
Noel Ruhu
Âdeta Noel için yaşayan Kate, kasabasının en güvenilen organizatörüdür. Bu yılki büyük parti en önemli projesidir ancak Noel Babası son anda vazgeçince planları aksar. O sırada, Noel’den hiç hoşlanmayan, yakışıklı komşu Nate devreye girer. Kate’in ışıltısıyla Nate’in suratsızlığı çarpışırken aralarında kıvılcımlar oluşur. Kate, şeker ve ışıltıdır; Nate ise gölgeler ve yaralar… Ve birlikte belki de en beklenmedik hediyeye, Noel mucizesi gibi bir aşka doğru ilerlerler.
Bölüm 1
KATE
Büyük bir heyecanla uyandım. Aralık ayının ilk haftasıydı. Doğru duydunuz, aralık ayının ilk haftası!
Güzel, mutlu, neşeli Noel zamanı! Yılın en sevdiğim zamanı... Başka hiçbir mevsim ya da tatil onunla boy ölçüşemez.
Üstelik bu yıl, diğer tüm Noelleri geride bırakacaktı çünkü ben Kate Harper, bir organizatör olarak küçük kasabamızdaki sezonun en büyük Noel etkinliğini planlayıp yöneten kişi olacaktım.
Zengin ve biraz da tuhaf otel sahibi Carlton Fitzgerald, sonunda bu yıl, otelinde vereceği Noel arifesi balosunu organize etmemi istemişti. Hangi otel diye sorarsanız Colorado’nun Holiday kasabasında kayda değer tek bir otel vardı zaten.
Carlton Fitzgerald, yılbaşı temalı, şık, gösterişli Holiday Otel’in sahibiydi.
Her yeri ökse otu, çam ağacı, Atatürk çiçeği ve aklınıza gelebilecek daha birçok Noel süsüyle donatılmış Holiday Otel on iki katlıydı. İçeri girer girmez insanı şekerli kurabiye, fırından yeni çıkmış jambon ve çocukluk Noellerinden hatırlayacağınız o mis gibi kokular karşılıyordu.
Açıkçası, Carlton’ın bunu nasıl başardığından emin değilim. Adam harika biriydi. Noel’i benden daha çok seviyor desem yalan olmazdı.
Aslında olurdu çünkü kimse Noel’i benden daha çok sevemezdi. Ben bütün yıl Noel’i beklerdim.
Yıllardır, Carlton’ın o baloyu planlamam için bir gün bana başvurmasını bekliyordum.
Planım çoktan hazırdı, yıllardır kullandığım ajandada kusursuz bir şekilde yazılıp çizilmişti. Mezelerden içkilere, ana yemekten tatlılara, masa düzenlemelerinden müzisyenlere, hatta Noel Baba seçimine kadar her küçük ayrıntı, her süsleme üzerinde çalışmıştım.
Noel Baba olacak özel bir adama ihtiyacım olacaktı; çok şişman, çok yaşlı, çok huysuz ya da çok neşeli olmamalıydı ki bizim yerel Broadway oyuncumuz Robert’tan başkası olamazdı.
Robert aslında gerçek bir Broadway oyuncusu değildi, kasabamızda ve civardaki birkaç şehirde küçük oyunlarda rol almıştı, o kadar. Yine de önemli biriydi ve Noel Baba olmak için biçilmiş kaftandı. Bu rol için ondan daha iyisi düşünülemezdi. Carlton Fitzgerald’ın onu seçmeyi hiç düşünmemiş olmasına şaşırmıştım.
İşte bu yüzden, Holiday Otel’de bu yıl verilecek Noel arifesi balosu şimdiye kadarki en iyisi olacaktı.
Yatakta yuvarlanırken içimden sessiz bir çığlık attım, ışıltılı Noel Baba süslemeleriyle bezeli uyku maskemi çıkarıp kırmızı, Noel desenli çarşaflarının üstüne fırlattım. Pencereden dışarı baktığımda her yer karla kaplıydı.
Çok güzeldi, tam bir bayram havasıydı. Aralık ayının ilk haftasının bundan daha güzel olamayacağını düşünerek mutlu bir iç çektim.
Yılın bu zamanı gerçekten büyülüydü. Neşenin her şeye dokunduğu; havaya, kasabalara, insanların hayatlarına ve kalplerine yayıldığı mevsimdi bu.
Ben Noel’in, özellikle ailem için neşeyle dolu, özel bir zaman olduğunu bilerek büyüdüm. Ailem Noel’i çok severdi. Her zaman aile buluşmaları, yemekler, hediyeler, süslemeler, hatta hamur işi ve Noel ilahileriyle kutlarlardı.
Amcamın, on yaşımdan beri Noel’de Noel Baba olduğunu biliyordum ama sorun değildi. Bunu sırf bizim için yapmak istemesinden keyif alıyordum. Rol de olsa bizi mutlu etmek için Noel Baba olmak adına çok çaba gösteriyordu.
