Mallory Moody, eski aşkı Randall’ı etkilemek için insan dünyasında öğretmenlik yapmaya başlar, ancak ona bela olan karabasan iblisi ve beklenmedik alacaklısı Slate ile karşılaştığında aşk planları altüst olur. Yeni işi ve yeni filizlenen aşkı derken, zaten karmaşık olan hayatını daha da karmaşıklaştıran iki iblisle başa çıkmak zorundadır.
Kitap 1:Slater
MALLORY
Öğretmenler ve komedyenler genellikle diktatör bir yönetimde ilk başları kesilen kişilerdir. Cadılar pek esprili olmakla tanınmaz, herhâlde bu yüzden insanlara bir şeyler öğretmeye ve sağlık, şifa konularına daha çok ağırlık veriyoruz.
Şu anda tam karşımda duran yirmi beş tane küçük yüze bakarken, keşke herkesi neşelendirmek için birkaç fıkra bilseydim diye geçirdim içimden.
Müdür Wagnor müfredata uygun bir şekilde derslere devam etmemi söylemişti. Ayrıca günün sonunda öğrencilerimle konuşmak için zaman ayırmamı da istemişti. Böylece yaşadıkları kayıpla ilgili duygularını paylaşabilirlerdi.
“Bu alışılmadık bir durum. Silvia Peters öğrencileri tarafından çok seviliyordu. Hâlâ onun ölümüne üzülüyorlar,” demişti Müdür Wagnor.
Yerine geçtiğim öğretmen Silvia Peters’ın uyku sorunu olduğunu duymuştum. İnsanlar aşırı yorgunluktan öldüğünü söylüyordu.
Öğretmenler Silvia’nın ölümü konusunda üzgün görünse de, öğrencilerden pek emin değildim. Çocuklar genç öğretmenlerinin ölümü hakkında açık açık konuşuyorlardı.
Kahverengi saçlı genç bir kız elini kaldırdığında irkildim. Listeye göz atıp adını gördükten sonra konuşması için ona söz verdim.
“Evet, Harmony?”
“Yorgun görünüyorsunuz,” dedi Harmony. “Bayan Peters hep yorgundu, derste uyuyakalırdı. Siz de derste uyuyacak mısınız?”
İstemeden elim yüzüme gitti. Göz altı torbalarımı hissedebiliyordum. Harmony haklıydı, gerçekten de çok yorgundum.
Geceyi bu işi kabul ettiğim için kendimi suçlayarak geçirmiştim.
Ben insanlarla pek haşır neşir olmazdım. Onlar için dengeyi korumak görevim olabilirdi ama onları anlamakta zorlanıyordum. Bana tuhaf geliyorlardı.
Cadılar dünya hakkında bilgi sahibi olarak doğarlardı. Bu içgüdüsel bilgiler bize bir armağandı ve yeteneklerimiz oldukça gelişmişti.
Öte yandan insanlar cehalet denen ilahi bir armağanla kutsanmıştı ve sık sık hata yapma ayrılığına sahiplerdi.
Profesörlerim bunun kasıtlı olduğunu söylerdi çünkü insanlar bu dünyaya bir şeyler yaratmak için gönderilmişti. Hayal güçleri, bilinmeyene dair şüpheleri ve varsayımlarıyla ateşlenirdi.
Yani dünya hakkında doğuştan bilgi sahibi olan biz cadıların, insanlar gibi uçsuz bucaksız hayal güçleri yoktu. İnsanların uçuk hayalleri olduğunu düşünürsek, bu dünyanın dengesini sağlamayı aşırı zorlaştırıyordu.
Sanırım insanlardan uzak durmamın nedeni buydu, tuhaf hâllerinin beni etkilemesinden korkuyordum.
Öğretmenlik yapmaya karar verdiğimde, gittiğim Kehanet Akademisi’nde veya kurt adamların eğitim gördüğü Gibbous Okulu’nda cadılara ders vereceğimi düşünmüştüm.
Silverdale’deki insan çocuklarına ders vereceğim aklımın ucundan bile geçmemişti.
İşi kabul ederken kendime güveniyordum ama dün geceye kadar insanlar hakkında ne kadar az şey bildiğimi fark etmiştim.
Bir öğrenci elini kaldırmadan lafa girdi. “Hatta ayakta dururken bile uyuyakalırdı!”
Bu öğrenci adını hatırladığım tek öğrenciydi. Adı Roger’dı, sabahın çoğunu ona uslu durmasını söyleyerek geçirmiştim.
Söz almadan önce elini kaldırması gerektiğini söyleyecektim ki Roger’ın yanında oturan kız, çocuğun koluna bir dirsek attı.
“Roger, Bayan Peters hakkında kötü konuşmayı kes artık.”
“Sadece gerçeği söylüyorum Stephanie,” diye itiraz ederken Roger ayağa kalktı. “Bir an tahtaya yazı yazıyor olurdu, sonra birden...”
Lafını yarıda kesip kollarını yere indirdi. Gözlerini kapattı ve çenesi göğsüne düştü. Sonra ağzını açtı ve yüksek sesle horlamaya benzer sesler çıkardı. Bazı çocuklar buna kıkırdadı.
Stephanie Roger’ın yaptığını hiç komik bulmamıştı. Arkasına yaslanıp kollarını göğsünde kavuşturdu.
“Bayan Peters horlamıyordu,” dedi Stephanie. “Hem onunla dalga geçmemelisin. Sen ölsen ve hepimiz seninle dalga geçsek nasıl hissederdin?”
Stephanie’nin sözlerinden sonra Roger’ın yüz ifadesi ciddileşti. “Onunla dalga geçmiyorum,” diye bağırdı kendini savunmaya geçerek. “Sadece Bayan Moody’ye olanları anlatıyorum.”
Bayan Peters’ın masamda bıraktığı oyuklara dokundum. Onları gördüğümde dehşete kapılmıştım.
Bayan Peters bir kurt olsaydı bu izleri pek umursamazdım. Ama o bir insandı ve insanların kırılgan, zayıf tırnakları olurdu. Böyle bir hasara yol açabileceğine inanamamıştım.
Ama şimdi kendi parmaklarımı aynı yerde gezdirirken bunun mümkün olabileceğini düşünüyordum. Bu çocuklarla uğraşmak çok zordu.
Roger yerine oturduğunda artık rahat bir nefes alabilirim derken Harmony’nin eli yine havaya kalktı.
Ona söz vermeye hazırlanırken içimden ofladım ama ağzımı açacakken zil çaldı.
Çocuklar çabucak eşyalarını toplamaya girişirken tartışmamızı bir anda unuttular.
İlk günüm olduğu için ödev vermemeye karar vermiştim. Genç bir cadıyken ödevler beni mutlu ederdi ama insan çocukları farklı bir türdü.
Çocuklar eşyalarını topladıktan sonra Stephanie yanıma geldi. “Ödev vermeyi unuttunuz.”
Sınıfa göz gezdirdiğimde sadece Roger’ın Stephanie’ye dehşetle baktığını gördüm. Onun tam bir baş belası olduğunu düşünsem de, kendimi ilişkilendirebileceğim tek öğrenci oydu.
“Hepinizin ‘görgü’ kelimesini araştırmasını ve sınıfta görgünün bize nasıl bir fayda sağlayabileceğine dair bir kompozisyon yazmasını istiyorum,” dedim.
Zeki olan ve muhtemelen kelimenin anlamını zaten bilen Stephanie, Roger’a döndü. “Sanırım bu ödev tam sana göre.”
Roger’a ödevin sadece onun için olmadığını söylemek için ağzımı açtım ama bana fırsat vermedi. Sırt çantasının askılarını sıkıca tutup sınıftan çıkarken bana öfkeli bir bakış attı. Diğer öğrenciler de onu takip ediyordu.
Son öğrenci de çıktıktan sonra, dirseklerimi masaya dayayıp başımı ellerimin arasına aldım.
Bu, gün boyunca yakalayabildiğim ilk sessiz andı. Sessizliğin kıymetini, ondan mahrum kalınca anlamamamız gerçekten de çok komikti.
Kapım çalınmasaydı bütün akşam orada oturabilirdim.
İstemeyerek de olsa başımı kaldırıp ziyaretçimin kim olduğuna baktım.
Bu büyücü Randall Page’di. Bu işi kabul etmem konusunda beni o cesaretlendirmişti.
Başka bir zaman olsa Randall’ın beni ziyarete gelmesine çok sevinirdim ama bugün o gün değildi.
Elbette işi kabul etmek benim hatamdı ama o da işi çok cazip göstermişti.
Öğretmenlik yapabileceğim bir yer ararken, Randall benimle sosyal medya üzerinden iletişime geçmişti.
O sırada eski okulum Kehanet Akademisi’nden yanıt bekliyor, gelecek okul yılını iple çekiyordum.
Bunun yerine, eski sınıf arkadaşım Randall Page benimle iletişime geçip bana Silverdale’in insan bölgesindeki Wakefield Okulu’nda öğretmenlik yapmamı önermişti.
Başta işi istememiştim ama Randall kafamı karıştırmıştı.
Cadılar genelde büyücüleri pek sevmezdi ama Randall farklıydı. Büyü yetenekleri nedeniyle değil, sarı saçları, ela gözleri ve atletik fiziğiyle oldukça yakışıklıydı.
Okulda Randall’ın bir dönem altındaydım, sınıfımdaki diğer kızlar gibi ben de sık sık göz ucuyla ona bakardım.
Son dönemime kadar pek konuşmamıştık. Bana özel ders vermeyi teklif etmişti. Randall olmasaydı belki de mezun olamazdım.
Randall bana Wakefield’deki işten bahsederken, iki sınıfa birden, hem kendi sınıfına ve hem de Silvia’nınkine ders verdiğini söylemişti. Okul, öğretmen açığını hızlı bir şekilde doldurabilirse omuzlarından büyük bir yük kalkacaktı.
Cadılar onlara yapılan iyiliklerin karşılığını vermeyi pek sevmese de, aksi durumda bunun başımıza iş açılabileceğini bilirdik. İşi sadece Randall’ın o zamanlarki iyiliğinin karşılığı olarak değil, aynı zamanda ona daha yakın olmak istediğim için de kabul etmiştim.
Başta daha fazla konuşabilelim diye, iş konusunda kararsızmışım gibi davranmıştım. Randall’a olan ilgimin geçici bir heves olduğunu düşünsem de, kısa sürede ondan gerçekten hoşlanmaya başlamıştım.
İnsan çocukları hakkında çok şey bilmesem de, büyü öğrenmeleri gerekmiyordu. Ayrıca İngilizce ve matematikte iyiydim. Bu yüzden, Randall’a daha yakın olma umuduyla işi kabul ettim.
Şimdi, kararımdan dolayı pişmanlık ve bu kadar çaresiz olduğum için utanç duyuyordum. Sadece Randall Page’le birlikte olmak için kendimi bu kötü duruma soktuğuma inanamıyordum.
Ellerini şaşırmış gibi kaldıran Randall’a ters ters baktım.
“Sanırım zor bir ilk gün geçirdin,” dedi.
“Bu hafif bir tabir olur,” diye karşılık verirken eski pozisyonuma döndüm.
Yüzümü ellerimin arasına gömüp güvenli bölgeme geri dönmeden önce Randall, “Seni eve bırakmamı ister misin? Yolda bu konu hakkında konuşabiliriz,” dedi.
Somurtarak ona isteksiz bir bakış attım.
“Hadi,” dedi kolumu çekiştirerek. “Seni eve bırakmama izin verirsen sana bir sürprizim olabilir.”
Tekrar hayır demek istedim ama sürprizden bahsetmesi ilgimi çekmişti.
Gözlerim pantolonunun fermuarına kaydı. Ödülümü umarım orada saklıyordur.