Ejderha Tasması - Kitap kapağı

Ejderha Tasması

C. Swallow

0
Views
2.3k
Chapter
15
Age Rating
18+

Özet

Hazel, aslında göründüğü gibi bir köle değildir. O bir kraliçedir ve doğuştan bir canavar avcısıdır. Ancak tahtını geri kazanmak için kötü bir kralı ve ahlaksız bir kraliçeyi devirmek… Ve sırrını yeni gelen iki kişiden -Korserath ile Devorex’ten- saklamak zorundadır. İkiz kardeşler çok yakışıklı ve baştan çıkarıcıdırlar. Hazel dikkatli olmazsa onu parmaklarında oynatacaklar.

Yaş Sınırı: 18+

Fazla göster

21 Bölüm

Bölüm 1

Bölüm 1

Bölüm 2

Bölüm 2

Bölüm 3

Bölüm 3

Bölüm 4

Bölüm 4
Fazla göster

Bölüm 1

Hazel (On dokuz yaşında)

Gökyüzünün ve bulutların büyüsüne kapılmıştım. Belki de üç yıldır seyrek bulutların özgürlüğünü görmememden kaynaklanıyordu.

Hayatımın geri kalanında, Fahrenheit madeninde mahsur kalmaya mahkûmdum.

Bir zamanlar Apogee'nin Kraliçesi olduğumu unutun. Evim üzerindeki gücü yeniden kazanmak, bütün bir ordunun ortadan kaldırılması anlamına geliyordu, benim ise onlarla savaşacak bir ordum bile yoktu.

Sadece Kılıç Dansçısı'nın gücüne sahiptim. Ne yazık ki bunu nasıl kuşanacağımı veya nasıl kullanacağımı bilmiyordum.

On altı yaşıma kadar sadece dans etmeyi öğrendim. Hiç dövüş eğitimi almadığım halde kavgalarla yüzleşmek zorunda kalmıştım.

On altı yaşındayken Astro ile Apostis’in istilasına uğradık. Üç yıl sonra on dokuzuma basmış yetim kalmıştım, bütün ailem katledilmiş, tamamen yok edilmişti.

Ben hariç herkes…

İstiladan sonra kimse bedenimi bulamamıştı. Astro'nun gözden uzak bir yerlerde hayatta kaldığımın farkında olduğunu biliyordum.

Tehlikelerle dolu hayatımda görünüşümü aç bırakılarak ve dövülerek de olsa yeterince değiştirmeyi başarmıştım.

Kalabalığa karışıp sıradan insanların arasına katılmıştım. Aradan uzun zaman geçmiş olsa da bir kraliçeden köleye geçişimin her ayrıntısı daha dün gibi aklımdaydı.

Bir kralım yoktu ama ailemin hüküm sürdüğü zamanlar Apogee'de bir krala ihtiyacımız da yoktu. Mutlak güce Kılış Dansçısı ile kadınlar sahipti.

Ancak, madenciler artık benim yeni değerli ailemdi. Hepsi kim olduğumu biliyor, beni koruyordu.

Bizi madenlerde on iki saatlik vardiyalarla, ara vermeden, aç ve susuz çalışmaya zorlayan Köle Efendileri’nden korunmak için çenelerimizi kapalı tutmak zorundaydık.

Bu cehennemdeki en geniş alanlar, “Şans” diyebileceğimiz şey dışında başka hiçbir şey tarafından desteklenmeyen, madenlerin daha eski, tarihi taş ocaklarına açılan yerlerdi.

İşte şimdi buradayım, İlk Şans’ta.

Toplamda üç şanslı alan vardı. Bunlar Fahrenheit'ta olabilecek en güvenli yerlerdi. Madenin diğer bölümleri güvenli değildi.

Bu Şans, yüzeye en yakın olanıdır. On kişilik bir gruba yer açmak için oyulmuş bir Bloodstone'dan zehir yaymaktadır. Küçük ama kesinlikle Fahrenheit'taki en geniş alanlardan biridir.