Ailemdeki herkes tam bir Noel âşığıydı. Ağaç süslemeyi, ağacın en üstüne yıldız koymayı, Noel kurabiyeleri pişirmeyi, meşhur Noel jambonlarını yapmayı ve hatta Noel yemeği ile Noel oyuncak bağışlarını organize etmeyi çok seviyorlardı.
Noel arifesine de yirmi üç gün...
Telefonumun takvimini karıştırarak bugün yapılacaklar listesine baktım. Listenin en başında senaryoyu gözden geçirmek için Robert’ı aramak vardı. Sonra pasta, kurabiye ve kek siparişi için fırına gitmek, ardından kasabadaki en iyi yılbaşı mağazasından, daha doğrusu tek yılbaşı mağazası Santa’s Choice’dan yılbaşı süsleri almak.
Beni bekleyen bu yoğun güne başlamak için sabırsızlanıyordum.
Ayaklarımı yere basıp neşeyle banyoya gittim, bir an durup aynada kendime baktım.
Biraz bakımsız görünüyordum. Sarı kıvırcık saçlarım kabarmıştı, maskaram gözlerimin altına akmıştı, cildim biraz solgundu, belli ki cilt bakımı şart olmuştu ama yeni günün heyecanının yanında hiçbir şeydi.
Sıcak su, beni hem temizliyor hem de yeni güne uyandırıyordu. Birazdan dışarıda donacak, kalın montuma sığınacak olsam da hiç sorun değildi.
İçim Noel ruhuyla öyle bir ısınıyordu ki… Etrafımda da birbirinden güzel yılbaşı süsleri olacaktı.
Duştan çıkınca yeşil fırfırlı elbisemi giydim, en sevdiğim vişne kırmızısı ruju sürdüm, sarı kıvırcık saçlarımı tarayıp hafifçe dalgalandırdım. Beyaz şişme montumu, upuzun siyah topuklu çizmelerimi de giydikten sonra hazırdım.
Şimdi sadece bir kahveye ihtiyacım vardı, özellikle de en sevdiğim kahveciden bir naneli mochaya.
Bu yüzden arabama bindim ki bu araba tam da benim kişiliğime ve Noel takıntıma yakışacak şekilde beyaz bir Jeep Cherokee idi.
Ne yapayım, ben kara bayılıyordum ama Prius marka aracımı kullanırken kar bana hiç acımıyordu o yüzden Holiday’de bir Jeep Cherokee şarttı.
Vitesi geriye takıp karla kaplı o mükemmel giriş yolundan yavaşça çıkarak kasabamızdaki sevimli kahve dükkânına doğru yola koyuldum.
Mahallede herkes, hele hele Holiday Lane civarındakiler, evlerini çoktan Noel ışıkları ve süsleriyle donatmıştı bile.
Bahçemdeki ağaçları altın, beyaz ve gümüş süslerle süslemiş, dev bir Frosty şişme figürü kurmuş, çatımı ve çalıları sıcak renkli ışıklarla donatmış, yürüyüş yolunu da minik, ışıklı şeker kamışlarıyla çevrelemiştim.
Sağımda yeni evli Normanlar oturuyordu. Onlar klasik Noel temasından şaşmayıp evlerini yeşil ve kırmızı ışıklarla süslemişlerdi. Çok tatlılardı.
Karşımda Liler yaşıyordu, evlerini altın ve kırmızı tonlarında süslemişlerdi. Işıkları parıl parıl parlıyordu.
Lilerin hemen yanında Perryler yaşıyordu, evlerini parlak ışıklar ve klasik ışıklı ren geyikleriyle süslemişlerdi.
Perrylerin yanında Acostalar oturuyordu. Evlerini kocaman şişme kardan adamlar, Noel Babalar ve hediyelerle donatmışlardı.
Acostaların yanında Carsonlar yaşıyordu. Onlar da evlerini benim en sevdiğim eski Noel süsleri ile süslemişlerdi. Bu süsler bana çocukluğumu hatırlatıyordu. Işıklarla donatılmış elf ve Noel Baba figürleri kullanmışlar, hatta çatıya bir kızak ve ren geyiği bile koymuşlardı. Harika bir manzaraydı!
Gözlerim, komşularımın muhteşem Noel süslemelerinden kayıp evimin solundaki boş bahçeye takıldı.
Oraya birkaç ay önce Nate Smith adında yeni bir komşu taşınmıştı. Nate son birkaç haftadır benimle tek kelime etmemişti.
Çok umursadığımdan değil ama dürüst olmak gerekirse, bu durum biraz canımı sıkıyordu. Mahallemizde hepimiz birbirimizle konuşur, kurabiye pişirir, Noel ilahileri söyler ve partiler verirdik. Tam anlamıyla komşuluk örneğiydik.
Ancak Nate hiç öyle değildi.
Onun hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Benimle yaşıt mı (yirmi sekiz yaşındayım) yoksa benden büyük mü; bir kız arkadaşı ya da karısı, kocası, erkek arkadaşı ya da çocukları var mıydı ya da nereliydi bilmiyordum.
Hakkında bildiğim tek şey, bir inşaat şirketinde çalıştığıydı.
Kendi hâlinde biriydi. Ne komşularla sohbet etmeyi seviyor ne de partilere geliyordu. Doğru düzgün evinden bile çıkmıyordu. Üstüne üstlük, evini hiç süslememişti.
Neredeyse Noel’den nefret ettiğini düşünecektim.
Tabii bu kadarı biraz abartılı olurdu. Sırf evini süslemiyor diye adamı Noel’den nefret etmekle suçlayacak hâlim yoktu.
Noel’e daha üç haftadan fazla vardı. Kim bilir, belki yakında süslerdi.
Yine de evin o bomboş hâli insanın içini burkuyordu. Çatının üstünde ve bahçede sadece kar vardı.
Derin bir iç çekip kendime geldim. Onu hemen “Noel’den nefret eden adam” diye yaftalamadan önce ona biraz daha zaman tanımaya karar verdim. Sonuçta, birine yakıştırabileceğim en kötü sıfat buydu.
Holiday’in merkezindeki boş bir yere arabayı çekip indim, botlarımın altına yapışan tuzları şöyle bir silkeleyerek temizledim ve adımlarımı hızlandırıp en sevdiğim kahveci Holiday Beans’e yöneldim. İsmi bile tam yerindeydi.
Önümde mahalleden tanıdık birkaç yüz vardı: Brenda, Harry ve Tasha. Sırada beklerken hepsine gülümseyip el salladım.
Nihayet kasaya geldiğimde keyifle bir naneli mocha sipariş ettim.
Kahvem hazırlanıp Noel desenli karton bardağa konduğunda içim daha da ısındı. Bardağı elimde çevirip gülümserken baristalara döndüm, neşeyle el sallayarak teşekkür ettim.
Kahve bardağımı dudaklarıma götürürken kapıyı ittim ki nedense beni bayağı zorladı. Tam o anda kapıyı sert bir duvara çarpmışım gibi bir gümbürtü oldu.
Bardağımı indirip baktığımda cam kapıyı çarptığım kişiyle göz göze geldim.
Komşum Nate Smith’ten başkası değildi.
Kahvem elimden kayarken gergin bir biçimde sendeledim. Karla kaplı kaldırımın her yerine kahve dökülürken şaşkın bir nefes verdim.
“Olamaz,” diye mırıldanarak şok içinde yere baktım.
Nate bir şey söyleyecekmiş gibi baksa da söylemedi.
Benim için kapıyı açıp içeriyi işaret ederek, “Hadi,” dedi.
Ona bakarken afallamış bir hâldeydim. Yine de peşinden içeri girdim çünkü belli ki bir kahveye daha ihtiyacım vardı.
Nate öne çıkıp iki naneli mocha sipariş edince donakaldım.
Yok artık! Bana kahve mi ısmarlıyordu?
O an, beni gerçekten şaşırtan bir şey yaptı. Kardan adam ve ren geyiği desenli, o parıltılı Noel bardaklarından birini bana uzattı.
Nutkum tutuldu.
“Nereden biliyorsun?” diye kekeledim.
“Bütün bir yıl boyunca bundan sipariş eden bir kıza benziyorsun.”
Boğazımı temizleyip kahve bardağını elinden alırken gülümsedim. “Teşekkür ederim.”
Yüzümdeki, sesimdeki kararsızlığı inceler gibi şöyle bir baktıktan sonra yine de başını sallasa da hâlâ gülümsemiyordu.
Sonra kapıyı hızla çekip kahveciden çıktı.
Alışkanlıkla, “Güle güle!” diye seslendiğimi fark edince kendime kızdım.
Güle güle mi? Neydi şimdi bu böyle? Ne garip, beklenmedik bir an...
Suratsız Nate Smith’in kahve siparişimi tahmin edeceği, sonra bana bir tane daha sipariş edeceği, ardından hiçbir şey olmamış gibi çekip gideceği hiç aklıma gelmezdi.
O giderken çaktırmadan arkasından bakmaktan kendimi alamadım.
Üstündeki kahverengi Carhartt marka montu geniş omuzlarına ve kaslı gövdesine tam oturuyordu, yüzündeki hafif sabah sakalı ona ayrı bir çekicilik katıyordu.
Koyu kahverengi saçları tam böyle sıcak, kıvamlı bir sıcak çikolata rengiydi ve boyu uzundu. Kasabadaki çoğu adamdan daha uzundu, en az 1.88 cm vardı.
Nasırlı ellerinden görüldüğü kadarıyla cildine bile mesleğinin izleri sinmişti. İnşaatın toprağı, kiri...
Başta onun Noel’den ve insanları mutlu eden her şeyden nefret eden bir adam olduğunu düşünürken şimdi, göründüğü gibi bir adam olmadığına dair bir his vardı içimde.




































