim. Anonslar hoparlörlerden bangır bangır duyuluyordu, bir anda uçak uçuş pozisyonuna geçti.
Raven aynı anda hem endişeli hem de kızgın görünüyordu.
Hemen Wi-fi satın alıp internete bağlandı. Ona Dylan’a ne olduğunu sormadan önce ben de yarım saat boyunca Instagram’ıma göz attım. İşine burnumu sokmadan önce sakinleşmesini beklemek istemiştim.
“Birkaç kurt adam tarafından etrafı sarılmış, bu uçağa yetişmek için yeterli zamanı olmadı. Bir sonraki uçakla dönecek,” dedi Raven.
Sanki çok önemli bir şey değilmiş gibi davranıyordu ama içimden bir ses bunun doğru olmadığını söylüyordu.
“Dylan iyi ama, değil mi?”
Raven bana baktı, gözlerinde merak vardı.
“Evet.”
Gözlerimi kaçırdım ama hâlâ onun ateşli bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum.
Bir hostes her zamanki atıştırmalıkları dağıtmaya başladı. Raven’a baktığında gözlerinin pörtlediğine yemin edebilirdim. Raven ona baktığında hostesin yüzünü flörtöz bir gülümseme kapladı.
“Siz çifte kumrular ne içmek istersiniz?” diye mırıldandı seksi bir şekilde, bir kez bile bana bakmadı. Gözleri Raven’a bakmakla meşguldü. Daha doğrusu onun vücuduna.
Belli ki aramızda bir şey olup olmadığını öğrenmek istiyordu, böylece Raven’a bir hamle yapabilirdi.
Ve dürüst olmak gerekirse, bunu yapmayı kim istemezdi ki? Raven yakışıklı ve çekiciydi. Onunla ilgili bir şey, bana açılana kadar sırlarını teker teker keşfetme isteği uyandırıyordu.
Hostes bize çifte kumrular dedikten sonra Raven’ın bakışları doğrudan bana yöneldi.
Ben daha aramızda öyle bir şey olmadığını söyleyemeden bana ne içmek istediğimi sordu. Sesinin bu kadar yumuşak olması ve bana bunu sorma zahmetine girmesi bile beni şaşırtmıştı.
İkimiz de portakal suyu istedik. Şarap ya da daha pahalı bir şey isteyeceğini düşündüğümden bir kez daha şaşırmıştım.
Hostes, Raven’a yiyecek ve içecekleri uzatırken Raven hiçbir şey söylemedi. Hostes ayrılmadan önce kalçasını Raven’ın koluna sürtünce kıskançlıktan yumruğumu sıktım.
Neyim vardı benim? Raven benim eşim bile değildi, böyle davranmaya hakkım yoktu. Ona sadece görünüşü yüzünden ilgi duyduğumu kendime hatırlattım.
“Kusura bakma tatlım. Eğer bir şeye, herhangi bir şeye ihtiyacın olursa bana gelebilirsin!” dedi hostes neşeyle Raven’a.
Raven başını kaldırıp ona bakma zahmetine bile girmeden homurdandı. Hareketleri beni itiraf etmek istediğimden daha fazla tatmin etmişti.
Sessizce yemeğimizi yedik. Babamla tartışmamız sanki günler önce olmuş gibiydi, yorgunluktan ölüyordum. Kulaklığımı takıp gözlerimi kapattım.
Ama aniden aklıma bir şey gelmişti. Yirminci yaş günüme dört gün kalmıştı, eşimi bulabileceğim gün.
Derin bir uykuya dalarken yüzümde bir gülümseme belirdi.