Fell bize emir verirken, beş kadın köle arka arkaya duruyorduk.

“Hepiniz buraya tanıtım görevleri için getirildiniz. Yeni kölelerin yıkanmasına yardım edeceksiniz.”

“Çoktan vücutları kızarıncaya kadar kırbaçlandılar, tırnakları kesildi ve saçları tıraş edildi.”

Fell’in üzerinde rütbesini daha da görünür hale getiren kırmızı bir cüppe vardı. Yeni Kural’ın gözde uygulayıcısı olan Fell aynı zamanda Astro’ya yakınlığı ile de bilinirdi. Yanıma yaklaşınca durakladı ve şöyle dedi: “Maul Kral’ı Astro’ya itaat edin, ya da kabus gibi sonuçlarla yüzleşin.”

“Bugün Apostis'e dua ettin mi, Hazel?”

Hiçbir duygu hissetmeden, yalnızca doğru kelimeleri kullanarak, “Evet, efendim,” diye cevap verdim.

Fell, beyaz saçları ve solgun mavi dudaklarıyla bana kafayı takmış haldeydi.

Eskiden, kaybolan kraliçenin ben olduğumdan şüphelendiği için bana kafayı taktığından endişelenirdim...

Şimdi ise boynuma uzanı elini omzuma koyu öyle canımı acıtacak şekilde sıkmasında başka bir sebep olduğunu düşünüyorum.

“Güzel.” Sıkıca tuttuğu elimi bıraktı, geri dönerken sebepsiz yere beni itti. Düşmemi istediğini biliyordum, ancak o zaman beni kırbaçlamak için bir bahanesi olabilirdi.

Yanımdaki Pirouette, beni rahatlatmak için hafifçe sırtımı sıvazladığında silkelenip elinden kurtuldum.

O benim en iyi arkadaşımdı ve benim yüzümden cezalandırılmasını istemiyordum. Zaten her yeri yara bere içindeydi. Sadece isyan etmek ve Fell'in savurgan işkencelerine maruz kalmak için yaşıyordu sanki.

Tepeden tırnağa yara izleriyle kaplıydı. Ama yine de, bu yaraların hepsi başkalarına ilham vermek içindi. Onları bu şekilde savunuyordu.

Pirouette bana eğilip kulağıma, ”Yukarı bak!” ~diye tısladı.

Önce ona ve ardından da yeni köleleri yöneten Fell'e baktım.

Ah.

Gördüklerim karşısında kalbim yerinden çıkacak gibi oldu.

Neredeyse... Neredeyse bir saniyeliğine, tuhaf bir sebeple umudum yeşerdi.

El bilekleri ayak bileklerine kelepçelenmiş altı köle geldi. Hepsi kırbaçlanmaktan kıpkırmızı olmuş, hepsi kel… Saçı olan yalnızca iki kişi vardı.

Bu iki kişi saçlarının kesilmesinden nasıl kurtulmuştu?

Belki de kapkara saçlı, vücutlarından kanlar akan bu dev ikizler bir harp meydanından, kanlı bir savaştan yeni çıkmış gibi göründüklerinden dolayıdır.

Yaralarındaki kırmızılığa rağmen tenlerinin altın sarısı olduğunu fark ettim ve o renge odaklandım. Ben de bir zamanlar altın sarısıydım. Şimdi ise bir nilüfer çiçeği gibi solgun ve mosmordum.

Annem güzelliğimi sarı güllere benzetirdi.

Annemi özlüyordum.

Yutkundum ve bu faydasız düşünceyi çabucak aklımdan çıkardım.

Köleler önümüze dizildiler. Fell bize döndüğünde gözlerimi başka yöne çevirdim.

