
Gece hemşiresinin söylediklerini idrak etmeye çalışırken ağzım kupkuru oldu.
“Bu hapı aldıktan sonra önlüğü giyip uzanabilirsin. On dakika sonra gelip seni aşağı götüreceğim.”
Şaşkınlıktan cevap veremeyip başımı salladım. Her şey çok hızlı gelişiyordu.
Kapıda durup bana dönerek, “Gergin misin?” diye sordu.
Tuhaf bir ruh hâli içinde omuz silkerek, “Açıkçası bilmiyorum. Ne hissettiğimi çözemedim,” diye cevapladım.
Sessizce yüzümü inceleyerek, “Ameliyathaneye gidene kadar seninle beklememi ister misin? Kendi tecrübemden biliyorum, özellikle büyük bir ameliyat öncesi odada tek başına beklemek çok zor bir şey,” dedi.
Yüzüne bir daha baktıktan sonra başımı salladım. “Evet, sanırım iyi olur.”
Korkak biri değildim ama aynı durumu yaşamış birinin yanımda olması içimi bir nebze de olsa rahatlatıyordu.
Dediği gibi, on dakika sonra elinde tuhaf bir aletle geri geldi. “Merak etme, şok cihazı değil. Sadece yatak kumandası,” diye espri yaptı, elindeki garip şeye endişeyle baktığımı fark edince.
Stresten içim içimi yese de şakasına gülmeden edemedim.
Yatağımı becerikli manevralarla ameliyathaneye götürürken hastane koridorları hâlâ sessizdi, sadece hemşireler ve doktorlar vardı. Acil servise yaklaştığımızda birkaç ziyaretçi gözümüze çarptı.
Ameliyat öncesi odaya girmek için beklerken gerginlikten kaskatı kesilmiş, ellerimi yumruk yapmıştım.
Aniden soğuk, kasılmış yumruğumun üzerinde minik, sıcacık bir el hissettim. “İyi misin?” diye sordu.
Lafımı bitirmeme fırsat vermeden, “Açıklama yapmana gerek yok. Saçma bir soruydu. Elbette iyi değilsin. Muhtemelen çok gerginsin,” dedi.
Bir şey demeden sadece başımı salladım. Haklıydı, gergindim. Birden aklıma bir şey geldi. “Saatlerdir benimle ilgileniyorsun ama hâlâ adını bilmiyorum.”
Şaşkın bir hâlde göğsüne baktı. Ardından utangaç bir gülümsemeyle, “Ah! Yine isim etiketimi takmayı unutmuşum. Neyse, adım Alex. Alexandra’nın kısaltması,” diye karşılık verdi.
Bir anlığına yaklaşan ameliyatı unutarak ona kocaman sırıttım. “Tanıştığımıza memnun oldum Al…”
Cümlemi bitirmeme kalmadan ameliyathane kapısı açıldı ve bir adam bize doğru yürümeye başladı. “Bay Winter?”
Başımı salladım, stresten midem ağzıma gelmişti. İşte o an geldi çattı.
Alex bana doğru eğilerek, “İyi uykular Edward. Bu gece görüşürüz,” dedi. Ardından beni ameliyat ekibiyle baş başa bırakarak odadan çıktı.
Gündelik kıyafetlerimi giyip kirli üniformamı çamaşır sepetine atarken aklım Edward’daydı.
Normalde bir hastayla ameliyat öncesi odaya gitmem ama bu iri kıyım adam nedense bende koruma içgüdüsü uyandırmıştı. Dışarıdan heybetli ve ürkütücü görünüyor olabilirdi ama içimden bir ses göründüğü kadar güçlü olmadığını söylüyordu.
Neyse ki gündüz nöbeti için işe erken gelen bir arkadaşım beni idare edebileceğini söylemişti, böylece asi motorcuyu ameliyathaneye ben götürebildim.
Saate baktım, 8.30 olmuştu bile. Bart muhtemelen çoktan işe gitmişti. Umarım Nena’yı uyandırmıştır, diye düşündüm. Ne de olsa daha önce de unuttuğu olmuştu…
Onkolog randevum için koridorda hızla ilerledim. Neyse ki ilk gelen bendim ve danışmadaki kişiyi tanıyordum. Ben kaydımı yaptırırken o doktoru aradı ve iki dakika geçmeden doktor yanımıza geldi. “Günaydın Alex. Nasılsın bakalım?” diye sordu.
Kadının sıcacık gülümsemesi moralimi biraz yerine getirmişti. Kendimi daha güvende hissederek muayenehanesine girdim.
“Otur lütfen. Umarım sakin bir nöbet geçirmişsindir,” dedi bilgisayarına bakarken.
Doktorum ekrandan başını kaldırıp kocaman bir gülümsemeyle bana baktı ama yüzümü görünce gülümsemesi soldu. “Ah, çok pardon Alex. Niyetim seni iyice strese sokmak değildi. Laboratuvardan gelen başka bir mesaj gördüm de. Şimdi sonuçlarını konuşalım. Gördüğümüz kadarıyla her şey yolunda ve kanser yayılmamış, bu yüzden ilacı bırakabilirsin. Sadece vücudunun iyileşmek için zamana ihtiyacı olduğunu unutma. Biraz…”
On dakika sonra muayenehanesinden çıktım, omuzlarımdan büyük bir yük kalkmış gibiydi. Sonuçlar iyiydi, altı ay sonra tekrar gelmem gerekiyordu. En güzel haber ise menopoza girmeme neden olan ilacı bırakabilecek olmamdı.
Arabayı eve sürerken müjdeyi vermek için annemi aradım. Telefonu açmayınca bugün doktora gitmek için erken kalktığı aklıma geldi. Bir an sonuçları kendim mi söylesem yoksa mesaj mı bıraksam diye düşündüm ama Nena da oradayken akşam söylemeye karar verdim.
Sonra Bart’ı aradım ama sesli mesaja düştü. Hayal kırıklığına uğrayarak telefonu kapattım. Eve varınca tekrar denerim, diye düşündüm.
Boş araba yoluna girerken iç geçirdim. Bir yanım Bart’ın evde olmamasına seviniyordu, böylece akşamları Nena’ya baktığı için yakındığını duymak zorunda kalmayacaktım. Nena on üç yaşında, bebek değil ki!
Ama beni en çok üzen şey, bana hoşlanmadığı bir şeye bakar gibi bakmasıydı. Çok değiştiğimi, eskisi gibi olmadığımı biliyordum ama bu normal değil miydi? Bir yandan onunla vakit geçirmeyi de özlüyordum. Arkadaşımı, en büyük destekçimi özlüyordum. Ama dürüst olmak gerekirse uzun zamandır hayatımda öyle bir yeri yoktu.
Ev çok sessizdi. Oturma odasına girdiğimde yemek masasında bir not gördüm.
On üç yaşındaki kızım tarafından yazıldığı belli olan bu tatlı not beni aynı anda hem mutlu etti hem de hüzünlendirdi.
Ama Bart’la ilgili kısmı okuyunca içime bir kurt düştü. Mark kimdi ki? İş arkadaşlarından bahsettiğini duymuştum ama hiç Mark diye birinden söz etmemişti.