Raven Flanagan
RIVER
“İyi misin?” diye sordu Arlene kısık bir sesle.
Onun sesiyle nihayet gözlerimi kırpıştırıp bakışları kalbimi dağlayan Alfa’dan gözlerimi ayırabildim. Kuzenime bakmak için döndüğümde bile bakışlarındaki sıcaklığı hissedebiliyordum.
“Tıka basa doydum. Yemekler harikaydı.”
Arlene yarım bıraktığım tabağıma bakıp kaşlarını çattı. Etrafına bakındı ve beni burada istediği gibi sorgulayamayacağını gördüğü için iç çekti.
Diğerleri ikinci tabağını almak ya da tatlıya geçmek için masadan kalkıyordu. Ben de kaçmak için fırsat gördüm.
“Affedersiniz, su almaya gidiyorum.” Bir konuşmanın ortasında olan Arlene beni durduramadan masadan uzaklaştım. Karton tabağımı ve el değmemiş yemeğimi bir kenara fırlatıp sürü evine girerken birkaç çift gözün üzerimde olduğunu hissettim.
Kapı arkamdan kapanır kapanmaz müzik sesleri ve heyecanlı konuşmalar kesildi. Gözlerimi kapatıp tezgâha yaslandım. Sonunda kimse beni izlemeden derin bir nefes alabildim.
Sessizliğin güvenliğine rağmen kalbim hâlâ küt küt atıyordu ve yavaşlamaya hiç niyeti yokmuş gibiydi. Soluklanmaya çalışırken göğsüm hızla inip kalkıyordu.
Alfa!
Sorunlarımın ardı arkası kesilmiyordu!
Koca sürüde onca insan varken, beni yakalayan neden alfa olmak zorundaydı?
Hem de iki yıldır ilk defa kızışmışken.
“İçeride ne yapıyorsun kızım?” Teyzem mutfağa girdiğinde çığlığı basmamak için dilimi ısırdım.
“Ah, biraz su almaya geldim.”
“Dur, sana yardım edeyim.” Teyzem hemen dolaba yönelip bir saniye bile tereddüt etmeden bir bardak indirdi. “Dışarı gel. Dale’le seni sürünün diğer üyeleriyle tanıştıralım. Uzun zamandır buraya gelmemiştin.”
Corrine Teyze beni dışarı çıkarmak için koluma girdi. Çıkarken elimdeki su bardağını olabildiğince ihtiyatlı bir şekilde yere bıraktım.
Teyzem ve eniştem beni arkadaşlarının arasında dolaştırdılar, ta ki sonunda Arlene gelip beni bu utançtan kurtarana kadar.
“Havai fişekleri patlatmak üzereyiz! River’i geri verin!” Arlene beni annesinin kolundan çekip alarak arkadaşlarının bulunduğu alana doğru sürükledi.
“Havai fişekler de mi var?” diye mırıldandım Arlene’in hızlı adımlarını takip ederek.
“Her dolunayda böyle şeyler yaparız. Alfa beş yıl önce görevi devraldığından beri sürünün gerçek bir topluluk gibi birlikte bir şeyler yapmasına büyük önem veriyor. Onun için sadece geceleri kurtlar olarak birlikte koşmamız değil, gün ışığında da birbirimizi arkadaş ve aile olarak görmemiz önemli.”
“Senin ya da teyzenin yeni bir alfadan bahsettiğinizi hatırlamıyorum,” dedim adam hakkında daha fazla bilgi edinmek için ince bir girişimde bulunarak.
“Evet, son alfamız yaşlıydı ve hiç çocuğu yoktu, bu yüzden uzaktan bir akrabası devreye girdi. Geldiğinde bazılarımız onun hakkında kararsızdı. Görevini beceremezse diye başta onun hakkında konuşmak istemedik. Ama Alfa Kye harika biri çıktı. Sürü hayatı hiç bu kadar iyi olmamıştı.” Arlene’in sesi özlem doluydu.
Kye. Sonunda adını öğrenmiştim.
Orada, açık alanın ortasında diğerleriyle birlikte havai fişeklerini hazırlıyordu. Çocuklar neşe içinde çığlıklar atarak etrafında koşturuyor, bir yandan çalışıp çocukların koşuşturmasını izlerken dudaklarında bir gülümseme beliriyordu.
Arazinin çok uzağında bile ona baktığımı hissediyor gibiydi. Kye başını çevirdi ve gözlerimiz anında buluştu. Gülümsemesinin azaldığını görünce nedense göğsüme bir acı saplandı.
Arlene beni arkadaşlarının yanına çekti ve birlikte gökyüzünde patlayan ışıkların altında durduk. Bulaşıcı enerji grubu sararken tüm kalabalık alkış ve kahkahalara boğuldu. Daha sonra, havai fişekler biter bitmez ve gökyüzü tekrar kararır kararmaz bir avuç kurt şekil değiştirip ormana doğru kaçtı.
“Koşmaya gidiyoruz. Bizimle gel!” Arlene yine kolumu çekiştiriyordu ve kendimi tasmalı bir köpek yavrusu gibi hissediyordum. Sanki bütün öğleden sonra herkes beni çekiştirip durmuştu. Ama birden sustu. “Eyvah,” diye fısıldadı.
Arkamda duran birine bakıyordu. Gözlerindeki bakış tüylerimi diken diken etti.
Varlığı bünyeme öylesine işlemişti ki daha arkamı dönmeden kim olduğunu biliyordum. Beni ülke boyunca takip etmişti. Beni bulmuştu. Bu adam, yaralarıma yol açan adamdı.
“Merhaba River,” dedi yumuşak bir sesle. Gülümsemesi gözlerindeki tehditkâr bakışı gizleyemiyordu.
“Jared.” Ona bakarken sesimin titremesinden nefret ediyordum. Omuzlarımın teslimiyet içinde çökmesinden nefret ediyordum.
“Bana aileni ziyaret edeceğini söylememiştin,” dedi etrafına bakınırken. Gözleri Arlene’e takıldı. “Merhaba Arlene. Uzun zaman oldu.”
“Bana sorarsan yeterince uzun değil,” dedi Arlene omuzlarını meydan okurcasına geriye atarak. “Ailem onu bir süre bizimle kalması için davet etti. Ama seni çağırmadıklarından eminim.”
Jared gözleri kararırken ellerini yumruk attı. “Dinle kaltak, buraya benim olanı geri almaya geldim, hepsi bu.” Bana döndü. “Neden bana nerede kaldığını göstermiyorsun? Eşyalarını alıp gidelim.”
Bu bir rica değildi.
Hayır diyebileceğimi biliyordum. Etrafta Jared’in olay çıkaramayacağı kadar çok insan vardı ama benim korktuğum, itaatsizliğime misilleme olarak ne yapacağıydı.
Uzuvlarım sanki bir ton ağırlığındaymış gibi hissediyordum. Çok dikkatli davranmıştım. Beni bulmaması için her türlü önlemi aldığımı sanıyordum.
Jared boğazının derinliklerinden homurdandığında, cevap vermek için çok geç kaldığımı biliyordum. Sessizlik uzarken cevap vermek için dudaklarımı araladım.
“Selam millet.” Alfa’nın derin sesi çok tanıdıktı; yumuşak bir viski gibi içime işledi. “Koşmaya mı gidiyorsunuz?”
Sözleri gerginliği biraz azalttı ama Jared’in ne diyeceğinden endişelendim. Bakışlarımı Arlene’e çevirdim.
“Kesinlikle!” dedi Arlene ona gülümseyerek. “Alfa,~” diye de ekledi unvanını vurgulayarak. Jared’e bilmiş bir bakış atarak, “Ailem sizi kuzenimle tanıştırdı mı? Bu River Lavaux.” Bana işaret etti ve ben de saygı göstergesi olarak gözlerimi yere indirdim.
“River.” Adımın dudaklarından dökülmesi omurgamda yasak bir heyecan yarattı. Güneyli aksanı kulağa olduğundan daha heyecan verici geliyordu.
“Bu da Jared,” dedi Arlene, ona doğru el sallarken sesi daha az coşkuluydu. “Ailemizi tanıyor ama şimdi gidiyordu. Değil mi Jared?”
Jared sırıttı ama bu sırıtış beni bir zamanlar sevdiğimi sandığım kurda çeken sırıtıştan farklıydı. “Buradan geçiyordum ve bir merhaba demek için uğrayabileceğimi düşündüm.” Onu izlerken, uyarı işaretlerini görmezden gelmenin benim için neden bu kadar kolay olduğunu anlayabiliyordum. Karanlık yanını her zaman kolay bir gülümsemenin arkasına saklayabiliyordu.
Bana kim olduğunu neden söylemediğini merak ediyordum ama ondan bir gün daha özgür kalmak anlamına gelecekse ona bunu söyleyecek değildim.
Jared bir o yana bir bu yana bakarken başını eğdi. “Burada dikkatli ol River. Kolayca kaybolabilirsin ve kimse seni bulamaz.” Beni umursuyormuş gibi söylediği sözleri aslında bir tehditten ibaretti.
Alfa dimdik durdu. “Buralarda misafirlerimize iyi bakarız. River’ın korkacak bir şeyi yok.” Sözlerini takip eden alçak hırıltı Jared’in bir adım geri atmasına neden oldu.
Sonra başını eğerek sırıttı. “Elbette. Ama River bazen sakar olabiliyor, değil mi River?”
“Sen gidiyorum dememiş miydin?” diye araya girdi Arlene. “Ah, bakın! Arkadaşlarım orada. Seninle arabana kadar yürüyelim.” Kolundan tutup onu birkaç adım öteye çekti ama Jared birden durarak bana baktı.
Onun gücü beni korkutuyordu. Neler yapabileceğini biliyordum. Elim ister istemez gözümün üzerindeki yara izlerine gitti. Jared gülümsedi.
“Görüşürüz River.” Arlene’in elini itip arabasını park ettiği açıklığa doğru yürüdü. Arlene bana baktı, ben de başımla teşekkür ettim. Bana sormak istediği sorular olduğunu biliyordum ama tek düşünebildiğim bundan sonra nereye gidebileceğimdi.
“Biraz konuşabilir miyiz?”
Donup kalarak gözlerimi tekrar Alfa’ya çevirdim. Orada olduğunu nasıl unutabilirdim? Sert bakışları beni olduğum yere mıhlıyordu. Gözlerinde ne istediğini ele veren hiçbir ifade yoktu.
Arlene gözlerini fal taşı gibi açmış ikimize bakıyordu.
“Devam et Arlene.” Sorgulayan bakışlarıyla karşılaşmamaya çalışarak ona başımı salladım. Bir an tereddüt ettikten sonra başını eğip bizi bekleyen arkadaşlarının yanına koştu. Çok geçmeden dönüşerek aceleci adımlarla ağaçların arasına daldılar.
Alfa ile baş başa kaldığımızda hava basıklaşmıştı. Atmosfer bizi sarmış gibi görünen ağır bir gerilimle doluydu.
Keşke bu ağır havayı kesebilecek bir bıçağım olsaydı.