“Git.” Fell, her bir kadını işaret ederek hangi kızın hangi erkekle birlikte hazırlık odasına gideceğini seçiyordu. “Sen, şuraya, sen, bunun yanına geç, Pirouette, kıpırda. Hazel, bana gel, aşkım.”

Beni sevmesi iğrençti. Beni o kadar iğrendirdi ki, bir daha asla hiç kimse tarafından sevilmek istemezdim.

Başımı eğerek yanına yürüdüm.

Fell beni ikilinin ~önüne yerleştirirken ensemden tuttu. Bunların onlar olduğunu, aptal saçlarıyla neredeyse beni umutlandıranlar olduğunu biliyordum ama yine de başımı kaldırıp bakmadım.

“Hazel, dinliyor musun?”

Fell yavaşmışım gibi davranmayı severdi ya da ben daha az dikkat çekmek için öyle davranırdım. Dikkat çekmekten kaçınmak için yapabileceğim her şeyi yapardım.

Fell, soğuk bir bakışla bana, “Onları yıkayacak, soyacak, köle kıyafetleri giydirecek ve yeni istasyonlarına götüreceksin,” dediğinde, ifadesiz bir suratla Fell'e bakıp kafamı salladım.

“Onlara bir yatak ve bir de kazma bul.” Fell’in sesi çok medeni geliyordu. “Bunlar senin gibi kadınlardan yararlanmayı sever. Bazen de ilk sen öldüğünde.”

“Ama gözden ırak olduğu sürece, gönülden de ıraktır. Onun keyfini çıkarın.”

Benimle dalga geçiyor olmalıydı. Fell onların gerçekten bana tecavüz edeceklerini düşünüyordu. Daha doğrusu, tecavüz etmelerini istiyordu.

“Bana bak, Hazel.”

Ben bunun yerine, elimde kullanılmış ve suyu binlerce kez sıkılmış bir bezle, yarıya kadar kirli suyla dolu yegâne kovama bakıyordum.

İkisini de silah olarak kullanamazdım.

Belki de Fell'in başkalarının bana şiddet uygulamasını dilediği içindir… Belki… Belki de bu gerçekten benim son günümdür.

Yanağımda patlayan tokatı hissettiğimde şimdiye geri göndüm.

Üç yıl önce olsa acısını gerçekten hissedeceğim bir tokattı.

Şimdi ise sadece el sıkışmak gibiydi.

Bununla başa çıkabilmek için kendimi bu tür cezalardan zevk almaya zorladım. Ta ki gerçekten zevk alana kadar…

Fell'e baktığımda nazik gülümsememe samimî bir gülümsemeyle karşılık verdi. Gerçek bir gülümseme. Hem de acı yanağımı ısıtırken.

Bir gün seni nasıl öldüreceğimi hatırlattığın için teşekkür ederim. ~Hiçbir şey beni bu hayal kadar mutlu edemezdi.

“Onlara bak.” Kıvrık, meraklı dudaklarıma, ardından da öfkeli ela gözlerime bakan Fell, bana işkence etmeyi saplantı haline getirmişti.

Sonunda gözlerimi istismarcımdan alıp iki suçluya çevirdim. Kötünün de kötüsü olan ikiliye, en azından Fell’in yeni tabiriyle öyle. Bu ikizler yüzüme bile bakmıyorlardı.

Biri tam karşıdaki korumalara bakarken bize en yakın olan diğeri ise Fell'e bakıyordu.

“Saçları berberin ellerini yedikleri için kesilmemişti Vahşiler. Astro ile Apostis seni önce pişirmeyi tercih eder, bunlar ise seni çiğ çiğ yiyebilirler.”

“Gidip Maul Kralı ile tanışmayı ve onun akşam yemeği olma teklifini mi tercih edersin? Aşkım?”

“Tecavüzcüleri yıkamaya hazırım, teşekkürler.” Delik deşik edecek kızgın bakışlarımla Fell’in gözlerinin içine dik dik bakarken, birden üzerimde zayıf ve cılız bedenime dikilen iki delici bakışı hissettim.

Onlar ~bana bakıyordu.

Omurgam karıncalandı.

Fell, her ikisi de bir şeylerden rahatsız olmuş gibi görünen, zincirlenmiş adamlara dönü “Pekâlâ, inkâr etmeyin,” dedi meydan okurcasına. “İkinizin de koruması gereken bir itibarı var, Devor...”

“Sakın adımı ağzına alma.” Daha uzakta olanı Fell’e sert bir bakış attı.

“Neden? Bana teşekkür etmelisiniz. Bu kadını istediğiniz gibi kullanmanıza izin veriyorum.~” Fell geri adım atarken göz kırpıp çatlamış alt dudağını ısırdı.

“Bunu duymak için kulağım hep sizde olacak. Düşündüğünüzden çok daha fazla ortak noktamız olduğunu fark edebilirsiniz.” Fell canavarları çok beğenmiş gibi görünüyordu. “Rica ederim. Size yaptığım bu iyiliği sakın unutmayın.”

Fell bana dönerek, bir oyuncak gibi ne kadar kolay kullanılabileceğimi göstermek için eğilip burnumu çimdikledi. “Her ihtimale karşı, eğer bu son görüşmemiz olacaksa diye.”

Fell yanağımdan öpmek için eğildiğinde onun bu son lâfı ile birlikte içimde sanki fırtınalar koptu.

Belki de Pirouette gerçekten beni kötü etkilemiştir ama Fell'e dönüp testislerini sıkıca kavrayarak ~bacaklarının arasına bir yumruk attım. Eğer gerçekten bu son görüşmemiz ise, bu şansı asla kaçıramazdım.

Fell dişlerinin arasından tıslayarak tükürürken, ikinci elimle zayıf yumruğumu onun kalın, kırmızı yakasına geçirmeyi başardım ve her ne kadar anlamsız, cansız ve zavallı bir hareket olsa da onu elimden geldiğince boğdum.

Tüm yapabildiğim buydu.

Fell gözüme tükürerek, bir eliyle yüzümü kapattı ve neredeyse kovayı devirene kadar beni geriye doğru itti.

Dengemi yeniden kazanmak için döndüm ve aynı anda hem bez parçasını hem de kovayı kaptım.

Gözlerimi kısarak Fell'in kalçasındaki küçük sopayı kavrayışını izledim. Beni onunla döveceğinden emindim.

Ancak beni rahatsız edecek şekilde, Fell kendini toparladı ve sırtını dikleştirdi.

“Umurumda değil. Nasıl olsa seni parçalayacaklar. Her zaman senin bir sürtük olduğunu biliyordum. Bu senin kanında var…”

Fell bunu söylediğinde kanım dondu.

Geçmişte… kendi kendimi tatmin ederken kendimi kestiğimi biliyor muydu?

Bunu yalnız, tek başımayken yaptığımı sanıyordum, yoksa o gizlice beni mi dinliyordu?

Ondan uzaklaşmam gerekiyordu.

Birdenbire, Fell’in tanımladığı gibi olmadıklarını kalbimin derinliklerinde hissettiğim iki canavara dönü “Hadi gidelim,” dedim. Fell yalan söylüyor ~olmalıydı. Sadece beni korkutmak için.

“Kaltak. Şimdiden ıslanmışsın. İtiraf et.

Fell saçmalamaya devam ediyordu. İkinci kardeş Fell'e doğru eğilirken birden durakladı. Kırbaçlanmış ve kana bulanmıştı ama onunla konuşurken güçlü saçları hâlâ mükemmel bir şekilde parlıyordu.

“Islak olan tek şey, kan damlayan testislerindir. Onları kontrol ettirmelisin.” Bu ikiz, sesiyle insanların etini sıvı lapa haline getirebilir gibi duruyordu. Beğendim.

“Ayrıca, onu ıslatıp ıslatmama meselesi artık sadece bizi ilgilendirir.”

“Umurumda değil. Ben sadece onun çığlık atmasını istiyorum,” diye uyardı Fell onları ve ardından, nihayet oradan ayrılmak için geriye doğru döndü.

Bizi izleyen gardiyanlar dışında, başka kimse olmadığı için yeni mahkûmları lanet olası saçları sayesinde fark edebiliyordum. Saçlarının olmasını hâlâ kabullenemiyordum.

Sonunda onlara, “Suçlarınız ile ilgili söylenenler doğru mu?” diye sordum. Diğeri, sanki ben yokmuşum gibi tekrar boşluğa bakarken, daha konuşkan olanıyla konuşuyordum.

Bana bakan ikizin teki, sesimi duyabilmek ve kulağımı yakalamak için epeyce eğildi.

Tuhaf bir şekilde, “Hâlâ saçlarımızın olduğu doğru mu?” diye sordu.

Olabildiğince doğal gözükerek, “Görüyorum,” diye cevapladım. “Fell'in dediği gibi bana çığlık attıracak mısınız?”

Güven verici bir şekilde “Hayır” demesini, Fell'in yalancı, tehditkâr ve manipülatör biri olduğunu teyit edecek tek bir kelimeyi bekliyordum.

Esirim, görünüşe göre derin düşüncelere dalmış gibiydi, eğildi. Ama cevap vermedi.

“İlerle,” dedi daha öfkeli olanı şimdi doğrudan bana bakarak.

Ona bakmaktan çok korkuyordum.

Onları son yıkama odasına götürmek için döndüm. Ben yolu gösterirken ve onlar beni yakından takip ederken zihnim bulanıyordu.

İkisi de beni isteğim dışında elde ederlerse ne yapacaktım?

Neden merak ediyorsun? Bir şey yapamazsın.

Ne? Ben bir şeyler duyuyorum. Ben… Duyuyordum…

Yürürken, arkama dönü ikizlere baktım. Daha iyi olanı bana pür dikkat bakıyordu.

Az önce okudun mu?… Benim a…

Benim adım Korserath, daha iyi olanı değil.

Ah, bunun çok komik olduğunu düşünüyor olmalı. Bana hafifçe gülümsüyordu. Ayrıca kesinlikle kafamın içinde konuşuyordu.

Diğerinin? diye sormaya cüret ettim.

İkizim seninle ilgilenmiyor.

Peki, bunu neden umursayayım ki? Ayrıca bu Korserath'ın benimle ilgilendiği anlamına mı geliyordu?

Elbette ilgileniyorum.

Onun yeniden izinsizce beynime girmesiyle neredeyse yerimden sıçradım.

Lütfen kafamdan çık, Korserath'a kibar ama aynı zamanda hırçın bir şekilde yalvarıyordum. Bilmiyorum, bu garip bir şekilde benim sinirlerimi geriyor, midemde ani bir sıcaklık hissetmeme neden oluyordu.

Acıyı mı bekliyordum, yoksa başka bir şeyi mi, bilmiyordum.

“Lotus çiçeği?” Korserath'tan çok daha eskiye dayanan bir soru geldi. Kahretsin. Hayır, o zamanlar da mı aklımı okuyordu? Bu da benim bir kraliçe olduğumu duymuş olabileceği anlamına geliyordu.

Düşünme, düşünme, düşünme, düşünme!

Kraliçe, kraliçe, kraliçe. Kahretsin.

Çabucak siyah, damlayan ıslak kayalardan oluşan son yıkama odasına atladım.

Küçük, mahremiyeti olmayan boş bir alan, sadece tek bir bank, yanardağa ve yukarılarda bir yerlerdeki magmaya açılan kayaların çatlaklarından gelen uğursuz bir emme sesi.

Kovayı yere bıraktım.

Döndüm.

Korserath bir duvara, kardeşi diğerine karşı duruyordu. Rahatladım. Tamamdır.

Birbirlerine bakıyorlardı. Korserath, görünüşe göre halinden sıkılmış ve hiçbir şeyden etkilenmemiş olan ikizine bakı sırıtıyordu.

Sonra onlara bakarken bir şeyler duydum. Duymamam gereken şeyler.

Bu bakireyi kandırmışlar, kendini bir kraliçe sanıyor, Devorex. Sence de komik değil mi? Korserath bu şekilde kardeşine çok komik bir fıkraymış gibi anlatıyordu. Yalnızca eğleniyordu, başka bir şey değildi.

Serath, o piçin ona tecavüz etme emrine uyacağımı sanıyorsan, yanılıyorsun.

Rex, ben onu becermeyecektim, sadece biraz zihnine işkence edecektim,

İkisi de birden bana baktı.

İkisinin birden zihnine girmiştim.

Ve, bana kalırsa, ikisi de bunu bilmiyorlardı.

Hmm.

Eğil bezi ıslattım.

Aşağı uzanıp bezi iyice döndürerek suyunu sıktım.

Devorex sonunda bana seslenerek “Bize Fahrenheit'tan bahset,” dedi. Ben, adının oldukça net bir şekilde yüksek sesle söylendiğini düşünürken, bir sonraki sorusuyla hançer gibi düşüncelerimi yarıda kesti.

”Adımı nereden biliyorsun?”

Başımı öne eğdim.

Kahretsin.

Burada biraz daha kalırsam daha fazlasını öğrenmeye başlayacaklardı. Eğer daha fazla şey düşünecek olursam.

Hayır.

Hayır. Dışarı çıkmak zorundaydım.

Bu durum artık tuhaflıktan çıkı düpedüz riskli bir hale geliyordu.

Artık harekete geçmeliydim.

Öyle de yaptım.

Devorex'e doğru yürüdüm ve yüzüne yumruk attım.

Gerçi, bu, her iki kardeşi de şaşırtmaktan başka bir şeye yaramadı. Başları bile sarsılmadı ama neyse ki yüzüme bir yumruk yemedim.

Fakat yaptığım şey, asıl yapmak istediğim sonucu verdi.

Şok etkisi.

Yanlarından geçtim.

Bunks'ta yakından tanıdığım çılgın bir insanı taklit ederek, “Gece çağırıyor,” diye fısıldadım. “Gece kazanacak.” Buna ilaveten önlem olarak, aniden avazım çıktığı kadar çığlık atarak uzaklaşmaya devam ettim.

Bir yırtıcıyı hedefinden şaşırtmak için tuhaf davranmaktan daha iyi bir hamle olamazdı.

Özellikle, bana her baktıklarında ~zihnime girebilen cinsten olanlarını.

Bunun hakkında uzun süre düşünemezdim.

Çıktım.

Gerisini, benden sonra temizleme zahmetine gireceklere bıraktım.

Korserath ile Devorex'in kim olduğunu bilmiyordum ama buralı değillerdi.

En iyisi onlardan kaçınmak olurdu, bu yüzden şu anda tek amacım buydu.

Onlardan uzak durmalıyım.

Şansıma, bir yıl daha tecritte hayatta kalmak için, ihtiyacım olan tek şey bugünkü manevramdı.

Tahminlerimde haklıydım, on binlerce maden vardı ve birilerine rastlamak pek de kolay olmazken belirli kuyulardan kaçınmak ise kolaydı.

Ancak eninde sonunda kader beni bulacaktı ve ben onlarla tekrar karşılaşacaktım.

İkiz Kabuslar.

Bundan bir yıl sonra, Fahrenheit'tan kaçmanın anahtarı onlar olacaktı. Tek sorun ise bunun bedeliydi.

Ve özgürlüğün bedeli ruhuma mal olacaktı.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok