Alena Des
BELLE
Dünyanın sonu böyle gelmişti.
Kurt adam kralı, efsanevi canavar, aldığım her nefeste sevip arzuladığım görkemli adam, orada öylece yatıyordu... Tahtın yanında yere yığılmış, bedeninden kan sızıyordu.
Başında dikilmiş adamın yüzünde şeytani bir gülüş vardı... O, İblis Kral’dı. Uzun, siyah, sivri parmağıyla beni işaret ediyordu.
”Artık benimsin,” dedi ağzından ateş püskürürken. “Annabelle... Benim karanlık prensesim...”
Dizlerimin üstüne çöktüm ve acı içinde feryat ettim. Ama yanağımdan süzülen gözyaşları öyle sıcaktı ki, sanki derimi delip geçiyordu. Çığlıklar içinde yüzümü tırmalıyor, ağlamamı durdurmaya çalışıyordum.
Ama şimdi, olacağım kişiyi değiştirebilecek gücüm yoktu. Kör bir kuyuya dönüşmüş gözlerimden yaşlar akarken, İblis Kral’ının şeytani kahkahasını işittim. O an tek düşündüğüm, umutsuzca aşık olduğum Kurt Adam Kralı’nı tekrar öpemeyecek olmamdı.
O artık yoktu.
Ben de onunla yok olmuş gibiydim.
Dünyanın sonu gelmişti… Artık her şeye karanlık hükmedecekti…
***
Birden ürpererek uyandım, nefesim kesilmişti, ama her taraf hala karanlıktı.
“Bu da ne?” diyerek yataktan doğruldum, çılgına dönmüştüm. “Neler oluyor?”
Göz maskesi taktığımı fark ettim, çıkarır çıkarmaz odamda güvende ve sapasağlam olduğumu gördüm. Öff.
Yine o lanet kâbus. Haftalardır kendini tekrar ediyordu. Ama ne zaman uyansam, tek bir detayı bile hatırlayamıyordum. Sadece dehşet, korku, büyük bir şeyin bana yaklaştığı hissi. Ama yaklaşanın ne olduğunu bilmiyorum.
Kapının gürültülü bir biçimde çalınması, beni yerimden zıplattı.
“Tatlım?”
Babama bakmak için kafamı uzattım. Ama bir tepki vermedim. Kendine gel Belle, diyerek kendimi telkin ediyordum.
“Ne oldu baba?”
“Konuşmamız gereken önemli bir şey var.”
Geldi ve yatağıma oturdu. Babam sürünün alfasıydı ve aslında duvar gibi bir adamdı, yine de kahverengi gözlerinde eşsiz bir nezaket vardı. Ailesine çok bağlıydı, bu yüzden daha sonra söyledikleri beni şoke etmişti.
“Annabelle,” dedi, gözlerini kaçırarak. “Bunu nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum, ama sürüden ayrılma zamanın geldi.”
Gözlerim büyümüştü. “Ne?”
“Annen ve ben seni bir yere gönderiyoruz... Güvenli, sıcak bir yere. Buradan çok uzakta.”
“Sen neden bahsediyorsun?” dedim ayağa kalkıp geriye çekilerek. “Burası benim evim! Sürüden ayrılamam. Ben buraya ait—”
“Ben nereye aitsin diyorsam oraya aitsin!” diye bağırdı ve bu söylediği ağırdı.
Babam nadiren sesini yükselten biriydi. Yani bu, konuyla ilgili ciddi olduğu anlamına geliyordu. Aynı zamanda, sürümüzün alfasının bir şeyden korktuğu anlamına da geliyordu. Ama... Korktuğu neydi?
“Neden... Bunu neden yapıyorsun?” diye sordum, gözlerimden yaşlar boşanıyordu.
Kardeşim Sean'ı, en iyi arkadaşlarım Joshua ve Danny'yi ve en önemlisi Gregory'yi düşündüm. Onlarsız nasıl yaşayacaktım ki? Neler oluyordu? Dünyam başıma yıkılmıştı.
“Açıklayamam,” dedi babam. “Ama anlamalısın Annabelle. Bunu seni korumak için yapıyoruz.”
Beni neye karşı koruyordu? Bunun o lanet kâbusla bir ilgisi var mıydı? Keşke detayları hatırlayabilseydim. Ama korunmam gereken her ne ise ~ondan~ korkmuyordum. Hayır. Burası benim evimdi. Ve hiç kimse, hiçbir şey, bunu benden alamayacaktı.
“Annabelle,” dedi babam, kafamda çarkların döndüğünü görünce. “Yapma.”“
“Yapabiliyorsan beni durdur,” dedim.
Ve babam daha ne olduğunu anlamadan, odadan hışımla çıkıp evden ayrıldım ve ayaklarımın beni götürebileceği kadar hızlı bir şekilde ormana koştum.
***
Hayatım için kaçıyordum. Uzaktan babamın gürleyen sesini duyabiliyordum. “Buraya gel Annabelle!”
Ama şimdi durmanın imkânı yoktu. Dönüşmüştüm ve tanıdık sıcaklığın cildime yayıldığını hissediyordum. Uzuvlarım esniyor, bedenimde kızılımsı bir kürk beliriyor, beni kalın bir battaniye gibi sarıyordu.
Şimdi dört ayağımın üzerinde, ormandaki gizli yerime doğru hızla ilerliyordum. Orayı daha çok küçükken keşfetmiştim. Çünkü Sean, büyük abim, acımasızca benimle dalga geçiyor ve gözyaşları içinde ormana kaçmama neden oluyordu.
“Sen benim kız kardeşim değilsin!” diye bağırdı. “Geldiğin yere geri dön!” Benden beş yaş büyüktü ve tek istediğim onun tarafından sevilmekti.
O gece, ormandaki açıklıkta bitkin bir şekilde tökezledim, ama dolunay bana tepeden bakıp yolumu aydınlatıyordu. Benimle sessizce konuştu, endişelerimi yatıştırdı. Karanlıkta kaybolduğumda o benim gizli arkadaşımdı.
13 yıl önce hissettiğim teselli ve rahatlığı bulmayı umarak şimdi oraya koşuyordum. Gönderilmek, her şeyi geride bırakmam gerektiği anlamına geliyordu. Bu düşünceye dayanamıyordum.
Nereye dönebilirdim? Nerede yalnız olabilirdim? Sevgili Ay Tanrıçası, bunun benim kaderim olmasına izin verme. Babamın beni göndermesine izin verme!
“Belle, dur! Beni bekle,” diye bağırdı Sean. Zamanla farklılıklarımıza alışmıştık, şimdiyse eskiye nazaran çok daha yakındık. Benim için endişelendiğini biliyordum ama içimden bir şey durmayı istemedi. Herkesten uzaklaşmam gerekiyordu.
Arkamdan dönüştüğünü duydum, 1.80'lik cüssesi güçlü olduğu kadar hızlı olan büyük gri bir kurda dönüşüyordu. Küçük, zayıf kurduma yetişmesi an meselesiydi.
15 yaşında ilk dönüştüğümde kurdumun büyüyeceğini düşünmüştüm ama hiç büyümedi. Ailemin geri kalanının aksine, kurdum küçük ve sıska kaldı.
Bu da beni yakalamayı kolaylaştırıyordu.
Sean'ın kurdu sırtıma atladı ve beni çamura sapladı. Bacaklarını kemirerek kıvranmaya çalıştım ama faydası olmadı. Sean pençelerini postuma geçirdi.
Acının etkisiyle insan formuma geri dönüştüm, Sean üzerimden kalktı. Cılız kurt olmanın iyi tarafı ne miydi? Sürüde dönüşürken kıyafetlerini çıkarmasına gerek olmayan tek kişi bendim.
“Konuşmamız lazım,” dedi Sean, gömleğini giydi.
“Hiçbir yere gitmiyorum,” diye tükürdüm. “Eğer babam seni peşimi gönderdiyse.”
“Yapmak zorundasın Belle. Tek yolu bu.”
“Onun tarafında olduğuna inanamıyorum,” dedim. “Ay Tanrıçası'nın hatırına, bana neler olduğunu anlatır mısın?”
Sean başka yere baktı. Ciddi bir şey olduğunu anlamıştım. Yüzleşmekten kaçınan biri değildi. Aslında, sürü içinde bakışlarından hoşlanmadığı kişileri bayıltmakla ilgili yaygın bir namı vardı. Ya da bana bakan herhangi bir zavallı adam.
“Senin için geliyor Belle,” dedi Sean sessizce. “Nerede olduğunu biliyor. 18 yaşına geldiğinde burada olamamalısın.”
“O mu? Sen neden söz ediyorsun? Kimmiş ~o~?
“Bunu söylemek bana düşmez. Babam bilmen gerektiğini düşünmeseydi...”
“Bu benim hayatım Sean!” diye bağırdım. “Birinin peşimde olup olmadığını bilmeyi hak ediyorum. Lütfen? Anlat. O kim? Benim için kim geliyor? Başka bir alfa mı?”
“Hayır, o kurt adam değil. O... O başka bir şey.”
“Başka bir şey mi? Ne demek istiyorsun? Burada başka bir tür yok. Sadece insanlar ve kurt adamlar var.”
“Bilmediğin çok şey var Belle...”
Bildiğim ve sevdiğim dünyanın parçalandığını, artık sırrımın bile beni bundan sonra olacaklardan koruyamayacağını hissettim.
“Bak, sana sataştığım için ormana kaçtığın ve bütün gün kimsenin seni bulamadığı, annemin deliye döndüğü günü hatırlıyor musun?”
“Sonra bir hafta ceza aldığın zaman mı?” diye cevap verdim. “Hatırlıyorum elbette. O gün senden nefret ediyordum.”
Sean sabırsızlıkla, “Ben olsam ben de nefret ederdim,” dedi, sanki onu amacından saptırıyormuşum gibiydi. “Ama gitmeden önce ne dediğimi hatırlıyor musun?”
“Dedin ki... Kimsenin beni sevmediğini ve annemle babamın bana yalan söylediğini söylemiştin. O zamanlar tam bir pisliktin, biliyor musun? Hayatımı cehenneme çeviriyordun.”
“Ayrıca sürü sınırında bulunmuş olduğunu da söylemiştim.”
“Evet. Her ağabeyin yaptığı aptal şakanın aynısıydı. Ne anlamı vardı ki?” Bunları söylerken içten içe olanların farkına varmaya başlamıştım. Kalbimin göğüs kafesimi şiddetli bir şekilde zorladığını hissedebiliyordum. Acı bir gerçekle yüzleşecektim, biliyordum.
Sean bana duygulu gözlerle baktı ve derin bir iç çekti. “Bu bir şaka değildi Belle.”
Sessizce sırıtması ya da göz kırpması için içimden yalvardım. Ama yüzünde tek bir ifade değişmemişti.
“Hatırlıyorum da bir gece babam kollarında bir kundakla eve dönmüş ve annemle tartışmışlardı. Hiç böyle tartıştıklarına şahit olmamıştım. Ben de yaklaşıp dinlemeye başladım. Annem seni muhafaza etmek istedi ama babam endişeliydi.
“Hikâyenin devamı olması gerektiğini söyleyip duruyordu. Bir gün birinin senin için geri geleceğini söyledi. Ne konuştuklarını anlayabilmek için aşağıya koştum. İşte o zaman seni ilk kez o battaniyeye sarmalanmış şekilde gördüm. Çok küçük ve kırılgandın Belle.
“Bu yüzden bu kadar uzun süre kızgındım. Seni sevmekten korkuyordum çünkü bizden alınabileceğini düşündüm ve kız kardeşimi kaybetme düşüncesine dayanamadım. Birinin gelip gelmeyeceğini anlamam biraz zaman aldı, çünkü onlar senin ailen değildi. Biz senin ailendik.”
Birden duyduklarım çok fazla gelmişti. Nereden başlayacağımı bilemedim. Kardeşime, koruyucuma, arkadaşıma baktım. Söylediklerinin onu derinden sarstığını biliyordum.
“Bu yüzden mi bu kadar korumacısın?” diye sordum.
“Elimde değil,” dedi, başını salladı. “Sana kötü bir şey olmasına asla izin vermeyeceğime söz verdim. Bu yüzden benimle eve gelmelisin, tamam mı?”
“Önce söyle,” dedim. “Bahsettiğin kişikim? Peşimde kim var?”
Sean iç çekti, yere baktı. Cevabını yakında alacağımı hissetmiştim, ama henüz net bir şey ifade etmeyeceklerini biliyordum.
“Geçen hafta Kral'a bir ültimatom verildi. Ültimatom, senin teslim edilmeni, aksi takdirde kurt adamlara karşı savaş açılacağını söylüyordu.”
“Kral mı? Savaş mı?” diye kekeledim. “Bunun benimle ne ilgisi olabilirdi ki?”
“Belle” dedi Sean, beni sıkıca tutuyordu. “Pek bir şey bilmiyoruz. Ama onun türünün bir hükümdarı olduğunu ve adının da İblis Kral olduğunu biliyoruz.”
Zihnimde beliren görüntü beni dehşete düşürmüştü. Siyah, sivri bir parmak beni işaret ediyordu. Ağzından ateş püsküren o canavar. Sürekli kendini tekrar eden o kâbus.
Geceleri rüyalarıma giren kişi o’ydu. İblis Kral.
Sean, “Keşke daha fazlasını bilseydim,” dedi. “Tek bildiğimiz, inanılmaz derecede tehlikeli olduğu. Ve eğer seni geri almak için bir savaşa girmeye hazır.”
Kendi nefesimle boğuldum, avuçlarım terlemişti. Boğuluyormuşum gibi hissediyordum.
“Neden? Neden ben? Benden ne isteyebilir ki?”
“Belle...” dedi Sean gözlerimin içine bakarak. “Bence sen... Sanırım geldiğin yer orası. Sen ona aitsin.”
Titrek bir geri adım attım, gözlerim genişliyor, nefesim daralıyordu. Her şey birden bulanıklaştı ve elim kolum tutmuyormuş gibi hissettim. Düşüyordum.
Ve şimdi, sesini tekrar duyabiliyordum... Kâbusumda duyduğum ses...
”Annabelle, karanlık prensesim...”
Sean çığlık atıyor, bana ulaşmaya çalışıyordu. Ama çok uzaktaydı. Artık çok geçti. Su yüzüne çıkmış sırrım ay tarafından aydınlanıp karanlıkta boğuluyor, yıldızlar teker teker yanıp sönüyordu.
Ve etrafımdaki her şey kararırken... Dünyanın sonu gelirken... Tek görebildiğim rüyamdaki diğer adam, kendi kanından oluşan kan gölünde yatan Kurt Adam Kralı’ydı.
“Belle,Sessizce hareket eden dudaklarını izledim. ~Seni seviyorum.~
Ve sonra, her şey karanlığa gömüldü.