Hem güçlü bir savaşçı hem de mükemmel bir öğrenci olan RJ Macillister alfa babasını gururlandırmak için yaşar. Ailesinin teknoloji şirketini yönetip alfa olmaya hazırlanan RJ için zayıflık asla bir seçenek değildir. Ancak görücü usulü tanıştığı bir adamla göz göze gelince işler değişir. Adamın yakışıklılığı ve mavi gözleri RJ’nin felaketi mi olacaktır?
Yaş Sınırı: 18+
“Tekrar!”
Saat sabahın altısıydı. R.J. babasının on sekiz yaşından beri uyguladığı sıkı eğitim yüzünden iki saattir dondurucu soğuğun altında ayaktaydı.
Babasının emri üzerine saat dörtte sürü alanının çevresinde on millik bir koşuya başlamış, ilk beş mili kurt formunda koşarken kalan beş mili insan formunda tamamlamıştı.
Koşudan sonra özel, yapay gölün etrafında tur atmıştı.
Kara Yürek Sürüsü'nün eski alfası Raymond Macallister, bir alfayı olağanüstü yapan şeyin büyük bir liderliğin yanı sıra zihin ve beden gücü olduğuna inanıyordu.
Raymond şu an, yirmi dört yaşındaki kızı R.J.’in ya kendisi ya da onlar yere serilene kadar en iyi dört adamıyla dövüşmesini izliyordu.
Raymond hiçbir zaman sahte dövüşlere inanmazdı. Savaşlarda ya da saldırılarda düşmanların kurbanlarının küçük bir sıyrıktan sonra serbest kalmasına izin vermediğini iyi biliyordu.
“Odaklan, R.J. Ne halt ediyorsun?” diye bağırdı, arkadan saldırıya uğramak üzere olan kızına.
Kurt, R.J.’i yere yapıştırıp üstünlüğünün bir işareti olarak koluna pençe attı.
R.J. babasına hızlıca bakınca yıllardır olduğu gibi onaylamayan gözlerle karşılaştı. Kurdu üstünden atıp her hareketinde acıyan koluna rağmen eğitimine devam etti.
Kurt pişman bir ifadeyle, ”Özür dilerim, Alfa,” ~dedi.
R.J. sorun yok dercesine gülümseyip, ”Bir şekilde öğrenmek lazım ama, değil mi?” ~diye karşılık verdi.
“Neydi o? Saldırganına gülümsüyor musun bir de? Gülümsemenin onu etkisiz hâle getireceğini mi sanıyorsun?” diye bağırdı babası.
Raymond’ın küçümseyici tavrı R.J.’in özgüvenini daha da düşürdü. Babasının kendisine doğru bir adım attığını görünce gözle görülür bir şekilde irkilerek, “Ba… Baba, ben... Ben sadece...” diyebildi.
“Düşünmüyordun. Şimdi işinin başına dön. Otuz dakikan bitmeden dört kurdu da yere sermeni istiyorum.”
R.J. giderek alçalan bir sesle, “Peki baba…” deyip yerine döndü.
Kendisine emredilen şeyi yapmayı başaramaması diğer kurtların önünde sert bir şekilde eleştirilmesine neden oldu.
Tüm yanlışları yüzüne vurulurken başını yine de dik tuttu. Gözleri duygudan yoksun, vücudu kaskatıydı.
Babasını duymazdan gelip sözlerinden etkilenmemeyi yıllar içinde öğrenmişti. Bir damla gözyaşı dökse daha kötüsünü duyacağını biliyordu.
Kendisini en iyisi sanırken aslında çokları tarafından bir zorba olarak görülen Raymond, tek kızının asla kendisi kadar büyük bir alfa olamayacağını düşünüyordu.
Konuşmasını bitirdiğinde gelip R.J.’in önünde durdu. Zümrüt yeşili gözlerini kızının sevgili annesininkilere çok benzeyen mavi gri gözlerine dikti.
Çekip gitmeden önce söylediği son şey, “Bu akşam saat sekizde Alfa Sean'ın oğluyla akşam yemeği yiyeceksin. Beni utandırma,” oldu.
R.J. ayağa kalkıp uzaklara baktı. Duyduğu tek şey kendi kalp atışları ile az önce dövüştüğü kurtların insana dönüşürken çıkardıkları kemik çıtırtılarıydı.
Adamlardan biri sevgili alfasına yaklaşırken, “Çantayı getir, Jesse,” diye bağırdı. Kardeşi Mark’ın alfası R.J.’in koluna verdiği zararı tespit etmek genç kızın spor sütyeninin askısını oynattı.
“Çabuk iyileşiyor ama yine de temizleyip saracağım,” dedi adam, yumuşak bir sesle.
Jesse ilk yardım çantasını getirip R.J.’in vücudunda daha fazla yara bere olup olmadığına baktı.
Dört adam alfalarının etrafını sarıp bir yandan onu korurken bir yandan da yaralarıyla ilgilendiler. Ancak ne onlar ne de R.J. bir şey söylediler…
R.J. ile birlikte büyüyüp aynı okula gitmişler, aynı doğum günü partilerine katılmışlar, birbirlerinin evlerinde akşam yemeği yemişlerdi.
Safkan kurtlar olarak sıkı bir eğitimden geçip her zaman en iyisini yapmak için çabalamak zorunda kalmışlardı ancak R.J için durum farklıydı. O zaten en iyisi olmak ~zorundaydı. Bir alfanın çocuğu olarak herkesten üstün olmalıydı.
“Charlie iş kıyafetlerini çoktan seçti. Ben dışarıda seni bekliyor olacağım. Jesse ile Mark akşam yemeğinde sana eşlik edecekler,” dedi alfasının kolunu sarmayı bitiren Ryan.
Yine kimse konuşmadı...
İçlerinde en sessizleri olan Frankie’nin ona seslendiğini duyan R.J. sertçe o tarafa dönüp genç adamın yüzündeki gülümsemeyi görünce yumuşadı.
“Sorun yok. Harika gidiyorsun. Hepimiz seni alfamız olarak seviyoruz. Bunu göremiyor olsa da Kara Yürek de seni olduğun gibi seviyor,” dedi Frankie, R.J.’i kollarına alarak.
Alfasını şakağından öpüp sırtını okşadı. İşe gitmeden önce rahatlamasını istiyordu. Dört adam R.J.’yi evine geri götürmeden önce tek tek yanağından öptüler.
R.J. ağaçların arasından çıkıp geniş arka bahçeye girdiklerinde hepsine usulca teşekkür edip güvende hissedip kendisi olabildiği tek yer olan evine girdi.
En iyi arkadaşı Charlotte yüzünde sıcak bir gülümsemeyle mutfakta onu bekliyordu. Tezgâhın üstünde bir fincan sıcak kahve ile kahvaltı vardı.
R.J. kız kardeşi gibi gördüğü arkadaşını izleyerek kahvaltı ederken, “Randevu, ha? En son bir randevuya çıktığında kaç yaşındaydın? On altı mı?” diye sordu Charlotte.
Genç alfa sarışın arkadaşına kısa bir bakış atıp başını eğerek, “Sanırım son bir yılda görüştüğüm sekiz alfa oğlunu saymıyorsun,” dedi, alaycı bir gülümsemeyle.
Dostunun bir zamanlar sahip olduğu muzip yönünü sergilemek için gösterdiği küçük çabadan memnun görünen Charlotte kocaman sırıtarak, “Şş... Onlar sadece alıştırmaydı. Belki beklediğin oğul bu oğuldur,” dedi.
R.J. omuz silkti. Ne kurdu Kara ne de kendisi fazla umutlanmıyordu. Bu randevulardan birinde eşini bulursa artık Kara Yürek'in baskın lideri olmayacaktı.
Babası ve arkadaşları hep aynıydı. Onlardan daha aşağıda olup sürünün karşılaştığı sorunlarda hiçbir söz hakkı olmayan bir lunayı kendilerine denk görmüyorlardı.
“Evet, belki de öyledir,” diye karşılık verdi R.J. gülümseyerek. “Hadi, iş zamanı. Ry dışarıda bizi bekliyor.”
R.J. dizinin üstünde biten siyah bir kalem etek; altın rengi bir şifon, askılı üst, kısa bir ceket ve siyah altın renkli topuklu ayakkabılarıyla boy aynasının önünde gülümseme provası yapıyordu.
“Bir gülümseme herkesin gününü değiştirebilir; seninkini bile…” Annesinin her sürü toplantısından önce söylediği bu söz aklından hiç çıkmıyordu.
Aşağı inmeden önce, “Peki benim günümü değiştirecek gülümseme ne zaman gelecek?” diye sordu kendi kendine.
Kapıda dikilen Charlotte R.J.'i fark edince dışarıda bekleyen arabaya gitti.
Arka koltuklara kurulup, radyoyu açıp müzik dinlemeye başladılar. Mahalleden otoyola çıkan ana yolda giderlerken R.J. hep manzarayı seyretti.
Ryan şehre giden kestirme yolları bildiği için Robinson Tech'in otoparkına çabucak varmalarına hiç şaşırmadılar.
Tıpkı evi gibi, çalıştığı şirket de R.J. için geçici bir sığınaktı.
Bir zamanlar anne tarafından büyükbabasına ait olan şirket büyük markalar için bilgisayar parçaları üretip dağıtmaya başladıktan sonra video oyun konsolu parçalarına geçiş yapmıştı.
R.J.’e bilmesi gereken her şeyi öğreten kişi oyun üretiminde çalışan dayısı Sebastian’dı.
R.J.’in büyükbabası ile oğlu Sebastian reklam, tasarım, pazarlama ve test için bir ekip kurarak geleceğe hazırlık yapmışlardı.
Yıllar içinde iyi bir isim yapmış olan Robinson Tech artık ismini duyurmak isteyen girişimcilerin başvurduğu bir şirket olarak biliniyordu.
Şirkette hem mobil cihazlar için yeni oyunlar hem de oyun konsolları üretiliyordu.
Babası şirketin R.J.'e teslim edilmesi gerektiğine hiç inanmamıştı. Hatta, “Şirketi batırır,” demişti.
Büyükbabası üç yıl sonra dizginleri kendi isteğiyle ona bıraktığında, R.J. babasının fena hâlde yanıldığını kanıtlamıştı.
Sebastian Amerika'da olduğu zamanlarda yeğenine zaman zaman yardım etse de işlerin asıl kaynağı olan Japonya'da kalmayı tercih ediyordu.
R.J. Sebastian'ın isteği üzerine onu takip etmek istemesine rağmen koşullar el vermeyince her şeyi kendisi halletmek zorunda kalmıştı.
“Günaydın, R.J. Bugün harika bir gün bizi bekliyor,” dedi asistanı Tiffany, renkli lobiye girip sabah özetini geçmeden önce.
“Müşterilerinizden ikisinin oyunları tamamlandı ve test edilmeye hazırlar. Onları çoktan bilgilendirdim. Oluşturduğumuz iki hedef grubu saat dokuzda burada olurlar.”
“Saat on bir buçukta dört yeni müşteri toplantınız, bir konsolunuz, üç uygulamanız var.”
O sırada monitörlerden yeni oyun reklamları ile tasarımcıların portföylerinden alınmış görüntüler geçiyordu. Ofisin turuncu, mavi, kırmızı, mor duvarlarında büyük başarı yakalamış oyunların çerçeveli resimleri asılıydı.
Oturma alanında üstünde meşhur karakterlerin resimlerinin basılı olduğu minderler olan modern, beyaz kanepeler vardı. Çalışanlar etrafta kendi tarzlarını yansıtan kıyafetlerle dolaşıyorlardı.
Şirkette sıkı bir kıyafet kuralı yoktu. Bütün departmanlar genellikle uzun saatler boyunca çalıştıkları için topuklu ayakkabılarla takım elbiseler yerine rahat giysileri tercih ediyorlardı.
Charlotte, asistanı ile kendi departmanı olan tasarım bölümüne gitmeden önce R.J.’e el sallayıp veda etti.
R.J.'in mükemmel gözlem yeteneği ve liderliği olmasaydı oyun geliştiriciler yollarını bulamazlardı. R.J. en üst kattaki ofisine çıktığında pencerenin önüne oturup o günün ilerleyen saatlerindeki randevusunu düşündü.
”Sence bu sefer eşimizi bulacak mıyız?” ~diyesordu kurduna.
Bu soru karşısında oflayıp puflayan Kara, R.J.’in gösterdiği manzaraya bakıp sükûnet bulurken, ”Gerçekten bilmiyorum…”diye cevap verdi.