Alfa ve Aurora - Kitap kapağı

Alfa ve Aurora

Delta Winters

Tur

RORY

"Alfa size sürünün etrafını göstermemizi söyledi," dedi Gamma, odaya doğru yürürken. "Ayrıca senin sürüdeki evine yerleşmene yardım edeceğim."

"Sürü evine mi?" diye sordum, Beta iğrenmeyle karışık bir şekilde bana karşı göz devirirken. Gamma da bu tepkisini durdurmak için Beta’yı dürttü.

"Yani Alfanın odasına,” diyerek yanıtladı Gamma, yüzünde boş bir ifadeyle.

"İsimleriniz nedir?" diye sordum. Hastane yatağımdan kalkarken dengemi kaybedip, az kalsın onlara çarpacaktım.

"Benim adım Ace ve Beta'nınki de Lucius. Alfa'ya hâlâ iyi olmadığını söyleyeceğim," dedi Ace.

"Neden?"

"Çünkü zar zor yürüyorsun,” diye cevap verdi ve bana dokunmadan beni yatağa geri yönlendirdi.

"Ben koyun değilim,” diye mırıldandım, beni yatağa itme girişimine karşılık kaşlarımı çatarak. "Ve ben iyiyim. Normalde de böyle yürüyorum."

Yatağımın yanındaki temiz spor ayakkabıların üzerine doğru kaydım ama neyse ki destek için tutunacak yer bulmuştum.

Sonra onlara kapıya gösterirken, kurtlara tatlı bir gülümsemeyle karşılık verdim.

Lucius bana çatık kaşlarıyla ahenk içinde olan sinirli bir bakış attı ama hareketlerim Ace’i eğlendirmişe benziyordu.

Ama yine de, ikisi de isteksizce kapıdan çıkıp beni koridorlardan geçirdiler.

Dışarı çıktığımızda, güneş cildime şiddetli bir şekilde çarpıp daha gözümü bile kırpamadan gözümü kamaştırdı.

Hakkımda oluşturdukları varsayımlara ilişkin düşüncelerimi göz ardı ederek, hastanenin girişinden yalpalayarak çıktım.

"Tüm insanlar bu kadar... sakar mı?" diyerek yakındı Lucius.

"Onun yerde ne işi var?" diye tanıdık bir ses kükredi. Onun ayak sesleri davulun yarattığı gürültüye benzerdi. Yere düşmüş olan bana doğru geliyordu.

Öfke ve şaşkınlıkla dolu gözlerine baktım. Ama kısa süre sonra utangaç gülümsememi görünce, öfkesini bastırıp iç çekti.

"Yürüyemiyor bile. O bir çocuk gibi," dedi Lucius, hakaret edercesine, ancak Everett'in kaşları tekrar çatılmaya başladığı için, söylediğinden hemen pişman oldu. "Hastane odasından buraya en az 10 kez düştü."

Everett'in yakışıklı çehresine bakarak “Vay be,” diye mırıldandım.

Gördüğüm en güzel adamdı. Geniş, kaslı omuzları ve göğsü adeta fiziksel gücünün kapasitesini gösteriyordu.

Hemen hemen iki katımdı. Beni başparmağıyla işaret parmağı arasında ezebilecekmiş gibi hissettiriyordu. Gömleği karın kaslarına yapışmıştı ve o kadar yapılılardı ki, dışardan bile içerideki kasların görkemini hissedebiliyordum.

Daha karanlık yönü, gözlerinin safir rengi ile uyum içindeydi. O gözlerin içlerinde özlem, şüphe, hayal kırıklığı ve dinginlik gibi birçok yoğun duygu bulunuyordu.

Bu kadar çelişkili duygu nasıl aynı anda bulunabilirdi ki?

"Üzgünüm Alfa," dedim. Sanki kendim olduğum için özür dileme ihtiyacı hissediyordum ve bu durum artık canımı sıkmaya başlamıştı. Ama Everett yine de onun ruh eşi olduğum için hayal kırıklığına uğramış gibiydi.

Ben de öyle olurdum.

Ellerimi tutmak için ileri uzandı ve ellerimiz, sanki birbirleri için yaratılmış gibi birbirlerine kenetlendiler. Benim küçük ellerim onun koca ellerine birebir uymuştu.

Vücuduma sıcak kıvılcımlar yayıldığını hissediyordum. Beni ayağa kaldırıp kendine doğru çekti.

İfadesi gözleri kadar çelişkili görünüyordu; Ellerimi sıkıca kavramıştı ama bir yandan da benden uzaklara bakmaya çalışıyordu.

"Yapmam gereken işler var,” dedi ve ellerimi bırakıp aceleyle geldiği yoldan geri gitti. Ve elim bu yeni bulduğu eşini kaybetmenin üzüntüsüyle bir süre havada asılı kaldı.

"Sürü için en iyisini yapacaktır," dedi Lucius, yüzümdeki şaşkın ifadeyi fark ederek. Daha sonra Alfanın arkasından bakmaya devam etti.

Gözlerini gözlerimden kaçırdığında, kalbim sanki en önemli parçasını kaybetmiş gibi hissetmiştim.

Beni asla istemeyecekti. Sürü için en iyisini yapacağı kesindi ve bu da beni reddetmesi anlamına geliyordu.

Lucius ve Ace, arkalarından onları takip etmemi bekleyerek yürümeye başladılar. Sürekli tökezlememi saymazsak, ben de arkalarından beklentilerini karşılayarak, bir bakıma, yürümeye çalışıyordum.

"Okula gidebilecek miyim?" diye sordum masumca. Fakat anlamlı ve açıklayıcı bir cevap yerine, ikisi de senkronize bir şekilde kahkaha attılar.

Biraz yavaşlayıp, iki yanıma geçtiler. Yüzlerinden daha deminki sorumun onları bir hayli eğlendirdiğini görebiliyordum.

"Belki de bu koca sürünün Luna'sı olacaksın ve sen bize ciddi ciddi okuldan mı bahsediyorsun?" diye sordu Ace, esprili bir ses tonuyla.

"Evet." Her ikisine de bu konudaki kararımın kesin olduğunu vurgularcasına ifadesiz bakıyordum. Ama karşılığında tek aldığım, Lucius'tan göz devirme eşliğinde bir kahkaha daha oldu.

Ace, okul, kütüphane ve banka gibi farklı binaları bana tanıtıyor olsa da, ben hem onu dinlemeye hem de aynı zamanda yere düşmemeye çalışıyordum, ki bence iyi de gidiyordum.

Sadece biraz dikkat çekiyordum.

Sürü evine vardığımızda, kurtları etraftan göndermek için zihin bağıyla hepsine sinyal gönderdiler. Belki de bunun nedeni, Alfa’nın eşinin bir insan olmasından dolayı yüzlerinde oluşacak utancı görmemek içindi.

Sanırım benim Alfa’nın Luna’sı olup olamayacağımı bilemezlerse, beni birilerine de tanıtamazlardı.

Onun erkeksi kokusu ve hakimiyeti, onun olduğunu düşündüğüm bir odaya adımımı attığım ilk andan beni içine çekmişti. Parmaklarımı çarşaflarının üzerine gezdirirken, bir anlığına yüreğim dinginlik ve sakinlikle doldu.

"Günlerinin çoğunu burada geçireceksin. Lucius gibi ben de koridorda uyuyorum ve Alfanın çalışma odası "özel" olarak işaretlenmiş.”

Ace sert bir tonda şöyle açıklıyor: "Yani, oraya girmene izin verilmediği sürece, oraya giremezsin."

Cevap olarak, sadece başımı salladım.

"Burada sadece siz üçünüz mi yaşıyorsunuz?"

"Evet, ama bazı sürü üyeleri de girip çıkabiliyor. Ve alt kattaki büyük salon benzeri odada toplantılar olabiliyor," diye yanıtladı Lucius.

Benimle bir dakika daha geçirirlerse insan hastalığına yakalanacaklarmış gibi hemen yanımdan ayrıldılar.

"Burası, beni öldüren son sürümden daha kötü olamaz," dedim kendi kendime.

Dünyayı değiştirebilecek bir yeteneğim olduğunu bilmek çok garipti.

Beni öldürmüşlerdi. Sadece denemekle kalmadılar. Beni gerçekten öldürdüler. Ve şimdi buradaydım, yaşıyordum, üstelik ruh eşimi de bulmuştum.

Freya'yı ya da Eddie'yi arayıp iyi olduğumu söylemek istiyordum. Ama hiç telefonum olmadı. Zaten olsa da, ‘ölmüş’ olduğum için haber veremezdim.

Ve onları bir daha göremeyecektim.

Everett okuldaki son yılımı arkadaşlarımla bitirmeme izin vermeyecekti. Yani Everett aksine bir karar vermezse ömrüm boyunca etrafım bir kurt sürüsüyle çevrili olacaktı. Aman ne güzel!

Yatağıma geri döndüm, ayakkabılarımdan kurtulup yatağıma kıvrıldım ve kendime sonunda derin bir nefes alma izni verdim.

Everett beni kabul ederse, beni Nick ve Victoria'dan koruyabilirdi.

Ama onlar beni öldürdüklerini sanıyorlardı. Boğazımı kesmişlerdi. Ve kanıt olarak bir yara izim bile yoktu.

Beni tekrar canlı görürlerse, bir şeylerden şüpheleneceklerdi. Ve eğer bu sürünün Luna'sı olursam, beni görmeleri an meselesiydi.

Belki de ölü kalmak, başka bir yerde yeni bir hayata başlamak, yani Everett'in beni reddetmesini sağlamak benim için daha iyiydi. Böylece özgür olabilirdim.

Ama Everett... Bunu ona yapamazdım. O benim ruh eşimdi. Zaten ona ihtiyacım olduğunu hissediyordum ve daha onun kim olduğu veya nasıl biri olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu.

Ama beni kabul edip etmemeyi düşündüğü için, ruh eşi bağımıza rağmen, o sadece sürüsüne ve geleceğine önem veriyordu ve ben buna saygı duymak zorundaydım. O bir Alfa’ydı sonuçta.

Büyük bir sorumluluğu vardı ve sürüsünü etkileyecek herhangi bir kararı alırken dikkatli ve akıllıca düşünmek zorunda olduğunu biliyordum.

Böyle hissettiğini bilsem de, bütün bunları aramızdaki bağın gücüyle yapamazdı. Ve bunun öyle olmasını dilesem bile, hislerine ve nefsine kurban olmamak çok güç istiyor olmalıydı.

Onu tanımak istiyordum ama bana karşı her zaman mesafeli olacağını ve beni kendinden uzak tutacağını biliyordum.

Kendime acı çektirip, düşüncelerimde boğulmak yerine yataktan kalkıp, etrafımı keşfetmeye karar verdim. Yataktan kalkmak için yeltendim.

Daha doğrusu, tabii ki yataktan düşerek yatağı terk etmiş oldum. Vücudumu sert bir şekilde yere çarptım ve getirdiği bu güzel acıdan zevk almaya baktım.

Yaralanmaya ve morarmaya o kadar alıştım ki, bazı yaralanmalarımı hissetmiyordum bile. Ama bu seferki inanılmaz derecede canımı acıttı. Yine de görmezden geldim. Benim acilen bu odadan çıkmam lazımdı.

Bu onun emirlerine aykırı mıydı peki? Sonsuza kadar burada kalacak halim yoktu heralde.

Onu kızdırmamak için onun ruh eşi olmamla alakalı hiçbir şey söylemiyordum. Bu belki onun kararını kolaylaştırabilirdi. Hâlâ nasıl bir sonuca varmasını istediğimden emin değildim.

Sokakta birkaç bakışa maruz kalarak yürümeye devam ettim. Onlar kurt ve insan kokusunu ayırt edebiliyorlardı. Keşke insanlara da bir “Hoş geldin!” deme nezaketini gösterselerdi.

İnsanlara burada ne aradığımı nasıl söyleyecektim peki? Gel de onlara sürü liderlerinin eşinin bir insan olduğunu izah et.

Bu onları sadece daha çok merakta bırakırdı . Belki de onlara, haydut bölgesinde yaralandığımda Alfa’nın bana yardım ettiğini söylemeliydim. Ne de olsa yaptığı şey buydu.

Ve belki de onun için sadece yaralı, küçük bir insandım.

Kütüphaneye girdim ama etraf birkaç kurt ve bana bakan meraklı bir kütüphaneci dışında neredeyse boştu.

Buraya uyum sağlamam biraz zaman alacaktı, belki de hiç uyum sağlayamayacaktım.

Eski sürüme hiç sağlayamamıştım.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok