J. M. Felic
Bernard iş için bana gönderdiği e-postanın kimden geldiğini görünce hemen etkilendim.
Dr. Ford Banner.
Ülkedeki en tanıdık sanat simsarlarından biri.
Onunla şahsen hiç tanışmamıştım ama herkes onun en egzotik ve nadir eserlerden daha azıyla ilgilenmediğini biliyordu.
E-postada objenin kendisi hakkında hiçbir bilgi yoktu, sadece bir saat ve buluşma tarihi vardı.
Bu akşam saat yedide.
Suite Restaurant'ta buluşacaktık, benim apartmanımın lobisinde.
Of...
Eğer buraya kadar geliyorsa önemli olmalı.
Kendi kendime randevuyu onaylarken, "Bakalım bu objenin neyle ilgili olduğunu görelim," dedim.
Bu gece için bir işim çıktığına için sevinmekle kalmadım, aynı zamanda kibirli bir milyarderi de aklımdan çıkarabilecektim.
***
Akşama doğru bej kalem etek ve beyaz V yakalı bir üst giymiştim.
Göğsümün göz alıcı kıvrımlarını örtmek için üzerime bir blazer ceket geçirdim.
10 santimlik topuklu ayakkabılarım mermer zeminde yankılanırken asansöre doğru yol aldım.
Antik aynayla karşılaşmamdan beri herhangi bir yansıtıcı yüzeyin etrafındayken ekstra temkinliydim.
Evet, aptalca biliyorum.
Yine de...
Ne olur ne olmaz.
Asansöre bindiğimde vücudumun etrafımdaki aynalara dokunmayacağından emin olmaya çalıştım.
Beş dakika içinde başlayacak önemli bir toplantıya girmeden önce istediğim son şey lanet bir aynadan başka bir dünyaya düşmekti.
Neyse ki aynanın diğer tarafından bana bakan dondurucu bakışlı, uzun saçlı Damien Ozric yoktu.
Aynanın lanetinden uzak olduğumu hissettim.
Yapmam gereken yeni bir iş varken tüm bunları arkamda bıraktığım için mutlu oldum.
Asansörden çıkıp lüks lobiye adım atarken gülümsedim. Sadece apartman sakinleri ve misafirleri için ayrılmış restoran ve bara yöneldim.
Restorana girdiğimde hemen Bay Ford Banner'ı gördüm.
Barda oturuyordu, siyah bir trençkot ve fötr şapka giyiyordu, buzlu viskisini yudumluyordu.
Yaklaştığımı görünce hızla ayağa kalktı ve trençkotunu düzeltti." Bayan Nicolette Holland mı?" diye sordu elini uzatırken.
Elini tuttum ve gülümsedim. "Memnun oldum Bay Banner."
Deri çantasını önüne koydu. "Hemen işe koyulalım mı? Müşterim bekliyor."
Bara baktım.
Servis personeli dışında çoğunlukla boştu.
"Müşteriniz nerede?"
"Üst katta."
"Burada mı? Bu binada mı?"
Küçük bir gülümseme verdi. "Evet, evet. En üst kat."
En üst kat mı?
Bu apartmanın sahibinin orada yaşadığını duymuştum ama ev sahibimin kim olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu.
"Beni takip edin."
Asansöre doğru yürümeye başladı.
Bana daha fazla bilgi vermeyeceği kesindi.
Ününü küçük konuşmalar ya da espriler yaparak kazanmadığı belliydi.
Asansöre girdiğimizde Dr. Banner özel bir anahtar taktı ve on dokuzuncu kat düğmesine bastı.
Çatı katı süiti.
Asansörün ortasında, daracık alanda etrafım aynalarla çevriliyken hiç rahat değildim, adamın ciddiyeti durumu daha da kötüleştiriyordu.
Asansör sonunda durdu, doğrudan tamamı halı döşeli bir hole açıldı. Asansörden önce Bay Banner çıktı, ben de onu koridorda takip ettim.
Bay Banner kapının sol tarafındaki güvenlik şifresini girerken, "Objeyi görmeden önce görmem gereken belgeler var mı Bay Banner?" diye sordum.
"Müşterinizin bahsettiniz objeye nasıl sahip olduğuna dair bazı bilgiler mesela?" diye üsteledim.
Bana baktı ve başını salladı.
"Müşterim, mal varlığı söz konusu olduğunda gizli kalmayı seven bir adamdır Bayan Holland."
Yani müşteri bir erkek.
Kapı yumuşak bir hareketle açıldı.
"İçeri gelin. Sizi objeye götüreceğim ve ondan sonrasını siz halledersiniz. Müşterim birazdan sizinle olacak."
Başımı salladım. Apartmanın sahibinin süiti beklediğim kadar büyüktü. Hedonia Apartmanı ve Süitleri tüm odaları her zaman çok zarif ve kaliteliydi, ancak çatı katı süitinin yanında diğer daireler sönük kalıyordu..
Bir otel dergisinden çıkmış gibi görünüyordu. Odanın dört bir yanındaki cam duvarlar, 360 derece şehir manzarası gösteriyordu.
Odanın sonunda, gökdelen manzaralı cam pencerenin önünde, çarşafla kaplı bir obje vardı. Tavandan gelen iki spot ışığı onu gizemli bir şekilde aydınlatıyordu.
Bay Banner beni daha yakına yönlendirdi, objenin ne olduğunu görmek için heyecanlanmaya başladım.
Benim gibi bir arkeolog için bayram gibi bir gündü.
Uzandım ve çarşafı nazikçe çektim.
Ama heyecanım, çarşafın altında ne olduğunu görür görmez dehşete dönüştü.
Antik ayna.
