
Sınıf birincisiydim, Jenson’la aynı diplomaya sahiptik ve şirketin yüzde kırkı benimdi. Yine de beni küçümsediğini hissediyordum.
En azından kendi ofisim vardı. Ama bu onun kafasına her estiğinde içeri dalıp beni rahatsız etmesine engel olmuyordu.
“Skylar!” diye bağırdı ofisinden. “Winston dosyası nerede?”
Jenny, barbeküde tanıştıklarından beri Jeff’ten birkaç kez söz etmişti. Jenny itiraf etmese de ondan açıkça etkilenmişti.
“Masanın üstünde. Ve lütfen bağırmayı keser misin? Hiç profesyonel değil.”
Jeff rahatsız olmuş gibi masadan uzaklaştı. “Neyse, ben kaçayım artık.” Çıkarken bana baktı. “Jenny’ye benden selam söyle.”
Onu görmezden geldim. Bana böyle davrandığı için Jenson’a çok öfkeliydim.
Jenson elini geçiştirircesine salladı. “Şunları dosyala,” dedi masasındaki belge yığınını göstererek.
“Bunun için sekreterin var.”
“Tracey meşgul.”
Gözlerimi devirip uzaklaşırken telefonunun çaldığını duydum. Ofisime dönüp okumakta olduğum dosyaya kaldığım yerden devam ettim.
Birkaç dakika sonra ofisime daldı. Gömleğinin üst düğmeleri açıkken ve ceketini tek omzuna atmışken ona kızgın kalmak zordu.
Tabii ağzını açana kadar…
“Bak, dedenin ve babamın gözünü boyamış olabilirsin ama önce bu pozisyonu hak etmen gerektiğini bilecek kadar uzun süredir burada çalışıyorum.”
Güldüm. “Hadi oradan, sana bu iş altın tepside sunuldu. Patron olmayı burada yirmi yıl ya da daha uzun süredir çalışan insanlardan daha fazla hak ettiğini mi söylüyorsun?”
Yüzü kızardı. “Peki.”
Ceketini düzeltip diğer elindeki dosyayı gösterdi. “Arayan sekreterimdi. ‘İhtiyar’ Henry burada. Gerçek bir müşteri mi istiyorsun, al bakalım. Konferans Salonu A.”
“Onun saçmalıklarına… Bir dakika, ne? Bana kendi müşterini mi veriyorsun?”
Jenson’ın çarpık gülümsemesi hem seksi hem de şeytaniydi. Bunun gerçek bir fırsat mı yoksa bir tür tuzak mı olduğunu çözemedim.
“Bekliyor.” Jenson dosyayı masama bırakıp çıktıktan sonra koridorda uzaklaştı.
Dosyayı kaptığım gibi koridorda koşar adım ilerlerken bir yandan da rapora göz gezdirdim.
Konferans odasına vardığımda tek bildiğim Henry Williams’ın Texas’ta zengin bir emlak kralı olduğuydu.
Buzlu camlı kapıyı açtığımda öfkeli bir suratla karşılaştım.
“Ah, Tanrı aşkına. Zaten yeterince vakit kaybettim tatlım. Bana gidip Levi’ı getir. Ayrıca bir kahve alayım.” Belirgin Güney aksanı bana eski bir çizgi film karakterini hatırlattı.
Gözlerini göğsümde ve bacaklarımda gezdirdi. “Ve kahveye parmağını da bandır. Hafif şekerli severim.”
Kan beynime sıçradı. “Benimle böyle konuşmaya nasıl cüret edersin?”
Arkamdan biri kapıyı tıklattı. Döndüğümde Jenson başını kapıdan içeri uzattı.
“Her şey yolunda mı? Nasılsınız, Bay Williams? Sizi tekrar burada görmek bir zevk.” Jenson elini İhtiyar Henry’ye uzattı.
Tombul Teksaslı bana hoşnutsuzlukla bakarak kravatını düzelttikten sonra Jenson’la tokalaştı. “Seni görmek güzel evlat. Hanımefendiden kahve rica ettim ama bana çıkışıverdi.”
Jenson hızla bana döndü. “Çıkışmak mı? Hayır, hayır, Skylar. Müşterilerimize çıkışmayız.”
“Ama o…”
“Özür dilerim, Bay Williams,” dedi Jenson. “Skylar hâlâ işi öğrenme aşamasında. Ama şirketin yeni ortak yöneticisi olarak size ihtiyaçlarınız konusunda seve seve yardım edecek.”
İhtiyar Henry’yle Jenson’a şaşkınlıkla bakakaldık.
“Vay canına,” dedi Henry. “Görünüşe göre bir hata yapmışsın evlat. Koca adam Levi nerede? Normalde benimle o ilgilenir, böyle bir acemi değil.”
“Anlamadım?” Adamın gözlerini oymama ramak kalmıştı. “Ben de buradaki herkes kadar kalifiyeyim. Hangi cüretle…”
Jenson beni susturmaya çalıştı. Maruz kaldığım cinsiyetçiliğe o kadar sinirlenmiştim ki ilk önce hangisine saldıracağımı şaşırdım.
“Bay Williams,” dedi Jenson sinir bozucu bir nezaketle. “Levi yeni emekli oldu. Hepimize sürpriz oldu. Kimse onun yerini dolduramaz.”
“O zaman benimle senin ilgilenmeni istiyorum,” dedi Henry bana kötücül bir bakış atarak. “Bu kız güzel olabilir ama son derece huysuz bir şey.”
Elimi kapıya uzattım. “Bana göre hava hoş. Ben de zaten…”
Jenson elime dokununca sıcak teninin etkisiyle duraksadım.
“Bana güvendiğiniz için teşekkürler, Bay Williams ama korkarım bu hafta çok yoğunum. Skylar’ın emlak konusunda iyi bir gözü var ve piyasaya hâkim.”
İhtiyar Henry kravatını düzeltip masaya oturdu. “Pekâlâ. Ama memnun kalmazsam bir dahaki sefere buraya geldiğimde Levi ile görüşmek isterim. Emekliliği beni ilgilendirmez.”
Yine kapının koluna yeltendim ama Jenson elimi nazikçe ama sıkıca tuttu.
“Sky,” dedi kısık sesle. “Bu senin şansın. Ya kabul et ya da bırak.”
Bir anlığına yüzünü inceledim. Parlak gözleri, kare çenesi ve yumuşak dudakları…
Elini elimden silkeledim. “Tamam,” diye fısıldayıp masaya yaklaştım.
“İkinize de teşekkürler,” dedi Jenson kapıyı açarken. “Ve Skylar, unutma, herhangi bir şeye ihtiyacın olursa ofisimdeyim.” Kapıyı arkasından kapatırken bana göz kırptı.
Onu bir kaşık suda boğabilirdim.
Henry boğazını temizleyince ona döndüm.
“Hemen oturma canım. Hâlâ kahvemi bekliyorum.”
Bir buçuk saat boyunca o cinsiyetçi pislikle uğraştıktan sonra öfkeyle Jenson’ın ofisine daldım.
Ofise girip onu bulamayınca daha da sinirlendim.
Toplantı boyunca İhtiyar Henry’nin anlattığı ayrıntılara odaklanmaya çalışmıştım ama ne zaman bir şey bilmesem beni eleştirmeye kalkmıştı.
Jenson ofisine girerken elindeki telefona sıkıntıyla bakarak parmaklarını saçlarından geçirdi.
“Sen ne yaptığını sanıyorsun?” diye bağırdım.
Jenson başını kaldırıp beni görünce gülümsedi. “Demek oradan sağ kurtuldun. Aferin sana.”
“Neden beni o pislik herife mecbur ettin?”
Jenson masasının başına geçerken güldü. “O pislik herif büyükbabanın en eski ve en sadık müşterilerinden biri. Onun getirisi şirket için çok önemli.”
Homurdandım. “Evet, tabii. Bu kadar büyük bir müşterinin önünde bana böyle davrandıktan sonra bu işten hayır göremezsin.” Dosyayı masaya çarptım.
Jenson omuz silkti. “Beğenmedin mi? Şu anda elimizde sadece o var. Müşteriyle ilgilenmek istemiyorsan sorun değil. Ama işini yapmıyorsan istifa etmen gerekecek.”
“Hazırlanmam gereken bir seyahat ve yapmam gereken bir sürü hazırlık var. Her ne yapacaksan karar ver ve yap, tamam mı?”
Dosyayı masadan kaptığım gibi hışımla kapıya döndüm. “Sana gününü göstereceğim.”