
Bütün gün raporlarla, evrak işleriyle meşgul olmaya çalışsam da eşimden haber alamamak dikkatimin dağılmasına neden oluyordu. Düşüncelerimin her fırsatta ona kaymasına engel olamıyordum.
Akşam geç saatlerde haber geldi.
Sonunda üzerime geldiğini anlayıp geri plana çekildi. İç geçirip bağlantımızı keserken ona başka bir şey söylemedim. Ayağa kalkıp üzerinde çalışmakta olduğum dosyaları hızla düzenledim. Ardından zindana gitmek üzere ofisimden ayrıldım.
Boş hücrelerin bulunduğu alt kata gidiyordum. Sorgulamayı yapmasını emrettiğim Angelo yalnızdı.
Hücrelerin karşısındaki taş duvara yaslanmıştı. Ellerini önünde kavuşturmuş beklerken gözü dalmış gibi görünüyordu.
Yaklaştığımı duyunca, “Alfa,” deyip beni selamladı.
“Angelo, mahkûm yolda.”
Ciddiyetle başını salladı. Çok geçmeden taş basamakların tepesindeki metal kapının çınlayıp açıldığını duyduk. Merdivenlerden inen botların gümbürtüsü boş alanı dolduruyordu.
Derin bir nefes alıp eşimden yayılan lavanta ile bal karışımı kokuya odaklandım. Kurdum bir kez daha öne çıkıp mırıldanmaya başladı.
Eşimizi bir kez daha göreceği için heyecanla kuyruğunu salladığını hissedebiliyordum. Alt kata ulaştıklarında gözlerim kontrolden çıkmış gibi onun gözlerine kilitlendi.
Bir an için yüzünde şaşkınlık ile mutluluk karışımı bir ifadenin belirdiğini sandım. Benim sert tavrımı fark ettiğinde ifadesi tedirgin ve şaşkın bir hâl aldı.
Sert görünmeye çalışsam da içim parçalanıyordu. Kurdum acıyla inliyordu. Onun melek yüzündeki kaşlarının çatılmasına neden olmamızdan nefret ediyordu.
Ellerimi arkamda kenetleyip eşimin bulunduğu noktaya doğru bir adım attım. Ardından dik durup, “Adın ne senin?” diye sordum.
Ellerini arkadan bağlayan gümüş kelepçelerin bileklerine verdiği acıyı görmezden gelip bakışlarını bana dikti. “Sana ne bundan?”
Öfkemi kontrol altında tutmaya çalışırken dişlerimi sıkıp, “Burada soruları ben sorarım,” dedim. Alfalar kendilerine meydan okunmasından hoşlanmazlardı.
“Belki öyle ama bu cevap vermek zorunda olduğum anlamına gelmiyor,” diye sertçe karşılık verdi. Anbean öfke seviyemin arttığını hissediyordum.
Ona bir adım daha yaklaşıp gözlerimi gözlerine diktim. Otoriter alfa sesimi kullanıp, “Cevap ver bana! Kahrolası adın ne?” diye sorup hırladım.
“Siktir git,” diye karşılık verdi. Nasıl olur da alfa auramdan etkilenmezdi? Son derece şaşırdığım bu durum karşısında gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. Muhafızlar dahi durumdan rahatsız olup geri çekilmişlerdi. O ise nasıl olduysa kendini tutmuş, gözünü bile kırpmadan bana bakmaya devam etmişti.
Sakin olmaya çalışsam da bu çok zordu. Nefes alış verişlerim ağırlaştı. Arkamda sıralanan hücreleri elimle işaret edip gardiyanlara döndüm, “Götürün onu,” diye emrettim. Yanımızdan geçerlerken Alex arkalarından baktı. Bana gelince, ben arkamı dönmeye bile zahmet etmedim.
Angelo'ya dönüp, “Ona diğer mahkûmlara davrandığın gibi davran. Bildiklerini öğrenmek istiyorum.”
Başını salladığında vakit geçirmeden merdivenlere yöneldim. Alex de hızla peşimden geliyordu. Bana yetişmek için acele ederken, “Bunun hakkında konuşmak ister misin?” diye sordu.
“Hayır,” diye karşılık verip dişlerimi sıktım. Ardından hışımla kapıyı açıp akşamın serin havasına çıktım. İçimdeki kurt dışarı fırlamak için can atıyordu. Yakınlardaki bir ağaca yönelip sıçradığımda dönüştüm. Pişman olacağım bir şey yapmadan önce biraz uzaklaşıp sakinleşmem gerekiyordu.
Orman benim sığınağımdı. Sık yapraklar dünyanın gürültüsünün geride kalmasını sağlıyordu. Kontrolü kurduma bıraktım. Güçlü uzuvları sayesinde kolayca çalılıkların arasından geçip ilerlemeye başladık. Pençelerimin toprağa ritmik vuruşları bir şekilde zihnimin boşalmasına yardımcı oluyordu.
Birkaç kilometre ilerledikten sonra sakince akan küçük bir derenin kenarında durduk. Ay ışığı suyun yüzeyinde dans edip büyüleyici, gümüşi bir desen yaratıyordu.
İnsan formuma geri döndüm. Uzun koşudan sonra kaslarım bir miktar gerilmişti. Ağır ağır nefes alıp vermeye başladım.
Düşüncelerim bir kez daha eşimle doluyordu. Beni gördüğü an yüzünde beliren ifade, kokusunun benliğimi sıcak bir kucak gibi sarması... Aslında, ona sarılıp kaderimdeki kişiye bağlanmış olmanın rahatlığını hissetmeyi her şeyden çok istiyordum.
Ama görev her şeyden önce gelirdi. Duygularımın kararlarımı gölgelemesine izin veremezdim.
Bir avuç su alıp yüzüme çarptım. Soğuk şok düşüncelerime bir nebze de olsa berraklık getirmeye yaradı.
Derin derin nefes alıyordum ki arkamda bir hışırtı duydum. Hareketsiz beklemeye başladım, tüm duyularım sesin kaynağına odaklanmıştı. Karanlığı taramaya başladım ama hiçbir şey göremiyordum. Kurdum tehdit edildiğini düşünüp saldırmaya hazırlanıyordu.
“Kim var orada?” diye sordum. Sesim sessiz ormanda yankılanıyordu. Temkinli adımlarla ilerlemeye başladım. Kaslarım gergindi. Artık farklı bir varlık algılayamıyordum, bu her kimse göründüğü kadar hızlı bir şekilde ortadan kaybolmuştu.
Kurt formuma geri döndüm. Birileri hâlâ sürümün peşindeydi, bunu hissedebiliyordum. Sürü evine geri dönmek üzere yola koyuldum.