Michelle Torlot
EMBER
Gözlerimi açtığımda kendimi hastanede buldum. İlaçların kokusu tanıdıktı, hastanedeki işimden hatırlıyordum. İlk başta kafam karıştı ama sonra olanlar yavaş yavaş hatırıma geldi.
Kurdum alfaya kafa tutmuştu. Gümüş bir tasmayla kurt formumda zincirlenmiştim. Alfa beni serbest bırakıp insan formuma dönüşmemi sağladı. Neden önce zincirleyip sonra serbest bıraktığını anlayamamıştım.
Sırayla doktoru, iğneyi, alfanın bunun benim iyiliğim için olduğunu söylediğini hatırladım. Sonra birden içimdeki kurdu ararken korkuya kapıldım.
Onu bulamıyordum. Sanki uçup gitmişti.
Çığlık attım. Kurdum olmadan nasıl yaşayacaktım? Bu, Noah'nın bizi reddetmesinden bile daha kötü bir histi. Artık eksiktim.
Gümüş tasmayla zincirlenmiş olmayı yeğlerdim. En azından o zaman birlikteydik. İkimiz de aynı şeyleri hissediyorduk. Şimdi o gitmişti sanki, ben de hiçbir şey hissetmiyordum. Boş bir kap gibiydim. Kurdumu elimden alma zalimliğini nasıl yapmışlardı?
Etrafıma bakındığımda, karanlık ve sessiz bir hastane odasında yapayalnız olduğumu fark ettim. Görünüşe göre yalnızlığa mahkûmdum.
Doğrulup bacaklarımı yataktan sarkıttım. Elimdeki serumu gördüğümde öfkeyle çekip çıkardım. Canımı yaktı. Vücudumdaki ağrılar da henüz geçmemişti, doğrulunca fark ettim.
Bir serumun böyle çıkarılmaması gerektiğini biliyordum. Başkalarının serumlarını dikkatle çıkardığım olmuştu ama o an umurumda değildi.
Hastane önlüğümü kaldırıp baktığımda vücudumun her yeri morarmıştı. Kurdum olmadan iyileşemeyeceğimi biliyordum. Bunu onlar da biliyor olmalıydılar. Ne acımasız insanlardı?
Boynuma dokunduğumda acıdı. Gümüş tasmanın kurdumun derisine değdiği yer hâlâ sızlıyordu. O acı çektiğinde, ben de çekiyordum.
Artık itiraf etme zamanı gelmişti: O haklıydı. Sürümüz bizi buraya göndermeden önce bu acınası hayatımıza son vermeliydik. Şimdi kurduma daha önce izin vermediğim şeyi yapacaktım. Hayatımıza son verecektim. Ama bunu burada değil, kimsenin beni durduramayacağı bir yerde yapacaktım.
Yataktan inip ayağa kalkmaya çalıştım. Bacaklarım o kadar güçsüzdü ki ayakta duramadan gürültüyle yere kapaklandım.
Telaşla kapıya baktım, birinin duymuş olmasından korkuyordum. Ama görünüşe göre burada bile kimse benimle ilgilenmiyordu.
Kendimi zorlayarak tekrar kalktım ve bu sefer ayakta durabildim. Zayıf olmanın sırası değildi, güçlü olmalıydım. Benim için değilse bile, kurdum için bunu yapmalıydım.
Tekrar kapıya baktım. Düştüğümde kimse gelmemiş olsa da, oradan çıkmaya çalışmak akıllıca olmazdı.
Bunun yerine pencerelerden birine gidip yavaşça açtım. Gıcırdadı ama yine kimse gelmedi.
Pencereden tırmanıp çıktım, çıplak ayaklarım dışarıdaki ıslak çimlere bastı. Hava soğuktu, bunu iliklerime kadar hissediyordum.
Belki de kendimi bir uçurumdan atmadan veya bir gölde boğulmadan önce soğuktan ölürdüm. Önemi yoktu. Ölüm ölümdü, nasıl olursa olsun fark etmezdi.
Hastanede ne kadar kaldığımı bilmiyordum ama bunun da önemi yoktu. Verdikleri ilaç morluklarımın acısını biraz olsun azaltmıştı. İlacın etkisi geçmeden bu dünyadan gitmiş olmayı diledim.
Yürümeye başladım. Nereye gittiğimi bilmiyordum. Sadece sürü binalarından uzaklaşıyordum.
Isınmaya çalışarak kollarımı kendime sardım. Ayaklarımı zar zor hissedebiliyordum.
Saatler gibi gelen bir yürüyüşten sonra, durup dururken tökezleyip düştüm. Ellerim soğuk zemine çarptığında acıdı. Şu an ihtiyacım olan son şey bileğimi kırmak olurdu.
Bu sürünün sınırı ne kadar uzaktaydı? Kurdum olsaydı bilirdi ama o olmadan hiçbir fikrim yoktu.
Kaybettiğim kurdumu düşündüğümde üzülsem de ağlamadım. Hiçbir şeye faydası olmazdı. Ayrıca, bunu yapabilmek için güçlü olmalıydım. Kurdum güçlüydü, hayatımıza son verme konusunda kararlıydı. O başarısız oldu ama ben olmayacaktım.
Ayaklarımı hissedemiyordum ama ilerlemeye devam ettim. Arkamdan bağırışlar ve ayak sesleri duyuyordum. Kaçmaya çalıştım ama yine ıslak çimlerin üzerine düştüm. Bu defa çok daha fazla üşüdüğümü hissettim.
Korkuyordum, beni yakalamalarına izin veremezdim. Kaçmaya çalışırken ellerimin ve dizlerimin üzerinde süründüm. Sonra güçlükle ayağa kalkıp koşmaya başladım.
Kısa bir süre koştuktan sonra güçlü kolların beni sardığını, kollarımı aşağıya bastırıp beni yerden kaldırdığını hissettim.
Çığlık atıp debelendim. Bazen ayağım sert bir şeye çarpıyordu ama muhtemelen beni tutan iri adamdan çok kendi ayağımı incitiyordum.
O değildi. Beni kavrayan adam, korkmayı, nefret etmeyi ve aynı zamanda güvenmeyi öğrendiğim Alfa Scopus değildi. Sesi farklıydı. Yine de onunla aynı derecede sert ve derin bir sesti.
Hafifçe güldü. “Boşuna çırpınma. Kurdun olsa bile benimle savaşamayacak kadar güçsüzsün. Ayrıca, alfa küçük kaçağını geri getirmemi söyledi, ben de seni geri götüreceğim.”