Yoland Zawadi
ISABELLA
Jason gideli biraz olsa da ben hâlâ hareket edemiyordum. Hareketsiz ve uyuşmuş durumdaydım. Son zamanlarda hayatım büyük bir değişim geçirmişti.
Daha bir ay önce eski sevgilimin beni koca memeli iki sürtükle aldattığını görmüştüm. Bir ay önce bir kulübe gidip bekaretimden kurtulmaya karar vermiştim.
Bundan bir ay sonra hamile olduğumu öğrendim. HAMİLEYDİM. Bu babanın habersiz olduğu bir hamilelikti. Ayrıca daha önce bir bebeğimi kaybettiğim bir hamilelikti.
Şimdi de kaçırıldığımı ve öz annemin akli dengesinin yerinde olmadığını öğrenmiştim.
Uyumadan önce atıştıracak bir şeyler bakınmaya karar verdim. Tavuklu bir sandviç yapıp çikolatalı süt koydum. Yemeğimi adaya koyup telefonumu çıkardım.
İşe şimdi her zamankinden daha çok ihtiyacım vardı. Görüşme yaptığım pozisyonun hâlâ açık olduğunu fark etsem de ilanı direkt geçtim. Beni hamile bırakan adam için çalışacak halim yoktu.
C&S Şirketi’nin CEO'sunun kişisel asistanlığı için açılmış başka bir iş ilanına denk geldim. Özel asistanlığın sıkıcı olabileceğini bilsem de buna başvurabilirdim.
Dolgun bir maaşı olduğuna emindim. Uyumadan önce bu pozisyona başvurmaya karar verdim.
***
Uyandığımda oda hâlâ karanlıktı. Saati kontrol etmek için telefonuma uzandım. Sabah 04.20 idi. Ah, harika. Yataktan kalkıp koşuya çıkmaya karar verdim. Koşu bebeği etkilemezdi, değil mi?
Koşu kıyafetlerimi gidip buzdolabından bir şişe su aldım. Kulaklığımı takıp evden çıkarak kulaklığımı iki kez kontrol ettim.
Boş yolda ilerlemeye başladığımda hava biraz ılıktı. Koşu yapmayı seviyor, ruh halime bağlı olarak hafta üç kez bunu yapıyordum. Çoğunlukla stres atmak için koşuyordum.
Her zamanki yolumda yaklaşık yirmi dakika koştuktan sonra yolun kenarında bir ceset gördüm. Aniden durarak, gidip bakmalı mıyım yoksa eve mi dönmeliyim diye sorguladım.
Gidip bakmazsam sonrasında suçlu hissedeceğimi biliyordum.
Derin bir nefes alarak cesede yaklaştım. Yaklaştıkça cesedin bir erkek olduğunu fark ettim. Yanına gittiğimde yüzüyle göğsünün kanla kaplı olduğunu gördüm.
Bilinci kapalı olmasına rağmen hâlâ nefes alıyordu. Ambulans çağırmak için telefonumu çıkardım.
Suyumu alıp yüzündeki kanı yıkarken, Sydney Kings’in aptal ve yakışıklı yüzünü gördüğümde nefesim kesildi.
Çömeldiğim yerden hızla kalkıp fal taşı gibi açtığım gözlerimle yüzüne baktım.
Ona ne olmuştu? Göğsünde ve yüzünde morluklar, karnında da bıçak yarası vardı. Bunu her kim yaptıysa onu ölüme terk etmiş olmalıydı.
Onun henüz doğmamış bebeğimin babası olduğunu hatırlayınca kalp atışlarım hızlandı. Yanına tekrar diz çöktüm. Ambulansı arayalı biraz olmuştu ve dakikalar geçtikte daha da endişeli ve huzursuz oluyordum.
“Hey. Güçlü olmalısın. Duydun mu? Ambulans çağırdım, birazdan burada olur.” Ben bunları söyler söylemez uzaktan gelen siren sesini duydum.
Rahatlamış bir halde, “Tanrı’ya şükür,” diye mırıldandım. Ayağa kalkıp sesin geldiği yöne baktım.
İki dakika sonra Sydney'i ambulansa yerleştirdiler. Onunla gitmeye karar verdim. Ben ne yapacağımı bilmeden sessizce onu izlerken, sağlık çalışanları da yaralarını temizliyordu.
Göğsümdeki tuhaf hissin ne anlama geldiğini bilmek istemiyordum.
Daha yeni taburcu olduğum hastaneye vardık. Sydney kolundaki kurşunun çıkarılması için alelacele ameliyathaneye götürüldü. Kurşun yarasını nasıl oldu da görmemiştim?
Doktorlar işlerini yaparken bekleme odasında oturdum.
Doktor bana Sydney'in bir odaya alındığını, şu anda uyuduğunu ve altı saat kadar daha uyuması gerektiğini söylediğinde saat sabahın yedisiydi.
Odasına gidip yatağının yanındaki tek sandalyeye oturup uyurken onu seyrettim.
Yüzü ameliyattan önceki haline kıyasla biraz daha huzurlu görünüyordu.
Kaşları kalındı. Yüzü için mükemmeldi. Kapalı gözlerine bakınca gri renklerinin bana gümüşü nasıl anımsattığını hatırladım. Kirpikleri de oldukça uzundu!
Neden uzun kirpikleri olduğunu merak ederken homurdandım. Bir makas alıp onları kesebilirdim. Bunu yaptığımı anlamazdı. Değil mi?
Hafifçe çarpık görünen burnuna baktım. Birkaç kez kırıldığına emindim. Burnunun sol tarafından yanağına doğru uzanan belli belirsiz bir çizgi vardı.
Hiç düşünmeden, gerçek bir aptal gibi elimi kaldırıp yara izine götürdüm. Tam yüzüne dokunurken, arkamdan bir ses duyduğumda kalbimin yerinden fırlayacağını hissettim.
“Sen nişanlımla ne yapıyorsun?”
Karanlıkta araba farı görmüş tavşan misali açılan gözlerimle elimi hızla geri çektim.
Sesin kaynağı benden daha uzun boylu ve manken gibi görünen bir kadından geliyordu. Pembe kısa bir etek ve onunla aynı renkte bir palto giymişti. Sarı saçları ve yeşil gözleri vardı.
Çok güzel bir kadındı. Manken olduğuna kalıbımı basardım.
Sözlerini birden hatırlayınca kaskatı kesildim. “Nişanlım mı?” Kalbim hızla atmaya başladığında Sydney’den uzaklaştım. Nişanlı bir adamla yattığıma inanamıyordum. Bunu nasıl yapabilirdi?
Kadın bana attığı sinirli bakışla adeta, Çeneni kapat ve buradan defol git, dedi. Yatakta yatan aptaldan uzaklaşırken neredeyse gülecektim.
“Nişanlı buraya getiren benim. Uğradığı vahşice saldırıdan sonra onu ben buldum. Artık sen geldiğine göre ben gideyim.” Odadan çıkıp evime dönmek için yola koyulurken ona alaycı bir şekilde gülümsedim.
Üzerimde hiç para yoktu ve yürümek en az otuz dakika sürecekti.
İçimden, Evden koşu yapmak için çıktım. Koşarak on beş dakikada evde olabilirim,~ diyerek kendimi ikna etmeye çalıştım.
Ve aynen böyle yaptım.
Eve gelip telefonumu mutfak adasının üzerine bırakarak banyoya girdim. Ter koktuğumdan ve kıyafetlerim hafif nemlendiğinden çok rahatsız hissediyordum.
Hızlı bir duş aldıktan sonra kahvaltı hazırladım ama kahvaltımı bitirir bitirmez midemin bulandığını hissettim. Banyoya koşup yediklerimin her zerresini çıkardım.
İç çektim. Sabah bulantısı yaşamıştım. Ve şimdi yine acıkmıştım. Kahretsin!