Anında ellerim ve dizlerimin titremeye başladığını hissettim.
Nasıl?
Aynayı üniversitenin müzesine bağışlamıştım.
Satılık değildi.
Bir koleksiyoncunun evinde ne arıyordu?
Arkamdan gelen derin bir sesin cevabını duydum.
"Son alışverişimi beğendiniz mi Bayan Holland?"
Lanet olsun.
Bunu bilmeliydim.
Bay Darien Ozric’in yüzünde muzaffer bir ifade vardı, sanki tuzağına yakalanmışım gibi bana bakıyordu.
Anında kapıya baktım.
Gitmek zorundaydım.
Bay Banner hiçbir yerde görünmüyordu.
Sadece ikimiz vardık, yalnızdık.
Yanından geçip gitmeye çalıştım ama kendimi donmuş bir hâlde buldum.
Gözleri bana kilitlenmişti, bakışları o kadar yoğundu ki felç olmuş gibi hissettim.
Ne oluyor ya?
Bu onun her zamanki çelik bakışları değildi. Bu çok daha güçlü bir şeydi. Kaslarımı kontrol edemiyordum.
Sanki menekşe irislerinden fırlayan tek bakışla beni bir heykele dönüştürmüş gibiydi.
"Üzgünüm Bayan Holland. Ama kim olduğunu öğrenene kadar gitmene izin veremem."
LUCIEN
Yüzündeki ifadenin şaşkınlık ve şoktan öfkeye dönüşünü izlerken suçluluk duygusu hissettim.
Onu orada dondurmak için güçlerimi kullanmak istemezdim.
Bu dünyada güçlerimi kullanmayı hiçbir zaman sevmedim.
Ama ne pahasına olursa olsun cevaplara ihtiyacım vardı.
Çoğu kadın doğaüstü bir iknaya ihtiyaç duymaz, seve seve bana duymak istediğim her şeyi söylerlerdi.
Ama bu kadın farklıydı.
Onla ilgili anlayamadığım çok fazla şey vardı, krallığıma nasıl girdiği gibi.
Öyle ya da böyle sırlarını öğrenecektim.
Yumruklarını sıkarken, "Ne istiyorsun?" dedi, felç eden tutuşuma karşı direnmeye çalıştı.
Ellerim pantolonumun cebinde ona yavaşça yaklaştım. "Bay Banner yalan söylemiyordu. Bu ayna hakkında bildiğin her şeyi anlatmanı istiyorum."
Öfkeli ancak sessizce başını iki yana salladı. "Senin için bir şey yapacağımı sanıyorsan yanılıyorsun."
"Bayan Holland, sanırım aynadan kurtulmak istemenin bir nedeni var. Bana anlatmadığın bir neden."
Dudaklarını sıkıca kaparken kendini kontrol etmeye çalıştı. Güçlerime karşı mücadele etmeye devam ettiğini hissedebiliyordum.
Düşündüğümden daha güçlüymüş.
"Evet" dedi sonunda. "Sana söylemeye hevesli olmadığım bir sebep. O yüzden güle güle."
"Eğer söylersen seni çok iyi ödüllendiririm"
Güldü ama espri falan yapmamıştım. "Ödül zerre kadar umrumda değil Bay Ozric."
"O zaman ne istiyorsun?"
"Tek isteğim şu anda sizden kurtulmak," dedi sert bir şekilde.
"İyi" dedim. "Eğer gerçekten istediğin buysa."
Sihirli kavrayışımı hemen sonlandırdım.
"Ama gitmeyeceğini biliyorum," dedim kendimden emin bir şekilde. "Çünkü sen de bilmek istiyorsun. Hiçbir zaman gizemli, açıklanamayan bir şey görüp meraklanmadan duramadın."
Bana bakışından anlamıştım...
Artık avucumun içinde
"Ben de aynıyım," diye devam ettim. "Tek bir farkla Bayan Holland, benim gizemim sensin."
Yüzü kızardı.
"Baştan başlayalım," dedim. "Beraber akşam yemeği yiyelim. Yerken her şeyi konuşabiliriz."
Teklifimi düşünürken yüzünün gevşediğini görebiliyordum.
"İyi" dedi.
Gülümsedim. Neyse ki, yemek odasına doğru yürürken beni takip etti.
***
Cam duvarlı yemek salonuna girdik. Pencerelerden dev reklam panoları ve kadifemsi gökyüzüyle New York'un batı tarafını görebiliyorduk.
Masaya sekiz kişilikti ama sadece iki kişi için servis hazırlanmıştı.
Salona girdiğimiz an, "Mm... Bu bir randevu değil," dedi. Her tarafta yanan mumlar, romantik ve baştan çıkarıcı bir atmosfer oluşturuyordu.
"Evet, konu o değil," diye cevapladım.
Ona göz ucuyla bakarken büyülendiğini anlayabiliyordum.
"O zaman neden masada mumlar var?"
Yakınımdaki minderli sandalyeye geçtim, sonra avıma bakar gibi sabırsızca onu izledim.
"Nicolette, şikâyet etmektense ağzını başka şeyler için kullanmanı tercih ederim. Otur da yemek yiyelim."
Çenesini sıkarak bana baktı, kısa bir süre sonra hışımla sandalyesine oturdu.
Dudaklarımda hafifçe bir tebessümle onu izledim.
Mum ışığında çok güzel gözüküyordu.
Gölgelerin yüzünde oynayışı, gözlerinde ışığın dansı...
Benzerlik çarpıcıydı.
Aynısı.
İmkânsız, biliyorum...
Nasıl olabilir ki?
Ama Nicolette her anlamıyla oydu.
Geçmişimden bir kadın.
Sevdiğim tek kadın.
Desime’m.