
Birtakım sesler duyunca uyandım. Gözüme vuran güneş ışıklarından etrafı tam göremiyordum. Başım dönüyordu. Kendime gelince sırtımdaki ağrının artmış olduğunu fark ettim.
Doğrulmaya çalışırken acı içerisinde inledim. Etrafım sürümdeki diğer kadınlar ve çocuklar tarafından sarılmıştı. Bazıları korkmuş görünüyordu, bazıları ise birbirlerini teselli etmeye çalışıyordu.
Diğer odadan gelen cam kırılma ve bağırma sesleri benim ve birkaç kişinin daha dikkatini çekti. Duvarların ardından boğuk bağırışlar duyabiliyorduk.
“Ne demek burada değil!” dedi birisi. Sesi tanıdık gelmişti. Öfkeli gözükse de kimin sesi olduğunu bir türlü çıkaramadım.
“Her yeri aradık. Saldırıdan önce kaçmış olma ihtimali var,” dedi başka birisi, sakin bir tavırla.
Başka bir şeyin daha kırıldığını duyduk, ki bu diğer kadınlardan birkaçını uyandırdı. Küçük çocuklardan bazıları ağlar gibi olsa da anneleri tarafından hemen susturuldular.
Gökyüzünün yavaş yavaş aydınlandığını gördüm. Perdelerin arasından içeri az da olsa ışık sızıyordu.
Odaya göz gezdirdiğimde bizi koruyan savaşçıların azaldığını fark ettim. Başımızda beklemek onları da sıkmış gibi görünüyordu.
“Hayatta kalan herkesi dışarıda toplayın. Erkekleri, kadınları, çocukları, hepsini. Bir açıklama yapma zamanı geldi,” dedi birisi, tanıdık bir ses tonuyla. Bunun üzerine bizi izleyen muhafızlar surat asmayı bırakıp herkesi uyandırmaya başladılar.
Herkes ayağa kalkmak zorunda kalmıştı. Bazı kadınların bana doğru bakışlar fırlatıp sessizce küfrettiğini duydum.
Onları görmezden gelmeyi tercih ettim.
Bu birkaç kadını kızdırmışa benziyordu çünkü odadan çıkarılırken sert bir şekilde bir masaya doğru itildim. Bu, muhafızların dikkatini çekmişti.
“Ayağa kalk!”
Kendimi toparlayıp ayağa kalkamadan kolumdan hızla yukarı çekildim. Ardından birisi arkamdan sertçe içti. Sırtıma keskin bir ağrı saplanınca irkilerek yürümeye başladım.
Siniri geçmemiş olacak ki, “Çekil!” diye hırladı. Hemen diğerlerinin arkasına geçtim.
Dışarı çıktığımızda, sürümüzden geriye kalan tüm erkeklerin elleri arkadan bağlı bir şekilde diz çökmüş olduğunu fark ettim. O kalabalığın arasında, oldukça yaralı görünen Ethan gözüme çarptı.
Hâlâ hayatta olduğunu bilmek içimi rahatlatmış olsa da diğer adamın muhtemelen ölmüş olabileceğini fark ettim. Bunun üzerine yoğun bir huzursuzluk hissettim. Neden onu bu kadar düşündüğümü anlayabilmiş değildim.
Savaşçılardan biri gelip bileklerimize bağlanmış ipleri kesip bağlarımızı çözdü. Ardından birkaç kadının hâlâ diz çökmüş ve elleri bağlı olan eşlerinin yanına gitmesine izin verdi.
Daha sonra sırasıyla tüm erkeklerin elini çözmeye başladılar.
İstilacı sürünün diğer birkaç savaşçısı sürü evinden dışarı çıktı. Onları sürünün yüksek rütbeli kurtları gibi görünen kişiler takip etti.
Etrafımızda birkaç savaşçı olduğunu fark etsem de çoğu önümüzde duruyordu. Asıl dikkatimi çeken, sayılarının ne kadar az olduğuydu. Sürüleri bu kadar küçük müydü cidden?
Benim sürüm ise sayıca en az üç kat daha büyüktü. Yine de az kişiyle bizi alt etmeyi başarmışlardı.
Sürüdeki yüksek rütbeli kurtlardan biri boğazını temizleyerek tüm endişeli çığlıkların ve hararetli fısıltıların anında kesilmesini sağladı.
“Hepiniz neler olacağı konusunda endişeli olabilirsiniz. Sizi temin ederim ki misilleme veya isyan girişiminde bulunmadıkları sürece kimse zarar görmeyecek. Artık Alfa Axton Nova’nın koruması altındasınız.”
Etrafımdakilerden bazı çığlıklar geldi. Gergince yutkundum. Alfa Axton bu ülkedeki pek çok sürü arasında kötü bir şöhrete sahipti. Yoluna çıkan herkesi yok eden, soğuk ve acımasız biri olarak bilinirdi.
İstediğini elde edemediği için bazı eski kurt adam konseyi liderlerinin kalplerini sökmesiyle tanınıyordu.
“Şu andan itibaren hepiniz onun emirlerine uyacaksınız. O sizin yeni alfanız!” Bazı sürü üyeleri sessizce hırlayıp kafasını çevirdi.
Adamlarımızdan biri, “Canın cehenneme!” diye bağırdı.
“Siz katilsiniz!” diye haykırdı bir başkası.
Kalabalık gittikçe daha da öfkeleniyordu. Protestolarını sürdürdükçe ve seslerini yükselttikçe daha fazla kan döküleceğinden endişelenmeye başladım.
“Sessiz olun!” diye kalabalığa doğru bağırdı, o tanıdık sesiyle. Herkes anında sessizliğe büründü.
Sürü evinden çıkıp daha önce konuşan adama doğru yürürken herkes donakaldı. Sonunda karşımıza çıkmıştı. İşte o an bunun dün gece kulübede bana saldıran adam olduğunu fark ettim.
O, Alfa Axton’dı. Beni görmemesini umarak kalabalığın arkasından onu izlerken gergince yutkundum.
Gözleri kalabalığın üzerinde geziniyor, dün geceki heyecanlı hallerinin aksine soğuk ve sinirli görünüyordu. Aklıma yaşananlar gelince istemsizce irkildim.
Çok daha sakin bir şekilde tekrar söze girdi. “Alfanız sizi terk etti!”
Kimseden çıt çıkmıyordu.
“Alfanız hepinizi geride bıraktı. Bir korkak gibi, burada kalıp savaşmak yerine kendi kıçını kurtardı. Sürüsünü korumak yerine yaşamayı tercih etti.” Sesinden babama ne kadar öfkeli olduğunu anlayabiliyordum.
Kalabalığa şöyle bir bakıp bazılarımızın ona hak verdiğini gördü. Yine de babamın sürüsüne ihanetini kabullenmek hepimiz için zor olacaktı.
“Bugün buradaki amacım alfanızın hayatına son vererek intikamımı almaktı. Aynı zamanda bu bölgeye sahip çıkmak da istiyorum. Hepinize yalan söylemekten ve kötü davranmaktan başka bir şey yapmadı! Size ve diğer sürülere hakkımızda dedikodular yayarak bizden nefret etmenizi sağladı.”
“Bu sürüyü darmadağın etti... Savaşçılarınız sizi savunamadı bile! Üstelik ona sadık olanları da beraberinde götürdü. Neden? Neden böyle yaptığını hiç merak ettiniz mi?”
“Çünkü hepinizin boyun eğmesini istedi. Kimsenin sürüyü elinden almaya çalışmasını istemedi! Bir zamanlar umut vadeden bu sürüyü mahvetmekten başka bir şey yapmadı!”
Bir an durup tüm kalabalığa baktı.
“Şu andan itibaren sizin alfanızım. Bu gerçeği kabul etmek istemeyenler varsa bana meydan okumakta özgürdür.”
Bir an sessizlik olduktan sonra Ethan’ın babası öne çıkıp bize doğru, “Korkaklar!” diye bağırdı.
Ethan ayağa kalkıp kolundan tuttu. “Yapma!”
Babası ona hırlayarak kolunu çekti. “Ben senin gibi zayıf değilim!”
Ethan geri adım attı. Ardından babası yara izleriyle dolu yaşlı, kahverengi kürklü bir kurda dönüştü.
Alfa Axton da diz çöküp simsiyah kürklü bir kurda dönüştü.
Daha önce gördüğüm tüm kurtlardan daha iriydi. Üstelik kürkü o kadar koyuydu ki, parlaklıktan yoksun bir kara deliğe benziyordu.
Ethan endişelenmekten çok babasına kızmış ve hayal kırıklığına uğramış bir halde arkasını döndü. Aralarının kötü olduğunu bilsem de bana bunun babasının suçu olduğunu ve onunla birlikte dibe sürüklenmeyeceğini söylemişti.
İkisi birbirlerinin etrafında dönerken alfa hırlayıp dişlerini gösterdi. Yine de hiçbir saldırganlık göstermiyor, sadece Beta Jace’i yakından izliyordu.
Üzerine basılan bir sopanın şakırtısı sessizliği bozduğunda, Beta Jace boğazına doğru hamle yaptı. Axton yana sıçrayıp hamleyi savuşturarak Jace’in tökezlemesine neden oldu.
Beta Jace ayağa kalkıp başını sallamadan önce yüksek sesle hırladı. Ardından hırlayarak Axton’a doğru tekrar koşmaya başladı.
Çoğunlukla Beta Jace’ten gelen havlamalar, çatırdama sesleri ve acı dolu çığlıklarla kanlı bir it dalaşına girdiler.
Dövüşün son saniyelerinde Jace, Axton’ı bir şekilde etkisiz hale getirmek için son bir hamleyle onun ön bacağını ısırdı. Oysa alfa kurt onu çenesiyle arkadan yakalayıp çok az bir çabayla fırlatıp attı.
Ethan’ın babası ayağa kalkmaya çalışsa da bacakları titremeye başlamıştı.
Axton tekrar insan formuna dönüşüp neredeyse hiç yara almamanın verdiği gururla ayağa kalktı. “İtaat et. Mücadeleyi kaybettin. Devam etmen sadece ölmene neden olacak. Eğer akıllıysan, vazgeçersin.” Axton geri çekilip karşılık olarak hırlayan Beta Jace’ten uzaklaştı.
Axton dikkatini sürüsünün daha yüksek rütbeli üyelerine çevirmeden önce sadece ofladı. Bir şey tartışıyor gibi görünüyorlardı.
Beta Jace dişlerini göstererek alfaya doğru hamle yaptı. Tam ona seslenecekken Axton daha önce hiç görmediğim şekilde hızlı bir hamleyle hamleyi savuşturdu.
Jace’in alfanın üzerine atlamasından bir saniye sonra bir çatırdama sesi duyuldu. Ardından yaşlı beta, Axton üzerinde dururken hareketsiz bir şekilde yere yığıldı.
Ağzımı kapatıp bir zamanlar sürümüzün en büyük savaşçısı olan kişinin cesedine baktım.
Herkes şoktaydı. Oysa ben, düşmanı neredeyse uyaracak olmanın verdiği şaşkınlıkla iki kat daha şoktaydım.
Axton kızgınlıkla homurdandı. “Hayatını değersiz korkak alfana adamak isteyen başka biri var mı?”
Kimse konuşmadı. Bunun yerine herkes onun hâkimiyetine boyun eğerek başını başka yöne çevirdi.
Ölü babasına bakmakta olan Ethan’a göz attım. Kızgın görünse de bunun nedeni Alfa Axton değildi.
“Güzel. Şimdi bir şeyi açıklığa kavuşturacağım. Bugünden itibaren sürülerimiz bir bütün gibi hareket edecek. Hepiniz bana şahsen teslimiyetinizi gösterecek ve sürünün zihin bağlantısına kabul edileceksiniz.”
“Eğer Alfa Kade’i saklayan ya da ona yardım eden birini bulursam, sizinle bizzat ilgileneceğim! O artık bu sürü için bir korkak ve hainden başka bir şey değil. Artık bir alfa bile değil.”
Axton tekrar konuşunca kendime geldim.
“Bir şey daha var. Önceki alfanızın kan bağı olan kişiler de tehdit teşkil ettiği için onları bulup kovacağız.” Bu sözler üzerine kanım donmuş, olduğum yerde kalakalmıştım.
“Peki, nerede o kız?” diye sordu, içten içe kaynayan bir nefretle. Özgür olmaktan çok uzak olduğumu fark ettim. Aksine, bunun sadece bir başlangıç olduğunu hissediyordum.
Önde duranlar Axton’ın yolundan çekilerek beni açıkta bıraktılar.
Sürü üyelerimden çok azı bana acıma ya da pişmanlık dolu bakışlar attı. Çoğu ya beni tanımıyordu ya da benden nefret ediyordu.
Hareket bile edemiyordum. Önüme bakmaktan başka bir şey yapamayacak kadar şoktaydım.
Alfa Axton kalabalığın ayrıldığı yere doğru bakıp anlayamadığım duygularla dolu iri gözlerini bana dikti. “Sen,” dedi. Tüylerim diken diken olmuş, kalbim deli gibi çarpmaya başlamıştı.
Sol tarafımdan bir çığlık sesi duydum. Kafamı çevirdiğimde Ethan’ın bana ulaşmak için iki savaşçıdan kurtulmaya çalıştığını fark ettim. “Onu rahat bırakın!”
Kafamı tekrar çevirdiğimde alfayı tam karşımda buldum. Gözlerindeki öfkeyi görebiliyordum.
Geri adım atmaya çalışsam da bir hışımla boğazımı yakaladı. Beni boğacak kadar sert sıkmasa da canımı yakmaya yetmişti.
Bırakması için nafile bir çabayla parmaklarını kavradım.
“Sen onun kızı mısın?” diye sordu, öfke dolu bir sesle.
Ethan iyice kendini kaybedince muhafızlar onu yere yatırmak zorunda kaldı.
Karşımdaki adama baktım. Tarifi zor duygularla dolup taşan gözlerini benden bir saniye bile ayırmamıştı.
“Cevap ver!” diye hırladı, dişlerini gıcırdatıp. Bir yandan boğazımı daha da sıkı kavramaya başladı.
Boynuma yayılan keskin acıyla inledim.
Fısıltı sayılabilecek kadar kısık bir sesle, “Evet...” diyebildim. Gözlerimin dolduğunu hissedebiliyordum.
Cevabımdan hoşlanmamış olacak ki beni geriye itti. Bunun üzerine dengemi kaybedip toprağın üstüne düştüm.
Ne olduğunu anlayamadan iki savaşçı beni kollarımdan tutup ayağa kaldırdı.
“Onu hapishaneye götürün. Kaçmasına izin vermeyin,” dedi Axton, kısık ama bir o kadar art niyet dolu bir sesle.
Kollarımdan tutan iki savaşçı beni sürü evine geri sürükleyip merdivenlerden bodruma indirdi.
Direnmedim. Karşı koyamayacağımı çoktan anlamıştım. Her zaman daha kötü bir ceza almamla sonuçlanırdı. Beni bir hücreye atıp bileklerimi duvara zincirlediler.
“Pislik,” dedi bir adam. Kafamı kaldırıp baktığımda bir gece önce üzerime beni yere yüzüstü yatıran adam olduğunu gördüm.
Önümde diz çöküp tiksinti dolu bir ifadeyle bana baktı. “Kim olduğunu bilseydim dün gece canını epey yakardım.”
Beni saçlarımdan yakalayıp yüzüne bakmaya zorladı. Öyle sıkı tutuyordu ki başıma iğneler batıyormuş gibi hissediyordum.
“Ne oldu, prenses? Sana dokunulmasından hoşlanmıyor musun? Dün gece bu yüzden mi ağlıyordun? Sana dokunacak kadar iyi değil miydim?” diye hırladı.
Saçımı bırakınca rahatlamış olsam da bu kısa sürdü. Yanağıma öyle sert bir tokat attı ki kafam yana savruldu.
“Alfa seni görene kadar bekle. Çığlıklarını neşeyle dinleyeceğiz.” Dışarı çıkıp demir hücre kapısını çarpmadan önce kıkırdamayı ihmal etmedi. Kapının kilidinde dönen anahtarın tıkırtılarını duyabiliyordum.
Kir, pislik ve kurumuş kanla kaplı taş zemine baktım. Bu hücrelerin zeminini başka nelerin kirletebileceğini düşünmek bile istemiyordum.