Yaralı Luna - Kitap kapağı

Yaralı Luna

Ahanaa Rose

Bölüm 5

KARA

Kapının çalındığını duyunca, “İçeri gel,” dedim. Dönüp baktığımda yüzünde küçük bir gülümsemeyle ellerini arkasında birleştiren Marcus’u gördüm. “Neden bu kadar mutlu görünüyorsun?”

“Sadece mutlu olamaz mıyım?”

Kaşımı kaldırdım. Ama ben bir şey söyleyemeden kahkahayı basıp ellerini bana uzattı.

Avucunun içinde, üzerine tek bir mum dikilmiş minik bir pasta vardı. “Mutlu Yıllar, Kara!”

Ah, Tanrıça aşkına.

“Neden bahsettiğini bilmiyorum.”

Pastayı masaya koydu. “Lana seni aramış, ulaşamayınca beni arayıp haberi paylaştı.”

“Harika! On sekiz yaşındayım, hâlâ dönüşemedim. Hatırlattığın için teşekkürler Marcus.”

İç çekti. “Bak, Lana benden bunu yapmamı istedi, ona hayır demek pek kolay değil.”

Kıkırdamaya başladım. Haklıydı, Lana’ya hayır demek hiç kolay değildi. Muhtemelen Lana bu kelimenin anlamını dahi bilmiyordu.

“Seni neyle tehdit etti?”

Omuz silkti. “Neden bahsettiğin hakkında hiçbir fikrim yok.”

Kendimi tutamayıp kahkahayı patlattım. Çok geçmeden o da gülümsemeye başladı. Pastanın yanına gidip derin bir nefes aldım, mumu üfledim.

Marcus bana sırıtırken ben de yangın çıkmasın ~der gibi bir ifadeyle omuz silktim.

Gülmeye başladığında yatağa geri dönüp oturdum. Derin nefesler alıp vücudumdaki acıyı biraz olsun dindirmeye çalıştım.

“Hâlâ ağrın var mı?” Gözlerinde endişe vardı.

“Üstesinden gelemeyeceğim bir şey değil.”

İçeri girdiğinden beri ilk kez odanın durumunu fark etmiş olmalı ki, “Şimdiden toparlandın mı?” diye sordu.

“Evet, beni resmen kapı dışarı edeceği zaman geldiğinde hazırlıklı olmak istiyorum.”

Makyaj masamın taburesine oturup kollarını bacaklarına dayadı. “Kara, olayları onun bakış açısından görmeye çalış.”

“Yüksek alfa olarak tüm sürülerin lideri. Eğer dönüşemeyen bir lunası olursa, diğer sürü alfaları görev süresi dolmadan ünvanını ele geçirmek için ona meydan okuyacaktır. Bunu göze alamaz.”

Dudaklarım titriyordu. “Söyle bana Marcus, sen kimin tarafındasın? Bana luna diyorsun ama alfanın yaptıklarını savunuyorsun.”

Derin bir nefes aldı.

“Kimi kandırıyorum ki? Bunu neden yaptığını ben ~bile anlamıyorum.”

Göğsümde tanıdık bir ağrı başladı, nefesim kesiliyordu.

Ne kadar inkâr etmeye çalışsam da, tüm bunlar canımı yakıyordu. Bir eş istememek için ne kadar çabalasam da, tek arzumun bu olduğunu biliyordum.

Beni sevecek, olduğum gibi kabul edecek bir adam, benim diyebileceğim biri, Ay Tanrıçası’nın bana verdiği biri…

Marcus da ben de sadece tek bir nedenle çalınan alarmın tiz sesiyle yerlerimizden sıçradık.

“Haydutlar.”

İkimiz de pencereye koşup baktığımızda, ormanın içinden düzinelerce kurt adamın sürü arazisine akın ettiğini gördük.

Marcus omuzlarımdan tuttu, endişeyle bana baktı. “Kara, burada kalıp saklanmanı istiyorum. Beni anlıyor musun?”

Onu ittim. “Dışarıda yardım edebileceğim insanlar varken ne diye saklanayım ki?”

Yüzü öfkeyle buruştu. “Kara! Bu senin işin değil, ayrıca kimseye yardım edecek durumda değilsin.”

Kaburgalarım beni öldürüyordu ama önceleri yaşadığım trajedilerin, sonra da beni reddeden bir eşin ardından acıyla yaşamayı öğrenmiştim.

Ona sert bir bakış atıp, “Kaç tane haydut olduğunu görüyor musun? Herkes o hayvanları savuşturmakla meşgul olacak.”

“Zane’in veya herhangi birinin ne dediği umurumda değil. Ben buradayken, bu sürünün lunasıyım. Halkımı savunmak zorundayım!”

Tavana baktı. “Tanrıça, bana yardım et. İyi! Ama sadece kadınlarla çocukları topla. Savaşma! Anlaşıldı mı?”

Başımı salladım. Birlikte aceleyle evden çıktık.

Dışarı çıktığımızda kaos patlak vermişti. Manzara dehşet vericiydi. Her yere dağılmış cesetler, birbirleriyle dövüşen kurtlar ve bol miktarda akan kan vardı.

Yıkım, ölüm...

İçimde yükselen endişeyle kesik nefesler almaya başladım. Biri beni tutup sarstı ama tek görebildiğim, koklayabildiğim kandı.

Kaosun ortasında birinin adımı haykırdığını duydum. Marcus endişeyle bana baktığında bayılmak üzere olduğumu fark etti.

“İyi misin?”

Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldıktan sonra, “Git,” diyebildim.

Marcus’tan ayrıldım. Kalbim hızla atıyordu, ağaçların arkasına sığınan korkmuş çocukların yanına koşmaya başladım. Her adımda kararlılığım biraz daha artıyordu.

Tam onlara ulaşmak üzereyken, çarpıcı gri kürklü serseri bir kurt önüme atlayıp yolumu kesti.

Adrenalinim tavan yapmıştı ama haydut bana saldıramadan başka bir kurt hızla üzerine atladı.

Fırsatı değerlendirip çocuklara ulaşmak için savaşan canavarların yanından hızla geçtim. Bazıları daha yeni yürümeye başlayan küçük çocuklardı. Güçlü durmaya çabalayan gençlerin arkasına sığınmışlardı.

“Hepiniz beni takip edin, birbirinizden ayrılmayın. En gençlerin önde, üçüncü seviye ve üzeri eğitim almış olanların da arkada olmasını istiyorum.”

Çocuklar sıraya girerken ben de ağaçların arkasına geçip etrafı herhangi bir tehlikeye karşı taramaya başladım.

Birden bakışlarım önümde duran bir kurdun delici gözleriyle buluştu. Ama kendimi tehdit altında hissetmedim. Bu Marcus’tu.

Çocukları da yanımıza alıp dost kurtların arasından hızla kaçmaya başladık.

Evden metrelerce ötede, bir haydut koruyucumuza saldırdı. Kurtlar birbirleriyle boğuşup yerde yuvarlanırlarken şiddetli bir mücadeleye şahit oluyorduk.

Kararsız kalmıştım. Kalıp yardım etmek istiyordum ama bu kadar güçlü kurtlara karşı sınırlarımı da biliyordum.

O iyi olacak, Kara. Çocukların sana ihtiyacı var.

Koşmaya devam ettik. Hızla ilerleyip bodruma giden arka girişe ulaşmayı başardık.

Son çocuğu da içeri götürürken, daha geride yerde yatan, acı içinde bileğini tutmuş, gözyaşları yüzünden akan küçük bir kız gördüm. Kalbim sıkıştı.

Haydut bir kurt kızın üzerine atılmaya hazırlanıyordu.

İçgüdülerim beni harekete geçirdi. Vücudumdaki yakıcı acıyı görmezden gelip bacaklarımı var gücümle zorladım, sarsılmaz bir kararlılıkla kurdun üzerine koşmaya başladım.

Varlığımın her zerresiyle kendimi kızın önüne atıp onu yaklaşan tehlikeden korumayı başardım.

Ona ulaştığımda duyduğum rahatlama anı kısa sürdü.

Yakıcı acı yeniden kendini hissettiriyor, tüm vücudumu ele geçiriyordu. Sanki kemiklerim yeniden şekilleniyor gibi hissediyordum.

Kollarımda siyah kılların filizlenmeye başladığını gördüm, yüzümün şekil değiştirmesini, keskin dişlerimin diş etlerimi parçalayıp uzamasını hayret ve dehşet içinde fark ediyordum.

Korkmak bir yana olanları düşünecek zamanım bile yoktu. Haydut küçük kıza hamle yapmaya hazırlanırken içgüdüsel bir hamleyle harekete geçtim.

Ne var ki insan bedenim haydutla çarpışmadı. Bunun yerine, haydutu havada karşılayan bir kurdun bedeniydi.

Güçlü hissediyordum ama aynı zamanda da gücümü kontrol edemiyordum. Kurt içgüdülerim beni ele geçirdiğinde kızı korumak için dişimle tırnağımla savaşmaya başladım.

Lanet olsun!

Dönüştüm.

Kahretsin, sonunda başardım!

Haydutla mücadelem devam ederken, zihnimde nazik bir ses duydum.

”Kara.”

Hayal gücümün bana oyun oynayıp oynamadığını merak ederken ses giderek daha belirgin hâle gelmeye başladı. Düşüncelerimde yankılanıyordu.

Bu Keith’in bana bahsettiği zihin bağlantısı mı? Kurdumla mı konuşuyorum?

İçimden, ”Lütfen bana delirmediğimi söyle,” ~dedim.

Bilinçaltım müzikal kahkahalarla doldu. ”Her şey yolunda, Kara. Gaipten sesler duymuyorsun. Odaklan. Söz veriyorum sonra her şeyi açıklayacağım.”

Bir an bile şüphe etmeden sesin talimatlarını izleyip dikkatimi dövüşe vermem gerektiğini hissettim.

Haydutu ısırdığımda dişlerim etine batarken demirin tadını aldım. Gürültülü bir çığlık atıp ağaçların arasına kaçmaya başladı. Kutlama yapamadan iki haydutun daha üzerime gelmekte olduğunu gördüm.

Hadi bakalım, pislikler.

Bu çok garip bir deneyimdi. Kendi bedenimde gezintiye çıkmışım ama sanki ipler başka birinin elindeymiş gibi hissediyordum.

Ama sonra, birdenbire, fiziksel anlamda hiçbir şey olmamasına rağmen birinin bana hafifçe dokunduğunu hissettim. Omurgamdan aşağı bir ürperti yayıldı.

O sesi tekrar duydum: ”Merak etme, ben hallederim.” Sıkıntılı düşüncelerim dağılıyordu, sakinleşiyordum.

Vücudum bir refleks gibi savunma pozisyonuna geçti, boğazımdan kısık sesli, tehditkâr bir hırıltı yükseldi.

Son derece ilkel, aynı zamanda güçlü bir sesti, haydutların derhâl geri çekilmelerini sağladı.

Ormandan kirli sarı kürklü bir kurt çıktı, yavaşça yanıma gelmeye başladı. Ağzı kocaman açılmış, keskin köpek dişlerinden kan damlıyordu.

”Dikkatli olmalıyız. Bunun içinde alfa kanı var.”

Kurdumun rehberliğinde kızı kapıp kaçmak üzere döndüm. Ama sarı kurt daha hızlıydı, beni ayağımdan itip bir ağaca çarpmama neden oldu.

Kendimi toparladığımda onun kıza döndüğünü, saldırmak üzere hazırlandığını gördüm. Hiç düşünmeden koşmaya başladım. Kumral kahverengi kurt pençeleriyle kızı yakalayıp güvenli bir yere götürmeye başladı.

Beni ısırdığında ben de onu ısırdım. Şiddetli bir kavgaya tutuşmuştuk, yerde yuvarlanıp tekrar tekrar birbirimize saldırıyorduk.

Sırtıma bir ağırlık çöktü. Başımı çevirdiğimde siyah kürklü başka bir haydut kurdun bana saldırdığını gördüm. Karnımı pençeliyor, boynuma ulaşmaya çalışıyordu. İşimi bitirmeye hazırdı.

Neyse ki bunu yapamadan açık kahverengi kürklü bir kurt imdadıma yetişti. Sırtımdaki haydutun boynunu yakalayıp kopardıktan sonra sarışın kurda fırlattı.

Haydutlar hırlayıp homurdansalar da temkinli hareketlerle benden uzaklaşıyorlardı. Aramızda yeterince mesafe olduğunda, dönüp ormana kaçmaya başladılar.

Diğer haydutların liderlerini takip edip arkalarında bıraktıkları yıkımı izlemeye başladım.

Olan biteni bütünüyle kavrayamadan vücudum kontrolsüzce titremeye başladı. Sonsuzluk gibi uzun gelen bir süre boyunca kıvrılıp bükülürken acım dayanılmaz bir hâl aldı.

Geri dönmek mi daha acı vericiydi yoksa savaşın bitmesiyle adrenalinin etkisi azaldığı için mi böyle hissediyordum?

Kaslarımdaki, kemiklerimdeki, sinirlerimdeki acıdan bunalıyor, umutsuzca çabalayıp kendimi sıkıyordum.

Yeniden insan formuma döndüğümü parmaklarımı avuçlarıma bastırırken pürüzsüz tenimi hissettiğimde anlayabildim.

Ama bu yeterli değildi. İçimden hayatın çekildiğini, kanımın toprağa sızdığını hissediyordum.

”Sakin ol Kara, canın yanıyor biliyorum. Seni iyileştirmek için elimden geleni yapacağım.”

Fısıltıyla, “Neler olduğunu anlamıyorum. Sen de kimsin?” diye sordum.

Gülümsediğini hissedebiliyordum. ”Benim adım Selene. Senin kurdunum. Tanışmak için çok uzun zamandır bekliyordum.”

Üzerime bir şey atıldı. Marcus beni kollarının arasına aldı. Her dokunuşuyla bedenime sıcak bıçaklar saplanıyormuş gibi geliyordu, ağlamaktan kendimi alamıyordum.

Marcus’un üzerinde gömleği yoktu. Umutsuzca onun sıcaklığından biraz rahatlık bulmaya çalışıp boynuna sarıldım.

“Sorun yok,” dedi Marcus, sesi yumuşaktı. “Seni tutuyorum.”

Acı içinde homurdanıyordum. “Ama çocuklar... Sürü... Yardım etmeliyim.”

Alnımı öptü. “Yeterince şey yaptın, Luna. Artık dinlen.”

Tartışmak istesem de acıyla yorgunluk benliğimi ele geçiriyordu. Gözlerimi kapatmalıydım.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok