Annie Whipple
Ace’in arabasındaki okul yolculuğumuz sessizdi. Ace’in sessiz olmasına alışkındım. Sessiz ve genellikle düşüncelerine odaklı olsa da girdiği her ortamda dikkatleri üzerine çeker ve tek bakışıyla herkesi susturabilirdi.
Ben de onun bu sessizliğine genelde aldırmazdım. Konuşma işini yüklenmekten hoşlanıyordum. Ace oldukça iyi bir dinleyiciydi ve az konuşsa da harika tavsiyeler verirdi.
Ama bugünkü sessizliği rahatsız ediciydi. Direksiyonu sıkıca kavradığı için beyazlayan parmak eklemlerini ve gergin kol kaslarını görebiliyordum. Kafasını kurcalayan bir şey vardı.
Ona bu sabah tam olarak ne yaptığımızı sormak istesem de konuyu açamayacak kadar gergindim.
Yaptığımızdan pişman değildim ama ne düşündüğünü bilmek istiyordum.
Bana bu sabahki yaklaşımı yeni, şok edici ve iyiydi. Ve en önemlisi doğaldı.
Ama o benim en yakın arkadaşımdı. Ve bu sabah yaşananlar aramızda daha fazlası olduğuna işaret etse de ergenlik hormonlarının verdiği rehavetin etkisi de olabilirdi.
Daha bu sabah bana arkadaşım dememiş miydi?
Ama eğer beni sadece “arkadaşı” olarak görüyorsa neden annem içeri girmeden önce beni öpmeye yeltenmişti?
Bunları düşünmek baş ağrımı katbekat kötüleştiriyordu. Şakaklarımı zonklatıyor ve midemi bulandırıyordu. Migrenim her defasında en olmayacak zamanlarda tutardı.
Sayısız kez doktora gidip ağrılarıma iyi gelmesini umduğum onlarca farklı ilaç denedim ama nafileydi. Tek yapabildiğim korkunç ağrılarımın geçmesini çaresizce beklemekti.
Ani bir mide bulantısı vurunca koltuğumun kenarlarını sıkıca kavradım. Ace bir terslik olduğunu anlamadan önce kendime gelmem gerekiyordu.
Ace migrenimden nefret ederdi. Ne zaman ağrım olsa aşırı korumacı bir tavra bürünürdü.
Şu anki ağrımdan haberdar olsaydı deliye döner ve muhtemelen beni eve geri götürürdü. Bunu hiç istemiyordum. Gün boyu yatakta kalırsam düşüncelerim beynimi kemirmeye başlayacaktı.
“Doe?” diye sordu Ace. “İyi misin?”
Tüh. “Evet,” diye cevap verdim. Bakışlarımı camdan ayırmadan, “Harikayım,” diye ekledim.
Gözlerini üzerimde hissedince bir şey çaktırmamak için ifademi kontrol etmeye çalıştım.
“Hayır, değilsin. Bir sorun var.” Duraksadı. “Kahretsin. Yine migrenin tuttu, değil mi?”
Omuzlarımı düşürdüm. Sanki aklımı okuyabiliyordu. “İyiyim. O kadar da kötü değil.”
“Üzgünüm, Doe.” Ağrımın sorumlusu oymuş gibi konuşuyordu. Bir bana bir yola bakıp duruyordu. “Seni eve götüreyim mi? Uyusan iyi gelir mi?”
Hemen başımı iki yana salladım. “Okula gitmek istiyorum. Ağrıya odaklanmamış olurum.”
Ace bir anlığına düşündü. “Okulda gittiğimizde sana ağrı kesici vereceğim. Biraz olsun iyi gelir.”
Birkaç dakika sonra okulun otoparkına girdik. Neyse ki ağrım nispeten azalmıştı ve bunu Ace’e borçluydum. Ne zaman ağrım olsa bana neyin iyi geleceğini bilirdi.
Bu sefer, düşüncelerimden uzaklaşmam gerektiğini biliyordu. Yolculuğun kalanında bana sorular sorarak dikkatimi dağıtmıştı. Sonunda ağrı hafiflemişti.
Ace arabayı park edip arka koltuktan sırt çantasını aldı. Ağrı kesici çıkarıp su şişesiyle birlikte bana uzattı.
“İç,” diye emretti.
Daha iyi hissettiğim için ağrı kesiciye gerek var mı bilmesem de dediğini yaptım. “Teşekkürler.”
Su şişesini geri alıp bana endişeyle baktı. “Başın nasıl oldu?”
“Daha iyiyim. Neredeyse normale döndüm. Sanırım en başta biraz abarttım.”
Kaşlarını çattı. “Bundan şüpheliyim.” Öne uzanıp saçımın bir tutamını kulağımın arkasına sıkıştırdı. Dokunuşu nazik olsa da ifadesi sertti. Üzgündü. “Başın tekrar ağrırsa bana söyle.”
Eline doğru hafifçe eğildim. “Tamam.”
Ace çatık kaşlarıyla beni birkaç saniye daha izledikten sonra geri çekilip emniyet kemerini açtı.
Ben de emniyet kemerimi çözüp kapı koluna uzandım. Ace’in kendi kapımı açmamı sevmediğini biliyordum ama her zaman bana yardım ettiği için bu seferlik onu yormak istemedim.
Ace beni durdurmak için hemen baldırımı sıktı. “Ne yapıyorsun bakalım?” diye sordu. Ses tonu biraz önceye göre daha sertti.
İç çektim. Onunla tartışmak manasızdı. “Hiç. Özür dilerim.”
Gözlerini kısarken elini baldırımdan çekip arabadan indikten sonra yanıma gelip kapımı açtı.
Karşısında ayağa kalktığımda beni kendine çekince göğsüne çarptım.
Burnunu yanağıma yaklaştırıp derin bir nefes alarak saçlarıma doğru homurdandı. “Lanet olsun. Her geçen gün daha güzel kokuyorsun.”
“Şey… Teşekkür ederim.”
Kokumu bir kez daha içine çektikten sonra sırt çantalarımızı alsak da benim çantamı taşımakta ısrar edip kolunu belime sararak okula yöneldi.
Kaşlarını çatmaya devam ediyordu. Beni normale göre çok daha sıkı tutuyordu.
“İyi misin, Ace?” diye sordum.
Cevap vermedi.
“Peki, bu sabahla ilgili konuşacak mıyız?”
Kaşlarını daha da çattı. “Ne olmuş bu sabaha?” diye homurdandı sonunda.
Kimse bizi duymasın diye önce etrafı kolaçan ettim. Okulun giriş kapısından geçip ana koridora girdik.
“Biliyorsun işte,” diye fısıldadım. “Bu sabah. Yatağımda olanlar.”
Yavaşlayarak durduktan sonra bana dönüp aramızda birkaç santim bırakana kadar öne eğildi. Nefesini yanağımda hissedebiliyordum. Diş macunu kokusunu alabiliyordum.
“Seni boşaltmamdan mı bahsediyorsun?”
Açık sözlülüğü beni şok etti.
Elini belimden çekerek çenemi hafifçe kavradı. Bir anlığına gözlerini kapatıp sakinleşmeye çalışıyormuş gibi burnundan derin bir nefes aldı.
“Bu sabah içgüdülerimize kulak verdik diyelim. Senden çok ben.” Çeneme başparmağıyla daireler çizerken bana dikkatle baktı. “Hoşuna gitmedi mi?”
Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. “Şey, ben…”
Kupkuru dudaklarımı yaladım. Ace gözleriyle bu hareketi takip edince yanaklarım ısındı.
”Öyle demedim,” diye fısıldadım.
Hafifçe gülümseyip ellerini belime indirerek beni kendine çektikten sonra usulca mırıldandı.
”Bunun tekrarlanmasını ister misin?” diye sordu kısık bir tonda.
Aniden etrafımızdaki insanların farkına varınca sağa sola bakındım. Koridor ilk derse yetişmeye çalışan öğrenciler ve öğretmenlerle doluydu.
Yanımızdan geçen ya da dolaplarının başında durmuş meraklı gözlerle Ace’le bana bakan birkaç kişiyle göz göze geldim.
Bu konuşmayı yapmanın ya da ona beslediğim hisleri itiraf etmenin yeri burası değildi.
“Sanırım beni bıraksan iyi olacak, Ace.” Ellerimi göğsüne koyarak bir adım geri çekilmeye çalıştım. “İnsanlar bizi izliyor.”
Ace başını kaldırıp etrafa bakındı. Herkese ölümcül bakışlar atmasına rağmen daha fazla öğrenci ve öğretmen bakışlarını bize çevirdi.
Koridorda tekinsiz bir sessizlik vardı.
”Tamam, artık bırak beni, Ace,” dedim endişeyle. Neden herkes bize bakıyordu?
Ace başımın arkasından tutup başımı göğsüne bastırdıktan sonra beni anında sakinleştiren ustalıklı parmaklarıyla boynuma masaj yaptı.
Sonra aniden sağır edici şiddetli bir hırıltı duyuldu. Yerimden sıçrayıp ona daha sıkı sarıldım.
Koridordaki konuşmalar tekrar başlayınca kafamı kaldırıp baktığımda herkesin kendi işine döndüğünü gördüm.
İşte bu garipti.
Ace dudaklarını alnıma bastırdı. Başımı kaldırıp ona baktığımda içimi eriten yumuşak bakışlarıyla karşılaştım. Birden daha iyi hissettim. Sakinleştim.
Birkaç dakika önce ondan olabildiğince çabuk uzaklaşmak istememe rağmen, şimdi tek istediğim ona daha fazla sokulabilmekti.
Onun kollarında evimdeymiş gibi huzurlu hissediyordum.
Ace derin bir nefes verdi. “Haydi.”
Beni nazikçe iterek dolabıma yönlendirdi. Onun söylediklerine sersemlikle karşılık veriyordum. Bu sabah hiçbir şey mantıklı gelmiyordu.
Dolabımın kilidini açarken birkaç saniye beni izledikten sonra telefonunu çıkarıp ona baktı.
Sırt çantamı yerine koyup ilk dersin kitaplarını alırken iç çektim. Malum konuşmanın beklemesi gerekecekti. Baş başa olduğumuz bir zamanda tekrar deneyecektim.
Ace sinir bozukluğuyla homurdanınca bakışlarımı ona çevirdim.
”Her şey yolunda mı?” diye sordum çekinerek.
Çenesini sıkarak telefonunu arka cebine koydu. “Gitmem gerek.”
“Ne?”
Kitaplarımı kollarımdan aldı. “Seni sınıfa bırakayım,” diyerek elini belime koyup beni tekrar yönlendirdi.
“Sen gelmiyor musun?”
Ace neredeyse hiçbir dersi kaçırmazdı. Devamsızlık konusunda titizdi.
Bir kez daha homurdanınca kızgınlığını anladım. “Hayır. Halletmem gereken bir iş var.”
Onun gitmesi tek bir anlama geliyordu. “Burada yalnız mı kalacağım? Derse sensiz mi gireceğim?”
Birinci sınıfta Embermoon’a taşındığımdan beri her derse Ace’le giriyordum.
İlk birkaç kez aynı sınıfa denk geldiğimizde bunun şanstan olduğunu düşünmüştüm. Ama üst üste beşinci yıl da böyle olunca Ace’in bu işte bir parmağı olduğunu anlamaya başlamıştım.
Artık aynı sınıfta olup olmayacağımızla ilgili endişelenmeyi bırakmıştım.
Bu yüzden, sadece bir günlüğüne de olsa Ace olmadan derse girmek çok uzak bir ihtimal gibi geliyordu.
Ace bazen ben hasta olduğumda okula bensiz giderdi ama ben hiç onsuz kalmamıştım. Hoş, genellikle hasta olduğumda beni yalnız bırakmak istemezdi.
Ace hiç hastalanmazdı. Hem de hiç. Bağışıklık sistemi sapasağlamdı. Bu yüzden o benim daimî laboratuvar partnerim ve çalışma arkadaşımdı.
“Bir saate döneceğim.” Sesi oldukça netti. “Ve ben yokken kimse sana dokunmayacak ya da seninle konuşmayacak.”
Bakıyorum da birilerinin etekleri tutuşmuş. “Tamam,” diye cevap verdim. “Nereye gidiyorsun?”
“Sadece halletmem gereken bir şey var.”
Ağzından başka laf alamadım. Gıcık herif.
Fen sınıfımızın kapısına vardığımızda Ace beni kendine çekip yüzünü boynumun kıvrımına gömerek sabah bıraktığı morluktan öptü. O anda tepeden tırnağa ürperdim.
“Ders bitmeden yanında olacağım,” dedi kulağıma doğru. “Baş ağrın için bol su iç. Ve ben gelmeden hiçbir yere gitme, anlaştık mı?”
Onu başımla onayladım.
“Bir şeye ihtiyacın olursa ya da biri seni rahatsız ederse Madoc burada.” Karanlık ve ciddi bir ifadeyle geri çekildi. “İyi olmadığın zamanlarda senden uzak kalmaktan nefret ediyorum.”
Bundan emindim. Gidiyor olmasına bu kadar şaşırmamın bir başka nedeni de buydu.
”Yine kötü hissetmeye başlarsan Madoc’a haber vereceğine söz ver,” diye emretti.
Arkamdaki kapıdan içeri baktığımda Madoc’ın çoktan yerine geçmiş oturduğunu gördüm. Ace’e başını onaylarcasına salladıktan sonra başını çevirdi.
Gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum. Madoc, Ace’in yakın arkadaşlarındandı. Ace’in huysuz ve aşırı korumacı huylarını o da taşıyordu.
”Alt tarafı bir ders yalnız kalacağım, bunu yapabilirim, Ace,” dedim ama bir yanım ondan çok kendimi ikna ediyormuşum gibi hissetti.
Hatta eğlenceli bile olabilir.
“Hayır. Bana söz ver.”
Sinirim bozulmaya başladı. “Tekrar başım ağrırsa Madoc’a söyleyeceğime söz veriyorum.”
“Ya da herhangi bir sebeple sınıftan çıkman gerekirse. Ya da birisi seni sinirlendirecek bir şey söylerse. Veya…”
“Bir terslik olursa ilk Madoc’ın haberi olacak! Söz veriyorum!” diye çıkıştım. “Mutlu musun?”
Homurdanarak bana sıkıca sarıldı. “Tekrar yanında olana kadar mutlu olmayacağım. Yine de iyi bir başlangıçtı.”
Başımın üzerine son bir öpücük kondurduktan sonra kitaplarımı uzattı. “Hemen döneceğim. Kendine dikkat et.”