J. M. Felic
LUCIEN
Tehlikeli Bölge'ye hoş geldin. Fantezi'ye adımını at. Artık aklının ulaşamadığı yerdesin.
New York'un en iyi şefleri tarafından hazırlanan altı çeşit bir akşam yemeği olsa bile, bu dünyadaki yemekler krallığımdaki yemeklerin yanına yaklaşamaz.
Yine de masanın karşısında oturan kadının görüntüsü yemeğe epey tat katıyordu.
Yemek yerken neredeyse hiç konuşmamasına rağmen.
Bana bakmamıştı bile ve her yutkunuşunda endişesini hissedebiliyordum.
Bir gece önce, müzedeki toplantımızda yaşadığı gerginliğin aynısıydı.
"Malta'daki bir kilisenin arka bahçesinde buldum," dedi.
Sonunda aramızdaki sessizlik bozuldu.
Gözlerim yüzüyle buluştuğunda bana kararlı bir şekilde baktığını gördüm. İstediğim bilgiyi benimle paylaşmaya karar vermişti.
Sonunda.
Elimdeki çatalı yerine koyarken bir kaşım kalkık, "Hmmm?" dedim.
"Ben ve kazı ekibim, aynayı orada bulduk."
Bardağındaki sudan geriye ne kaldıysa bitirdi.
"Evet, o kadarını biliyorum. Devam et."
Bir nefes verdikten sonra devam etti, "Büyük bir taş kutu ile birlikte gömülü çömlek, el sanatları aletleri ve mücevherler vardı. İlk başta, kutunun içinde mumya olan bir lahit olduğunu düşündüm ama içinde sadece ayna vardı."
Başını sallayarak devam etmesi için ısrar ettim.
"Aslında bulduğumuz diğer kalıntılardan farklı bir yerden geliyor gibiydi. İlk başta birinin onu sonradan oraya koyduğunu düşündük çünkü diğer eserlerle karşılaştırılamayacak derecede basit bir parçaydı."
"Arkeolojik açıdan pek değerli sayılmazdı. Ben de kendi evime getirmeye karar verdim,” diye devam etti.
"Neden getirdin?"
Aşağı baktı, düşünürken kaşları çatıldı.
"Bilmiyorum. O... beni çağırıyordu."
Eğer onu saklamaya değer bir parça olarak gördüyse, neden müzeye verdi?
"Ama onu okul müzesine bağışladın," dedim.
"Ben... ondan kurtulmam gerekiyordu."
Yüzündeki korkunun bakışları gördüğüm anda bu kadının yalan söylemediğini anladım.
Bir casus ya da suikastçı değildi.
Aynadaki Zaxonyan gümüşü onu yanlışlıkla benim dünyama getirmişti.
Evrendeki tek yaşanabilir dünyanın Dünya olmadığı gerçeğiyle karşı karşıya gelince korkmuştu.
Üstüne üstlük, onu krallığımın sunabileceği en boktan şekilde karşılamıştım.
Kılıcımı boynuna doğrultarak.
Boğazımı temizledim ve bu aydınlanmaları kendime sakladım.
Yine de o aynayı oraya kimin getirttiğini bulmam gerekiyordu.
"Anlatmadığın başka bir şey var mı?" diye sordum.
"Yok," dedi. "Dikkatinizden kaçan başka bir şey var mı diye aynayı incelememi istemiyorsanız, size bundan daha fazla yardımcı olamam."
Bunun için çok geç.
Dikkatim tam anlamıyla buradaydı.
Gözlerim onun dans eden mum ışığıyla kutsanmış kadınsı formunda kitlenmişti.
Üzerindeki blazer ceket, alacakaranlıkta hassaslaşan gözlerime hiç engel olmadı. Beyaz bluzunun altındaki sutyeninin detaylarını, göğüslerinin dolgunluğunu, belinin kıvrımını görebiliyordum.
Onu yatağımda ve muhtemelen bana hep arzuladığım orgazmı verdiği anı hayal ederken, "Bu çok iyi olurdu," dedim.
Başıyla hafifçe onayladı.
Ne düşündüğümü bir bilse muhtemelen başını hiç sallamazdı.
"Muhtemelen, her ihtimale karşı, o kiliseyi yıkmam gerekecek. Arka bahçeyi kazmak yeterli değil," dedim.
Nicolette’nin aldığı yudum boğazına takıldı. "Şaka yapıyorsunuz, değil mi? Yani siz..."
Elimi sallayarak, "Evet, kiliseyi yok edeceğim," dedim. "Orada başka ayna var mı diye civarda daha fazla kazı yaptıracağım."
"Bunu yapamazsınız!" diye bağırdı.
İşte bu ilginç.
Bir kaşım kalkık, "Neden yapmayayım? Param var. Herkes benim için çalışıyor. Bu dünyada istediğim her şeyi yapabilecek güce sahibim."
"Bay Ozric, bir kiliseyi yıkamazsınız! Bu size bir şey ifade etmiyor mu? Sizin değerleriniz yok mu?"
"Hayır," diye sertçe cevapladım.
Değerler kişiyi öldürür.
Bunu bana babam öğretti.
"Ama benim var," dedi ayağa kalkarak. "Yemek için teşekkürler, ben artık yola koyulayım. Sizin ahlaksız planlarınıza karışmayacağım."
Ona dik dik baktım.
Eğer konuşmamızın bittiğini düşünüyorsa, çok yanılıyor.
"Nicolette, otur."
Emrime uymadı. Ayağa kalktı ve gitti, bana arka tarafının enfes görüntüsünden başka bir şey bırakmadı.
Ayağa kalktım ve onu çıkış kapısına kadar takip ettim.
Arkasından "Nicolette!" diye bağırdım.
Asansörün açılmasını beklerken durdu.
"Dün gece telefondaki konuşmamızı hatırlıyor musun?" diye sordum.
Koyu renkli gözleriyle omzunun üzerinden bana doğru sinirli sinirli baktı.
“Ben sapık değilim,” dedim.
"O zaman nesin?" diye sordu.
"Ben bir avcıyım."
Asansör açılırken yanına yaklaştım, ellerimi beline doladım ve onu içeri ittim.
Kapı kapanıp tamamen yalnız kaldığımızda artık bekleyemeyecek durumdaydım.
Bir elimle duvardaki büyük kırmızı düğmeye bastığımda asansör durdu.
Diğer elimle çenesini tuttum, eğildim ve dudaklarımızı birleştirdim.
NICOLETTE
Bay Ozric'in dudaklarının benimkiyle buluştuğunu hissedince nefesim kesildi.
Ondan kurtulmaya çalıştım. Ama bir şekilde kollarında, ona her zamankinden daha yakındım.
Gözlerim şokun etkisiyle fal taşı gibi açılmıştı.
Onunkiler de öyleydi.
Güçlü öpücüğüne verdiğim tepkiyi izlemekten zevk alıyor gibiydi.
Bir eliyle saçımı tutup beni ona daha da yaklaştırınca çaresizce inledim.
Dili dudaklarımın arasından kayarken, çırpınışlarım anlamını yitirdi.
Var gücüyle ağzımın içini keşfetmeye başladı.
Çokiyi öpüyordu.
Eğer buna bir son vermeseydim, başım büyük belaya girerdi.
Çabucak ellerimi aramıza koyup onu uzaklaştırmaya çalıştım.
Ama belimi sıkıca tuttu.
Tekrar denedim.
Ona durmasını söylemeye çalışıyordum.
Ama tıpkı asansöre gibi, ben de bu salt zevk anında askıda kalmıştım.
Beni dudaklarımdan boynuma kadar öperken kalçamı tutup bacağımı beline dolayınca ne söyleyeceğimi unuttum.
Daha önce deneyimlediğim hiçbir ilk öpücük gibi değildi.
Bedenimi benden daha iyi tanıyormuş gibi hissettim. Dudakları anahtar gibiydi, mümkün olduğunu bile bilmediğim hislerin kilidini açıyordu.
Bilinçaltım devreye girmeye başladığında ben de onun bedeninde asla kaybolmayacağımı anladım.
Gözlerim onun dokunuşuyla coşku içinde dönüyordu.
Eteğimin arkasındaki fermuarı nazikçe açışını duydum.
.Tanrım. Onunla hemen şimdi, bu asansörde sevişmek istiyorum.
Bu dürtü beni korkuttu ve heyecanlandırdı.
.Bekaretimi kaybetmeye hazır mıyım?.
.Beklediğim adam o mu?
Onu öpmeye başladığımda, beni asansör duvarına öyle bir itti ki neredeyse çığlık atıyordum.
Beni döndürmeden önce bir anlığına kavrayışını serbest bıraktı.
Beni soğuk asansör duvarına dayadığında sertliğini arkamda hissedebiliyordum. Ama gözlerimi açtığımda yaslandığım yerin duvar olmadığını fark ettim.
Lanet olsun.
Bu bir ayna!
Darien bedenimi cama doğru bastırırken aynadaki yansımamın dönmeye başladığını fark ettim.
Lanetin sadece Malta aynasıyla sınırlı olduğunu sanıyordum.
Ama bu ayna da öyleydi.
Bu nasıl mümkün olabilir?
Yine mi aynı şey başıma geliyor?
Karanlık üzerime kapanmaya başladığında bedenimde karıncalanma hissettim.
Dünya’da olmak için dua ettim. Tekrar o garip yere gitmek istemiyordum.
Ama kalbimde artık çok geç olduğunu biliyordum.
Tüm zevk gitmişti... yerini ezici bir korku aldı.
Çığlık atmaya çalıştım ama hiçliğe dalıp nefes nefese kalırken ağzımdan hiçbir ses çıkmadı.
***
Sonra hatırladığım tek şey, yerde yatarken yıldızlarla dolu bir gökyüzüne bakıyordum.
Asansör, ayna ve tüm New York şehriyle birlikte kaybolmuştu.
Sikeyim nerede olduğumu hiç bilmiyordum.
" Hayırhayırhayırhayır. Hayır!" Başım dönse de hızlıca ayağa kalkmaya çalıştım. "Böyle bir şey olamaz!"
Paniklemeye başladım.
"Oldu Desime," Bay Ozric'in sesi yankılandı.
Sesin geldiği yeri bulmak için etrafımda döndüm.
"Sen...” dedim, boğazımın aniden kuruduğunu hissettim.
Önümde duran adam hâlâ Darien Ozric'in kıyafetlerini giyiyordu ve tanrı gibi bir yüzü vardı. Tek farkı, şimdi ipeksi kuzgun siyahı günahkâr saçları vardı.
"Neredeyiz?" diye sordum.
"Burası benim dünyam," dedi. "Hoş geldin."