Michelle Torlot
DAMON
Pencereden dışarı bakıp savaşçılarımın idman yapmalarını izliyordum. Gözlerim sürekli en yeni üye Oliver James'e kayıyordu. Eskiden Batan Ay Sürüsü'nün gamasıydı. Ember James'in kardeşi...
Joshua onu dün istediğim yerde buldu. Alfa Stone korkağın tekiydi.
Stone'a başka bir seçenek sunmamalıydım. Gidip sürüsünü temizlemeli, başını kazığa geçirip diğerlerine gözdağı vermeliydim.
Ama bu Ember'ın kardeşini öldürmek demekti. Normalde bir can daha umurumda olmazdı ama o sürü Ember'a zaten yeterince çektirmişti.
Konuştuğum herkes Batan Ay'daki dişilerin Stone'un yönetiminde mutlu olduğunu söylüyordu. Buna inanıp inanmamakta kararsızdım ama başka bir sürünün nasıl işlediğine karışmak bana düşmezdi.
Ama Ember'ın kardeşi, kız kardeşinin, en azından onun kurdunun, bu düzene uyum sağlamakta zorlandığını söyledi.
Ember'ın kurdu, erkekler tarafından yönetilmek istemiyordu. Herhâlde, acımasız alfa, dişilerin ayaklanmasına neden olmadan önce onu kovmak için bir bahane bulmaktan memnun olmuştu.
Ne yazık ki Ember için, kurdunun asi doğası eşini kaybettiğinde derin bir yara aldı.
Bunu ben de kurdum da anlayabiliyorduk. Belki de onu öldürmememizin nedeni buydu. Muhtemelen kurdum onun acısını hissedebiliyordu. Bu tıpkı Alessia'yı kaybettiğimizde hissettiğimiz acı gibiydi.
Oliver James'e dikkatle baktım. Kız kardeşine hiç benzemiyordu. Sarı saçları dışında birbirlerinden son derece farklılardı.
Oliver uzun boylu, güçlü ve iri yapılıydı. Onu en güçlü sürü üyelerimden biriyle dövüşürken izledim. Gücünün yanı sıra aklıyla da savaştığını görebildim. Ember ise çelimsiz, zayıf ve rüzgârda savrulacakmış gibi görünüyordu.
İç geçirdim. Onun kurdunu veya kendisini uyuşturmaktan hoşlanmıyordum. Kurtboğan otu ve insanlar için uyku ilacının karışımı ikisini de bayılttı. Ama yapılması gerekiyordu. Kontrolden çıkmış bir kurdun bana veya sürü üyelerime saldırmasına göz yumamazdım.
Normalde sürüdeki genç kurtlar, kız erkek fark etmeksizin, kurtlarını nasıl dizginleyeceklerini öğrenirler. Ama bu uygulama Batan Ay Sürüsü için söz konusu değildi.
Bir gün onların hakkından gelecektim. Ama şu anda bu zavallı küçük dişi kurda yardım etmem gerekiyordu. Özellikle de kurdum onu korumaya bu kadar hevesliyken başka bir işe dikkatimi veremezdim.
Kapının sert bir şekilde çalınmasıyla düşüncelerim bölündü. Kapı hızla açılırken hırladım. Ben izin vermedikçe kimse çalışma odama girmezdi. Tabii acil bir durum olmadıkça bu kural geçerliydi.
Joshua karşımda duruyordu, gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Bunun sebebi beni sinirlendirdiğini bilmesine rağmen az önce içeri dalmış olması mıydı yoksa gerçekten acil bir durum mu vardı?
“Küçük kurt kaçtı,” dedi.
Gözlerimi kısıp söylediklerini düşünürken artık sinirli değildim. “Ne demek istiyorsun? Hastanedeydi.”
Joshua başını salladı. “Öyleydi. Ya uyuyor numarası yapıyordu ya da uyanıp hemşire odadan çıktığında kaçmaya karar verdi.”
“Ne düşünüyordu bilmiyorum. Fırtınadan sonra hava daha da kötüleşti. Üzerinde sadece ince bir hastane önlüğü var. Dışarıda donarak ölebilir.”
İç geçirdim. “Belki de istediği buydu. Gideli ne kadar oldu?”
Joshua kaşlarını çattı, başını salladı. “Sadece on beş dakika kadar. Fazla uzağa gitmiş olamaz. Samuel'i onu bulmaya gönderdim bile,” dedi. Samuel, sürünün daha iri savaşçılarından biriydi.
Ember'a başka bir erkeğin dokunması düşüncesiyle kurdum zihnimde volta atmaya başladı. Onun bu ani, garip ilgisini görmezden gelmeye çalışsam da bu ilgi anbean güçleniyor gibi görünüyordu.
Kurdum eşimizi kaybettiğimizden beri hiçbir dişiye ilgi göstermemişti. Şimdi aniden bu dişiyi korumak istiyordu. Eğer izin verirsem daha fazlasını da ister miydi?
Bu olmayacaktı. İhtiyacım olan son şey başka bir eşti. Özellikle de ölmek isteyen birini istemezdim.
“Onu buraya getirmesini söyle. Kesinlikle incinmesin, anlaşıldı mı?”
Joshua odadan çıkmadan önce başını eğdi. Sanırım Ember'ı zindana atmamı bekliyordu. Belki de öyle yapmalıydım. Ama kurdum bu düşünceye hırlayarak karşı çıktı.
Nasıl olur da bu kadar küçük bir dişi bu kadar çok sorun çıkarabilirdi?
Sadece birkaç dakika sonra Samuel, Ember'la birlikte geri döndü. Çalışma odamın kapısına bile yaklaşamamıştım, öfkeyle bağırıp küfür ettiğini duydum.
Bir yandan bunu sevimli buluyordum. O kadar küçüktü ki sürümdeki en zayıf savaşçı bile ona kolayca zarar verebilirdi. Buna karşın savaşmaktan vazgeçmiyordu.
Kapım yine çarparak açıldı, bu defa içeri Samuel girdi. Kollarıyla sıkıca onu kavramıştı. Kollarını hareket ettiremese de çabalamaktan, onu tekmelemeye çalışmaktan vazgeçmiyordu.
Öfkeli görünüyordu. Samuel, kucağında Ember’la içeri girer girmez öfkeli gözleri bana döndü.
“Bırak onu,” diye hırladım. Ember gözlerini gözlerimden ayırmıyordu. Şu hâline bakıp gülümsememek için kendimi zor tutuyordum.
“Senden nefret ediyorum,” diye bağırdı. “Seni kötü, aşağılık herif, nasıl yaparsın bunu?” Sonra üzerime koştu. Küçük ellerini yumruk yapmıştı.
Bana vurmak istiyordu. Bir an için izin vermeyi düşünsem de Samuel hâlâ oradaydı. Ben söylemedikçe ona dokunmayacak olsa da Ember'ın bana vurmasına izin vermem iyi görünmezdi.
Kurdu saldırdığında onu öldürmemiş olmam bile yeterince kötüydü. Gerçi kurdu o kadar küçüktü ki muhtemelen izleyenler onu yavru kurt sanmışlardı.
Bunları düşünerek, yumruk atamadan bileklerini yakaladım. Onu çevirip duvara doğru ittim, ellerini başının üzerinde tuttum.
Beni tekmelemeye çalışıyordu ama öne doğru hareket edip kaçındım. Vücudumu onun vücuduna bastırıp tüm hareketlerini durdurdum.
Yine de çabalamaktan vazgeçmiyordu. Bense çabalarına gülümsemeden edemiyordum. Bu döngü onu daha da öfkelendiriyor gibi görünüyordu.
“Bunu komik mi buluyorsun?” Sesi çatallandı. Gözlerinde yaşlar gördüm.
“Hepiniz aynısınız. Değersiz olduğumu düşünüyorsunuz, şimdi öyleyim. Artık kurdumu aldığınız için değersizden de aşağıyım. Beni öldürmeliydin, ölüme bırakmalıydın. Kurdum haklıydı. Ölsek daha iyi olurdu.”
Başını eğdi, yere bakıyordu. Yanağından tek bir damla yaş süzüldü.
Omzumun üzerinden Samuel'e baktım. O da ona bakıyordu. Kimsenin onu böyle üzgün görmesini istemiyordum. “Bizi yalnız bırak,” diye hırladım.
Kapının kapandığını duyunca bileklerini tek elimle tuttum. Diğer elimin tersiyle yanağına dokundum. Geri çekilmeye çalışsa da gidecek yeri yoktu.
“Başına gelenleri biliyorum, Ember,” dedim yumuşak bir ses tonuyla. “Eşinin seni reddettiğini biliyorum. Kurdunun Âşıklar Uçurumu'ndan atlamanı istediğini biliyorum.”
Başını aniden kaldırdı. Eskisi kadar öfkeli görünmese de gözlerinde hâlâ bir isyan ifadesi vardı.
Başına gelen her şeye rağmen hâlâ ateşi sönmemişti.
“Kurdun üzerinde hiçbir kontrolün yok, tatlım,” diye devam ettim. “Onun veya senin, intihar etmenize izin vermeyeceğim.”
Ember gözlerini kıstı. “Buna sen karar veremezsin. Bu benim hayatım, benim seçimim,” diye çıkıştı.
Başımı sallayıp hafifçe gülümsedim. “Artık değil. Artık bana aitsin. Alfan seni bana haraç olarak verdi.”
“Eğer kendine zarar vermeye çalışırsan sürünle yaptığım anlaşma bozulmuş olur. Bunun ne anlama geldiğini biliyor musun?”
Gergin bir şekilde yutkunup başını salladı.
Bu hoşuma gitmiyordu. Sürümdeki herkes sorularıma ne kadar zor olursa olsun kelimelerle cevap vermeleri gerektiğini bilirdi. Ama şimdilik bunu görmezden gelecektim.
“Eğer anlaşma bozulursa, o zaman eski sürünü ve içindeki herkesi yok ederim,” diye uyardım.
Tedirgin bir hâlde nefes aldı. “Hayır! Yapamazsın. Ailem var! Arkadaşlarım...” Bu söylediklerinin doğruluğundan şüphe etsem de o durumda sorgulamadım.
Nazikçe yüzüne düşen bir tutam saçı kenara ittim. “O zaman, küçük haraç, kendine zarar vermeni veya kaçmaya çalışmanı önermem.”
Bir şey söylemek için ağzını açsa da sonra fikrini değiştirmiş gibi göründü. Bunun yerine, başını eğerek emrimi kabul etti. “Evet, Alfa,” diye fısıldadı.
Başımı salladım. Hızlı öğreniyordu, kendinden önce başkalarını düşünüyordu. Sadıktı, gerçi neden o kötü sürüye sadık olduğunu anlamak mümkün değildi ama öyleydi.
Muhtemelen bunu kendi lehime kullanabilirdim. Kardeşinin burada olduğunu bilmiyordu ama bilse bile, sanırım eski sürüsünün zarar görmesini istemezdi. Kendisi yüzünden başkalarının acı çekmesine razı gelmezdi.
Zihnimden Joshua'yla konuşuyordum. Anlaşılan Ember'ın duyarlı yanı işime yarayacaktı.
“Kızı çağır. Ember'la arkadaş olmaya çalışan kızı. Crystal'dı adı, öyle demiştin değil mi? Onun için bir işim var.”
Hemen sonra kapı çalındı.
Ember'ı bıraktım. Eğer sürüsü hakkındaki uyarım işe yaramadıysa, bir sonraki kesinlikle yarayacaktı. “Gir!”
Joshua talep ettiğim dişiyle birlikte içeri girdi.
Bu dişiyi ilk gördüğümde zaten savaşçı olarak eğitildiğini anlamıştım. Burada olmak istediği için buradaydı. Sürümde yükselme şansı çok yüksekti. Onu seçmemin nedeni de buydu.
Ember'ı omuzlarından tutarak nazikçe Joshua ve Crystal'ın durduğu yere çevirdim.
“Crystal, Ember'ın bakımından sen sorumlusun. Onu güvende tutmak senin görevin. Eğer ona bir şey olursa, yaralanırsa veya kendine zarar vermeye çalışırsa, kötü cezalandırılırsın. Anladın mı?”
Crystal eğildi. “Evet, Alfa,” dedi.
Ember önce bana sonra Crystal'a baktı. Dehşete düşmüş gibi görünüyordu.
“Kendine zarar vermeye çalışırsan ne olacağını anladın mı Ember?”
Çenesini sıktığını gördüm. Gözlerini gözlerime dikti ama sonra hemen başını eğdi. “Evet Alfa,” diye onayladı dişlerinin arasından.
“Güzel,” diye karşılık verdim. “Gidebilirsiniz. Sürü annesinde sana uyacak bazı kıyafetler olmalı. Yanında getirdiklerin uygun değil.”
Ember Crystal'ı odadan dışarı takip ederken kollarını göğsünde kavuşturdu. Arkasına dönüp bana son bir öfkeli bakış attı.
Joshua ofiste kaldı. “Çok zekice, Alfa. Umarım işe yarar.”
Hafifçe gülümsedim. “Endişelenme, Joshua. İşe yarayacak.”