
Lycan'ın Minik Cadısı
Emily, kurt adam bir üvey babanın ve cadı bir annenin kızıdır. Ruh eşi tarafından reddedilince sıradaki Yüce Büyücü olmak için eğitim almak üzere vaftiz annesinin malikânesine taşınır.
Üç yılın ardından, malikânedeki en yakın erkek arkadaşının kabul törenine katılır. Orada, Lycan Krallığı’nın III. Prens’i Fabian’la tanışır ve Lycan Fabian onu eşi olarak ilan eder.
Ama Emily, Fabian’ı reddetme isteğine direnebilecek midir? Geçmişte yaşadığı kalp kırıklığını ardında bırakmaya hazır mıdır? Ölü Çağıran tarafından kaçırıldıktan sonra hayatta kalabilecek ve karşısına çıkan zorlu sınavları atlatabilecek midir?
Prolog
EMILY
“Ben, Doğu Ay Sürüsü savaşçısı Zeke Quill, sen, Emily Davis’i eşim olarak reddediyorum.”
“Ama… Anlamıyorum.” Neler olduğunu anlamadığım için başımı iki yana salladım.
Zeke’le birkaç aydır beraberdik. Bana onun eşi olduğumu söylemişti.
Ama bir cadı olduğum için başlangıçta bundan pek emin değildim. Aramızdaki eş bağı çekimini hissetmeye başladığımda şaşırmıştım. Kurt adam olmadığımız için bunu onlar kadar güçlü hissedemesek de varlığını fark edebiliyorduk.
Bu yüzden bir sonuca varmadan önce Zeke’i tanımak istedim. İlişkimizle ilgili herhangi bir karara varmadan işleri ağırdan alıp birbirimizi tanımamız gerektiğini söyledim.
Tam da bu sebeple ilişkiyi resmileştirmeden önceki tanışma faslındaydık.
İşler yolunda gidiyordu. Hiç olmadık zamanlarda onu düşünüyor, ona daha yakın olmak ve onunla ilgili her şeyi öğrenmek istiyordum.
İlişkiyi ciddiyete dökmeye hazırdım.
İlişkimizi resmileştirmeye ve eş bağını tamamlamaya hazırdım.
Belli ki o benim gibi düşünmüyordu.
“Ama eş olduğumuzu söylemiştin. Eş bağını hissettiğini söylemiştin. Ben de hissetmeye başlamıştım.” Bunu nereden çıkardığını anlamayarak ona yaklaştım.
Geri çekildi.
“Neden?” diye sordum hüzünle çatallaşan sesimle.
“Çünkü sen bir efsunkârsın,” dedi omuz silkerek.
“Değilim,” diye fısıldadım. “Ben cadıyım.”
Zeke gözlerini devirdi. “Ha efsunkâr ha cadı. İkisi de aynı şey. Bir efsunkârı eşim olarak kabul etmemin imkânı yok.”
Kelime ağzımda acı bir tat bıraktı.
Efsunkâr, yüzyılı aşkın bir süre önce, Ölü Çağıran döneminde, yani ikimiz de doğmadan çok önce cadıları ve büyücüleri tanımlamak için kullanılan bir terimdi.
Ölü Çağıran dönemi doğaüstü dünya için korku dolu bir dönemdi. Ölüm ve yıkım her ırktan varlığın kaderi olmuştu.
Ölü Çağıran gücünden korkan diğer doğaüstü varlıklar büyü yapan tüm ırklara “efsunkâr” demeye başlamıştı, çünkü büyü yapan ırkların sadece yıkım getirdiğine inanılıyordu.
Cadılarla büyücüler Ölü Çağıran’ı alt etmeye yardım ettiğinde bu kullanım tabu hâline gelmişti. Artık bu kelimeyi ancak büyü yapan ırklara nefret duyanlar kullanıyordu.
Bunu alelade bir şeymiş gibi söyleyen Zeke şaşkınlıkla baktım. Doğaüstü dünyada ırkçılık tahmin ettiğimden de yaygındı.
Parkı kolaçan edip yalnız olduğumuzu fark edince rahat bir nefes verdim. Zeke’in beni kendinden aşağı gördüğüne ve acımasızca küçümsediğine bir başkasının şahit olması içinde bulunduğum anda isteyeceğim son şeydi.
Beni küçük gördüğünü düşündüğümde kollarını gövdeme sardım.
Ondan ve içimi yakan bu acıdan uzaklaşmam gerektiğini düşünerek bir adım geri çekildim.
“Tamam, reddini kabul ediyorum,” diye mırıldandım gözyaşlarımı tutmaya çalışarak.
Hemen başını sallayıp yanımdan uzaklaştı. Ardında sadece yaprakların hışırtısı kaldı.
Onun uzaklaşmasını izlerken gözlerim doldu.
Bir eşim olmasını sabırsızlıkla bekliyordum. Herkesin bir ruh eşi olduğu fikri beni oldum olası cezbetmişti. Herkese uygun biri olduğunu düşünmek…
Galiba boşuna umutlanmıştım.
Eşim olacağını sandığım adam olduğum kişiyi reddetmişti. Ama ben efsunkâr değildim. Ben bir cadıydım! Arada kocaman bir fark vardı.
Parkın kapısından sokağa doğru ilerlerken arkasına dönüp bakmadı bile.
Bu kadar duygusuzca çekip gitmesini anlamıyordum. Kalp kırıklığından midem bulanıyordu.
Orada öylece ne kadar durduğumu bilmesem de havanın karardığını fark edince gitmem gerektiğini anladım.
Sürü arazisinde ilerlerken yanından geçtiğim herkesin ters ve imalı bakışlarını fark ettim.
Fısıldaşmalarını duyamasam da ne konuştuklarını öğrenmem gerekiyordu. Reddedilme fiyaskomun ne kadar yayıldığını bilmeliydim.
Eve dönerken sessizce bir büyü yaparak işitme yetimi güçlendirip dedikodulara kulak verdim.
“Hey, bu o,” diye fısıldadı birisi.
“Evet, zavallı Zeke’i reddetmiş.”
“Söylenenlere göre onu zayıf olduğunu düşündüğünü söyleyerek reddetmiş.”
“Ben de önüne gelenle yatıp kalktığı için onu reddettiğini duydum.”
“Zeke onu eşi olarak alacağı için heyecanlı olduğunu söylemişti ama kız onu reddetmiş.”
“Küçük sürtük!”
Kocaman açılan gözlerim yaşlarla doldu. Duyduklarıma inanamıyordum. Hepsi yalandı.
Cadı olduğum için beni reddeden Zeke idi. Bana efsunkâr demeye bile cüret etmişti!
Beni reddetmesinde bir hayır olabilirdi. Belki daha iyi birini bulabilirdim.
Bu umuda tutunmalıydım.





































