Kralla Çıplak - Kitap kapağı

Kralla Çıplak

J.M. Felic

0
Views
2.3k
Chapter
15
Age Rating
18+

Özet

Bekaretimi her defasında farklı şekillerde kaybediyorum.

Bazen sarayda, bazen de pislik içinde.

Bazen üstteyim, bazen de çığlıklarımı susturmak için yüzüm bir yastığa gömülüyor.

Bazen çok acıtıyor, bazen de zevkten kendimden geçiyorum.

Ama ne olursa olsun aynı kalan bir şey var.

Hangi hayatta olursa olsun, beni buluyorsun.

Onu her zaman seninle kaybediyorum.

Fazla göster

66 Bölüm

Bölüm 1

Bölüm 1

Bölüm 2

Bölüm 2

Bölüm 3

Bölüm 3

Bölüm 4

Bölüm 4
Fazla göster

Bölüm 1

Bekaretimi her defasında farklı şekillerde kaybediyorum.

Bazen sarayda, bazen de pislik içinde.

Bazen üstteyim, bazen de çığlıklarımı susturmak için yüzüm bir yastığa gömülüyor.

Bazen çok acıtıyor, bazen de zevkten kendimden geçiyorum.

Ama ne olursa olsun aynı kalan bir şey var.

Hangi hayatta olursa olsun, beni buluyorsun.

Onu her zaman seninle kaybediyorum.

Bu yüzden beni çok bekletme aşkım...

NICOLETTE

Ben küçükken babam hep, dünyadaki en güzel iş arkeolog olmak derdi.

Her kazı gezisi dönüşü yanında keşfinden bir parça getirirdi.

Tüm o eski eserlerle evimizin ne kadar harika göründüğünü hayal edebilirsiniz.

Eğitim Fakültesi’nden mezun olmama rağmen muhtemelen bu nedenle ben de arkeolog oldum.

Arkeologların güneş altında yanarken uzun süre pislik içinde kazdığını söyleyen babama göre, sonuç tüm acıya değiyordu.

Yeni bir dünya, yeni bir hayat ya da kimsenin var olduğunu bilmediği yeni bir obje keşfetmenin verdiği heyecan, acıyı unutturuyordu.

Ayrıca milyonda bir de olsa kendimizi aynı anda iki yerde bulma ihtimalimiz olduğunu söylerdi.

Tabii o zamanlar küçük olsam da onun her dediğine inanmazdım. Yani bu nasıl olabilir ki?

Işınlanmalar ve beden-dışı deneyimler, insan hayal gücünün sadece bir uydurmasıdır.

Öyle değil mi?

O zamanlar bunları gerçekten deneyimleyeceğimi bilmiyordum.

Hem de böyle acı verici, mide büken, esaslı bir şekilde...

***

Her şey, son kazımda bulduğum antik bir aynayı evime getirmekle başladı.

180 cm boyundaki ayna, çok eski görünüyordu ama üzerinde “değerli” olduğunu düşündürecek hiçbir detay yoktu.

Çerçeve yaldızlı değildi bir kere. Yakut ya da elmasla da süslenmiyordu. Kenarlarına oyulmuş küçük çiçekler ve zarif kıvrımlarla epey sade bir parçaydı.

Belki de Malta Gümrük Dairesi'ndekiler, onu eve getirmeme bu yüzden izin vermişti.

Aynayı Malta'dan New York'un kalbindeki Hedonia Apartmanı ve Süitleri'nin on ikinci katındaki daireme kadar sürüklemiştim.

Önemsiz görünüyordu. Hurda gibiydi. Yine de onu evimde tutmaya karar verdim.

Neden?

Dürüst olmam gerekirse, bilmiyorum.

Sadece bir tür bağ hissettim.

Tarif edemediğim bir duygu.

Ayrıca, Grek temalı yatak odamla da mükemmel uyum sağladı.

Aynayı astıktan sonraki ilk gece... ürperticiydi.

Siz hiç uyurken, bir şey ya da biri size bakıyormuş gibi hissettiniz mi?

Tam olarak öyle hissediyordum. Ama bu konuda çok fazla düşünmedim.

Küçüklüğümden beri etrafımda açıklanamayan şeyler oluyordu.

Aniden kafamda beliren bulanık ve garip anılara alışmıştım. Onlarla büyümüştüm. Günlük hayatımı mahvetmelerine izin vermiyordum.

Ama aynayı eve getirişimin dördüncü gününde gariplikleri görmezden gelmeye devam edemedim. Ayna, sanki pürüzsüz yüzeyine dokunmamı istiyormuş gibi manyetik bir çekim yayıyordu.

Ve ona dokundum.

Tam o anda dengemi kaybettim ve aynadaki yansımamın üzerine yüzüstü düştüm.

Sonrasında hatırladığım tek şey, zonklayan bir baş ağrısıyla çimlerin üzerinde uzanırken midem iki büklüm kusacak gibi hissedişimdi.

Bu da ne?

Geceydi, bu yüzden çevremdekileri net seçemiyordum.

Ama göz ucuyla iki insan silüeti gördüm...

Sanırım.

Tehditkâr görünüyor, garip şekilli zırhlar giyiyor ve kalın, kavisli bıçaklar tutuyorlardı. Gözleri üzerimdeydi.

İşte o zaman siki tuttuğumu anladım.

LUCIEN

Kirli bir zihnim var. Çok pis numaralar biliyorum.

Tak. Tak. Tak.

Kalın kapı üç kez çalındı.

İçinde bulunduğum duruma nihayet bir ara. Kıvırcık saçlı, muhteşem memeleri olan bir sarışınla yarım saattir takılıyorduk ve ben...

Lanet olsun.

Bir

Türlü

Gelemiyordum.

Beni yanlış anlamayın. Metreslerimi seviyorum, on beşini de.

Ya da yirmi?

Of, bilmiyorum bile. Onları konseyim buldu, ben değil.

Ama hiçbiri beni tatmin edemedi.

Sert aletimin üzerinde zıplarken eşeğe benzer bir ses çıkaran sarışın kadının iniltileri, kulağımda şiddetli bir biçimde çınlıyordu.

Sinir bozucuydu. Hem de çok.

Birinin kapıyı çalmasına çok sevindim.

"Çık dışarı," diye aniden emir verdim kadına.

"Ya hayırrr," diye ağladı. Doğrulup onu kenara ittim.

Islak vajinasını köküne kadar görebileyim diye bacaklarını havaya kaldırdı. Gözlerimi zor kaçırdım.

"DIŞARI dedim. ŞİMDİ."

"Ama Ekselansları..." Bana yalvaran bir bakış attı ve sonra tekrar üzerime tırmandı. "Hâlâ sırılsıklam..."

Kaşlarımı çatarak, "O zaman git kendini parmakla!" diye bağırdım.

Anında söndü. Sonra buruk dudaklarla yataktan kalktı ve kıyafetlerini yerden topladı.

Geniş kapıyı açtı ve dosdoğru dışarı çıkarken ağzı bir karış açık Sör Guillard'a çarptı. Sör Guillard’ın gözlerinin hızla ilerleyen çıplak kalçaya doğru kaydığını gördüm.

"Bir tane daha mı efendim?" diye sordu. "Eğer onlara hak ettikleri sevgiyi vermezseniz yakında cariyeleriniz tükenecek."

"Cık." Laflarından iğrendim. "Şimdi ne istiyorsun, Guillard?"

"Bir dakikanızı, Ekselansları," diye cevap verdi, örtme zahmetine bile girmediğim, hâlâ dimdik olan sikime bakmamak için elinden geleni yaptı.

"Yasak Orman taraflarında devriye gezen iki asker, bir kadını tutukladı. Sizin tavsiyeniz için taht salonunda bekliyorlar."

"Canımı böyle şeylerle sıkma," şikâyet ederken bir yandan ayağa kalkıp pantolonumu çektim. "Kendin hallet."

Askeri deri ceketimi yatak başlığından aldım ve esneyen gövdeme geçirdim.

Guillard, kafasını eğerken boğuk sesler çıkardı. "Tüm saygılarımla efendim, yapamam çünkü kadının dilini anlamıyorum. Kıyafetlerine bakılırsa o... bir yabancı."

Kaşımın teki kalktı. "Yabancı mı?"

Meraklanmıştım.

Uzak bir dünyanın görüntüleri zihnimde parlıyordu.

Hayır, olamaz...

Ama önce kendi gözlerimle görmeliyim.

"Beni ona götür" diye buyurdum.

NICOLETTE

"SUÇUM NE?" Tepemde dikilen iki korkunç adama var gücümle bağırdım.

Normalde, aynı durumda başkası olsa ağlardı.

Ben ağlamamıştım. Henüz o kişi ben değildim.

Ama beni esir alanlara bağırıp çağırmaktan sesimin kısıldığını hissedebiliyordum.

Akıl almaz durumumu anlamaya çalıştım.

İlk olarak, Malta'dan getirdiğim antik aynanın bir çeşit sihirli gücü olduğu açıktı.

Mısır’ın lanetli objeleri, voodoo bebekleri ve büyülenmiş eşyaları hakkında her şeyi biliyordum ancak bu...

Bu, daha önce gördüğüm hiçbir şeye benzemiyordu.

Tamamen normal bir kadın, tamamen normal dairesinde dururken, nasıl olur da bir aynaya dokunarak kendini bilinmeyen bir yerde bulur?

Böyle şeyler sadece filmlerde olurdu!

İkincisi, bilim ve tarih bilgimle tamamen çelişen bir yerdeydim.

Yakaladıklarında beni fil ve goril kırması bir çeşit hayvanın arkasına bağlamışlardı. Şaşırtıcı derecede evcil yaratığa binerken çevremi gözlemlemeyi başardım.

Geçtiğimiz yol karanlıktı çünkü gökyüzünde ay ve yıldız yoktu. Atmosfer ağırdı ve yer, kükürt ve çürüyen çöp kokuyordu.

Birkaç dakikalık yolculuktan sonra her şey değişmeye başladı.

Korkunç koku dağıldı ve hava hafifledi. Altımdaki toprak, Dünya'dakine benziyordu ama su ve gökyüzü çok farklıydı.

Bir gölün yanından geçtik ve suyun gümüşi, parlak bir görünüme sahip olduğunu fark ettim. Gökyüzü, Aurora Borealis'e benzeyen bir şeyle doluydu ama bu, Dünya'nın Kuzey ve Güney kutuplarında görebileceğiniz her şeyden daha iyiydi.

Bitkiler, Dünya’daki gibi yeşildi yine de gümüşi bir alt tonları olduğuna yemin edebilirdim. Gerçekten alışılmadık bir durumdu.

Yani, ben bir arkeoloğum. Geçmişi inceliyorum ancak, şu ana kadar yaptığım kapsamlı araştırmalarda, bunun gibi bir yere rastlamadım.

Tabii, bir de beni esir alanların konuştuğu dil vardı.

Bana söylediklerinden tek kelime bile anlayamadım ve belli ki İngilizce anlamıyorlardı.

"Bırakın gideyim!" Beni kaçıranlara tekrar tekrar bağırdım.

İçlerinden biri kafasını bana doğru çevirdi. "Duskime!" dedi.

Evet.

Ben de sizin gibi hiçbir şey anlamamıştım

"Sen neden bahsediyorsun ya?" Dişlerimi sıktım. "Yapamam... Burada kalamam!"

Bindiğim yaratık kocaman bir sarayın önünde durdu. Bir anda beni tuttular ve içeri çektiler.

Uzun kemerli çatıya, kalın sütunlara, vitray pencerelere, aynalı duvarlara ve devasa avizelere hayranlıkla baktım.

Sonunda gözlerim, önümde, yüksekte duran gösterişli tahtın üzerine indi.

Adamlar beni mermer zemine fırlattılar ve sonra tahta dönük bir şekilde hazır olda beklediler.

Of.

Krallarının kaderime karar vermesini bekledikleri çok açıktı.

"Bırakın eve gideyim!" Tekrar bağırdım.

"Duskime!"

Şimdiye kadar, bu kelimenin "kapa çeneni" gibi bir anlamı olduğu sonucuna varmam lazımdı.

Tam o sırada büyük salonda yankılanan ayak seslerini duydum.

Uzun, simsiyah saçlı, seri bakışlı bir adamın siluetini gördüm.

Bu o mu?

Kralın kendisi mi?

Merhamet için tek umudum ya da kesin ölümüm mü?

Gördüğüm hiçbir krala benzemiyordu. Sandığımın aksine tahta da oturmadı.

Bunun yerine, beni gördüğü anda ışık hızıyla yanıma geldi.

Bakışlarımı yüzüne doğru kaldırdım.

Gözlerimiz kilitlendiğinde yüzü ıstırapla parladı. Ya da rahatlama? Ya da öfke? Ya da arzu?

İfadesini anlayamadım ama içimde bir yerlerde tek bir şeyin kesin olduğunu hissettim...

Evet.

Tam anlamıyla hapı yuttum.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok