
Son Şans
Teklifler zorlayıcı olabilir, özellikle de kaybedecek hiçbir şeyi olmayan, güçlü bir adamdan geldiğinde...
Lucius Casano her şeye sahip olduğunu düşünüyordu: Başarılı bir kariyer, güzel bir eş ve yeni evlat edinilmiş bir bebek. Sonra, ortalık karıştı ve Lucius, tek başına bakamayacağı bir çocukla bir başına kaldı.
Kali Alden hiçbir zaman aynı yerde iki yıldan fazla kalmamıştı. Genç yaşta, annesinin ona asla veremeyeceği tek şeyin özlemini çekiyordu: İstikrar. Annesi, yeni bir hayat kurmak için Kali ile kız kardeşini bırakıp gittiğinde Kali içinde bulunduğu durumu lehine çevirmek zorundaydı.
Bir çocuğun sağlığı tehlikedeyken, bir teklif ve bir bebek, iki insanı mutluluğa giden yolda birleştirebilir mi?
Birinci Bölüm
LUCIUS
“Bana yardım et, oğlum. Ne onunla ne de bebekle başa çıkabilirim,” diye sızlandı Jack. Bu yanık tenli, yakışıklı adam, dudaklarının kenarlarındaki hafif kırışıklıklara rağmen altmışlı yaşlarında bile sağlık timsaliydi.
Bir parmağını kaldırarak, “Hata yaptım,” diye devam etti. “Tek bir hatayla hayatımı mahvettim.” Her zamanki gibi mağduru oynayarak inledi.
Lucius, koltuğa yayılmış heybetli babasının koltuktan taşan kollarına, sırtına baktı. Babasının, annesinin sekiz yıl önceki ölümünden bu yana epey kilo aldığını fark edince içten içe sırıttı.
Babasının boğazını sıkmamak için kendini zor tutuyordu. Yüzünü sıvazlayarak, “Susar mısın artık?” diye sordu. Şu an, onunla dertleşebilecek durumda değildi.
“Vanessa’ya evlenme teklif ettim. Evet dedi. Başka bir kadından çocuk sahibi olamam. Vanessa beni terk eder,” diye konuşmaya devam etti Jack.
Yine de çok şaşırdığı söylenemezdi. Bunun olacağını biliyordu. Babasının güzel kadınları kandırıp yatağa atmak gibi bir huyu vardı.
Jack’in yüzü kıpkırmızı oldu, oğlunun gözlerine bakamayıp başını çevirdi.
Şimdi Lucius’ın üçüncü üvey annesi olacak olan Vanessa, müstakbel kocasının hizmetçiden bir bebek sahibi olduğunu öğrenirse yıkılırdı. Jack, Lucius’ın annesi yaşarken hatta öldükten sonra bile uçkuruna hâkim olamıyordu.
Arkasını toplama işi her zaman olduğu gibi Lucius’a kalıyordu.
Lucius, “Fırsat bulduğun an birini yatağa atıyorsan etrafta at koşturan bir sürü çocuk olmasına da şaşırmamalısın,” dedi. Babasına yine ahlak dersi vermek zorunda kaldığı için çok sinirliydi.
Jack elini sihirli bir değnek gibi sallayıp, “Parasını öde, gönder, bir şey yap. Yeter ki ondan kurtul,” diye karşılık verdi.
Lucius, babasının gerçek insanlardan, bir anne ile çocuğundan bahsetmiyormuş gibi yaptığı küçümseyici el hareketine bakarken rahmetli annesi için üzüldü.
O kadın, sadece bu adamdan gördüğü aşkı, tutkuyu bilerek yaşamıştı.
Liliana Marinacci bir mirasçıydı. İtalya’nın en zengin ailelerinden birinin tek çocuğuydu.
O kadar güzeldi ki istediği her erkeği elde edebilirdi ama o gidip karizmatik bir kişiliğe sahip, çapkınlık yapmadan duramayan, genç Jack’e vurulmuştu.
Liliana ne çektiyse tutkulu İtalyan damarından çekmişti. Jack ne kadar çapkınlık yaparsa o da o da o kadar peşinden koşuyordu.
Evlerinde huzurlu bir gün geçirdikleri nadirdi. Lucius’ın çocukluğuna dair hatırladığı her anıda, anne babasının kıskançlık ve ihanet üzerine kurulu ilişkilerinden izler vardı.
Lucius’ın, İtalya’yı terk edip Amerika’ya okumaya gitmesinin bir nedeni de buydu. Amerika, hem dünyanın en iyi işletme okullarına sahipti hem de ona toksik ailesinden bir kaçış fırsatı sunuyordu. Böylece Lucius sonunda biraz huzur bulabildi.
Lucius yirmi bir yaşına girdiğinde aile avukatları onu arayıp ailenin tek vârisi olduğunu bildirdiler. Jack’in para konusunda ne kadar gevşek olduğunu bilen babası, yani Lucius’ın büyükbabası, Jack’e tek bir kuruş bile bırakmamıştı.
Paranın nasıl harcanacağını iyi bilen Jack’te para kazanma hırsı yoktu. Onun tek derdi mümkün olduğunca az çalışıp rahat bir hayat sürmekti. Aile fonundan aldığı destek olmasaydı çok fakir bir hayat sürüyor olacaktı.
Lucius büyükbabasına cömertliği için minnettar olsa da ailenin tek vârisi olmak, diplomasını aldıktan sonra İtalya’ya dönmesi gerektiği anlamına geliyordu. Ailenin mali işlerinden babası değil, Lucius sorumluydu ve köşkü uzaktan yönetemezdi.
“Jack,” dedi Lucius. “Kadın doğurmak üzere ve sen ona para teklif edip onu göndermemi mi istiyorsun? Bu gece doğacak olan senin çocuğun, benim kardeşim. Onları gerçekten bu kadar kolay mı gözden çıkarıyorsun?”
Lucius, babasının bir şey söylemesini beklemedi. Artık ondan çok kendisi için üzülüyordu.
“O kadın önüne gelenle yatıyor. Ben olsam ona güvenmezdim. Bebek benden bile olmayabilir,” diye cevapladı Jack.
Lucius bebeğin başka bir adamdan olabileceğini zaten biliyordu. Çalışanlar arasında kadının başkalarıyla yattığına dair söylentiler vardı. Yine de içinde, bu gece doğacak çocuğun kardeşi olduğuna dair bir inanç vardı ve o çocuğu evlat edinmeye kararlıydı.
Avukatı şu an gerekli belgeleri hazırlıyordu. Lucius, böyle bir fırsatı elinden kaçıramazdı.
Annesinden aldığı simsiyah saçlarını sıvazlayarak masasında arkasına yaslandı.
Boy pos yönünden Karadağlı babasının atletik, sıkı vücutlu bir versiyonu gibiydi. Köşeli çenesi, hafif kemerli burnu ve keskin bakışları yüzüne haşin bir görünüm katıyordu. Kimse Lucius’a sıradan ya da güzel bir adam diyemezdi çünkü onun çekiciliği görünüşünün ötesindeydi. Onunla tanışan herkes onun karizmasından etkilenirdi.
“Her şeyi mahvettim, biliyorum ama bana yardım edebilir misin?” diye sordu Jack.
Tam o sırada çalışma odasının kapısı çalındı ve köşkün hizmetçisi Marta içeri girdi.
“Sebastian az önce hastaneden aradı. Düzenli kasılmalar başlamış. Bebek yolda, birkaç saat içinde doğacak.”
Lucius başını sallayınca Marta odadan çıkıp kapıyı arkasından kapattı.
Jack sandalyesinde kıvranırken Lucius artık babasının acısına son verme zamanının geldiğine karar verdi. Üvey kardeşinin doğduğu gün bir de babasının ölümüyle uğraşmak istemiyordu.
Kapıya doğru hamle yaparken, “Hem kadının hem çocuğun sorumluluğunu ben alacağım. Ama bundan sonra doğru duracaksın, tamam mı?” dedi.
Yaşlı adam Lucius’ın elini tutup öperek sıkıca kavradı. “Teşekkür ederim, oğlum. Sen olmasan ne yapardım bilmiyorum.”
Babasının sandalyesinin yanında dururken Lucius’ın yüzü yumuşadı. Ceketini çıkarıp sandalyenin arkasına koyduktan sonra, babasının omzunu dostane bir tavırla sıvazladı.
Onu düşünceleriyle baş başa bırakıp odadan çıktı.
Marta koridorun sonunda onu bekliyordu. “Özür dilerim, Bay Casano. Olivia’nın böyle biri olduğunu bilmiyordum. Ona Ben kefil oldu. Onunla görüştüğümde...” Marta doğru kelimeleri bulmakta zorlanıyor gibiydi. “Böyle şeyler yapacağını bilseydim onu asla işe almazdım.”
Lucius iri ellerini kadının narin omuzlarına koydu. Şimdi, ancak göğsüne gelen kadının bir zamanlar onu kucakladığı günleri hatırladı. Marta, hayatında değişmeyen tek şeydi. Bu kadınla öz annesinden daha çok anısı vardı.
“Nereden bilebilirdin ki?” dedi, sırtını okşayarak. “Başkalarının yaptıkları yüzünden canını sıkma.”
Marta öyle hızlı kafa salladı ki topuzu sallandı. “Aslında kötü biri değil. Bir çocuğu daha var, genç bir kız. Kızın babasından hiç bahsetmedi. Dürüst olmak gerekirse, Lucius, kadın biraz cahil ve insanlara çok çabuk güveniyor ama inan ki kötü biri değil.”
Lucius onu bırakmadan önce tekrar teselli etti: “Her şey yoluna girecek, merak etme.”
Marta yoluna devam ederken Lucius koridorda ilerleyerek güvenlik şefi Henry’yi aradı. Onunla biraz konuşmak istiyordu.
Onu koridorun sonunda buldu. Henry çok gergin görünüyordu, gözlerinde bir suçluluk ifadesi vardı.
Lucius, “İyi akşamlar, Henry. Nasılsın?” diye sordu.
Henry tereddütlü bir gülümsemeyle karşılık verdi. İri yarı, uzun boylu, kaslı bir adam olan Henry, işinde en iyilerdendi.
Lucius konuşmadan önce durup gömleğinin kollarını sıvadı.
Sağ eliyle Henry’nin omzunu kavradı. “Duyduklarım doğru mu?” “Bu bebek senin ya da babamın olabilir mi?” Marta’nın duymaması için alçak sesle konuşuyordu. Derdi başından aşkın kadını daha fazla strese sokmak istemiyordu.
Henry başını sallarken bir yay gibi gerildi.
Lucius lafı hiç dolandırmadan, “Seninse sende kalmasını ister misin?” diye sorup Henry’nin yüzündeki duygu değişimini izledi. Onun evli ve iki çocuk sahibi olduğunu biliyordu.
“Onunla sadece bir kez yattım. Bir süre önceydi. Sonra baban, onunla tekrar görüşürsem beni kovmakla tehdit etti. Ben de ona bir daha birlikte olamayacağımızı söyledim,” diye mırıldandı Henry.
“Bir kereden bir şey olmaz diye düşünme. Evde iki çocuğun var, kardeşim. Bunu biliyorsun.” Lucius’ın sabrı taşıyordu. Önce babası, şimdi de güvenlik şefi…
“Özür dilerim, patron. Bir daha olmasına izin vermeyeceğim. Ne yapayım, hayır demek çok zordu. O kadar güzel ve istekliydi ki,” diye derin bir iç çekti Henry. “Karım asla öğrenmemeli. Eve bir bebekle gidersem beni anında boşar.”
Lucius başını salladı. “Ben hallederim. Akşamın geri kalanında evde olacağım. Sen eve git ve giderken karına çiçek almayı unutma.”
Cevap olarak başını sallayan Henry, peşinden atlı kovalıyormuş gibi koşarak evden çıktı.
Lucius evin arka tarafındaki avluya gitti. Geceye ürkütücü bir sessizlik hâkimdi.
Lucius, çocuğun babasından olduğuna emindi. Tarihler tutuyordu ve içinde, üvey kardeşinin bu gece doğacağına dair bir his vardı.
Ayrıca böylesi daha hayırlı olabilirdi.
Babasının hayatını mahvederken kendisinin sallantıda olan evliliğini kurtarabilecek bir çocuk...




































