Galatea logo
Galatea logobyInkitt logo
Sınırsız Erişim Edin
Kategoriler
Oturum aç
  • Home
  • Kategoriler
  • Listeler
  • Oturum aç
  • Sınırsız Erişim Edin
  • Destek
Galatea Logo
ListelerDestek
Kurtadamlar
Mafya
Milyarderler
Toksik Aşk
Slow Burn
Düşmandan Sevgiliye
Paranormal ve Fantezi
Ateşli
Spor
Kolej
İkinci Şans
Tüm Kategorileri Gör
App Store'da 4,6 puanlı
Hizmet ŞartlarıGizlilikBaskı
/images/icons/facebook.svg/images/icons/instagram.svg/images/icons/tiktok.svg
Cover image for Yedili Baştan Çıkarış

Yedili Baştan Çıkarış

2: Geçit

MADELINE

Hael’in sesi zihnimde yankılanınca öfkesini iliklerime kadar hissettim. “Neredesin? Söyle! Yeni mağaralarda olduğunu biliyorum, seni yaramaz. O bölge güvenli değil.”

Mağaranın derinliklerine doğru sürünerek ilerlerken düşünceleri birden kesildi.

Yakalanmayı biraz daha geciktirdiğim için kendi kendime gülümsedim. Kovalamaca oyunu her seferinde beni heyecanlandırmayı başarırdı.

Pürüzsüz bir kayanın üzerinden kayarak daha önce gözüme kestirdiğim kocaman ve nemli mağaranın zeminine indim.

Üzerimdeki tozu gelişigüzel silkeleyip elbisemi düzelttim.

Karanlık mağarayı yalnızca küçük bir ışık huzmesi aydınlatıyordu. Yeni oluşan alanın genişliği inanılmazdı.

Bana ikinci eşim Lochness ya da benim deyişimle Nessy’yi ilk kez gördüğüm mağarayı hatırlattı.

O zamanlar hazine yığınlarının ardında saklanıyordu.

Ancak bu mağarada hazine yoktu. Ama ileriye adım attığım burada birinin olduğunu hissettim.

Daha önce mağaradan ormana açılan yolu keşfetmiştim ve belli ki birileri de o yoldan içeri girmişti.

Kambur duran ve hıçkırarak ağlayan kadın figürünü seçtim. Daha iyi görebilmek için bir dikitin etrafından dönerek ona sessizce yaklaştım.

Uzun boylu ve zayıf kadının üzerinde yırtık pırtık kabarık bir elbise vardı. Eliyle mağara duvarını yoklarken boynundaki parlak kurt kolyesi ışığı yansıtıyordu.

Bir şey arıyormuş gibiydi. Garipti.

Kendi kendine büyülü sözler mırıldanıyordu. O bir efsunkârdı. Ve sıradan bir efsunkâr değildi, bir Kan Kuzgunu idi. En güçlü tür ve İkiz Ejderhaların ezeli düşmanı.

Merakıma yenik düşerek ne yaptığını gidip görmeye karar verdim.

“Hey!” diye seslenerek ona doğru yürüdüm. “Kimsin sen? Nereden çıktın? Buraya giremezsin.”

Dönüp bana baktığında olduğum yerde kaldım. Gözlerindeki rimel lekelerini ve kabarık elbisesindeki kan izlerini gördüm. Üzerindeki aslında bir gelinlikti.

Öncesinde yapılı olduğu anlaşılan siyah saçları şimdi darmadağındı. Tokaları saçının farklı yerlerinden fırlamıştı. Kötü bir şey yaşadığı aşikârdı.

“Hanımefendi iyi misiniz? Yardıma ihtiyacınız var mı?”

“Hayır,” diye öfkeyle çıkıştı. “Beni rahat bırak.”

“Benim kim olduğumu biliyor musun?” Ona yaklaşmaya çalışsam da uzaklaşmaya devam ediyordu.

“Evet. Uzun kızıl saçların, güzel köle elbisen ve o sahiplik tasman seni ele veriyor.” Bana sert bir bakış attı. “Senden nefret ediyorum avcı. Avlaman gereken ejderhaların koynuna giriyorsun.”

Onunla aynı fikirde olmasam da tartışmak istemiyordum. “Adın ne?” diye sordum.

Saldırmaya hazır bir ifadeyle tekrar bana döndü.

İşte o anda elindeki küçük, altın parçaları fark ettim. Bunlar mağara duvarından topladığı mücevher parçalarıydı.

Bir patlama olmuş ve o da parçaları topluyormuş gibi görünüyordu. Bakışları ayaklarıma kaydı.

Yere bakınca parçalardan birine basmak üzere olduğumu gördüm. Neredeyse ayağımı kesecektim.

Eğilip parçayı aldım. İçinde hapsolmuş büyüyle parlıyordu. Daha önce böylesini görmemiştim.

O parça güçle parladıkça hayrete düştüm. “Nadir mücevherleri mi topluyorsun?” diye sordum sohbeti dostça tutmaya çalışarak.

“Bu parçalanmış bir tılsım, seni aptal,” diye çıkışıp elini uzattı. “Şimdi onu bana ver ve git. Böyle bir güçle başa çıkamazsın. Onu sadece ben kontrol altına alabilirim.”

“Bu kadar kaba olacaksan hayır,” diye cevap verdim parçayı avucumda sıkarak. “Kimsin sen?”

“Ben Tavora’yım. Onu bana ver yoksa seni öldürürüm. Bir de seninle uğraşamam,” diye tehdit etti kanlı gelinliğini tutarak.

Kan Kuzgunları ve kana bağlılıkları… Güçlerinin ana kaynağı buydu. Ve onun iyi bir şeyin peşinde olmadığı belliydi.

“Konuşamaz mıyız, Tavora? Yardım edebilirim.” Şansımı bir kez daha denedim. “Ve bana saldırmaya çalışmamanı öneririm. Hael ile Lochness pek affedici sayılmaz. Onların bölgesindesin.”

Tavora umursamaz bir tavırla güldü. “Yani? Ben bu âlem için zaten ölüyüm, küçük köle. Neler yaşadığımı asla anlayamazsın.”

Kendi kendine fısıldadı. “Beni affet, Reingard. Ama o kadından nefret ediyorum.”

Tavora’nın elinde, çığlık atan bir yüzün hatlarını ve onun giderek daha da büyüdüğünü gördüm. Bu, acı çeken bir dişi kurdun ruhuydu. Bir hayalet de olabilirdi.

Tavora ruhu bana doğru fırlatsa da o bana dokunamadan elimden altın bir parıltı yayıldı. Onun güçlü saldırısını yok edip geriye sadece biraz duman bıraktı. Enerjiler birbirini sömürmüş oldu.

Ama ben hiçbir şey yapmamıştım. Beni koruyan elimdeki tılsım parçasıydı.

Tavora’yı göremiyordum. Etrafa sisin yayılmasıyla eşlerimin tam zamanında geldiğini anladım.

Hael ile Lochness insan formlarında önümde belirdi. Perişan hâldeki geline baktılar.

“Sen katilsin,” dedi Hael. “Öğleden sonra başına ödül kondu, Kan Kuzgunu. Nişanlını ve bir başkasını öldürdün. ~Güç uğruna mıydı?”

“Ödül mü? Sikeyim ödülü,” diye öfkeyle parladı Lochness. “Senin celladın olacağım, Kan Kuzgunu. Eşime saldırmaya cüret ettin. Ölüm fermanını imzaladın. Şimdi diz çök.”

“Dikkatli ol,” diye uyardı Hael, Lochness’i. “Boynundaki o mücevherin ne olduğunu bilmiyoruz ve ona tanımlayamadığım bir güç yüklü.” Bana baktıktan sonra gözleri elimdeki parçaya kaydı.

Göz göze geldiğimizde öfkesinin geçtiğini ama hâlâ endişeli olduğunu gördüm. Ona başımı sallayarak arkalarını kolladığımı belli ettim.

“Bu kadar aptal olduğunuza göre çok genç ejderha lordlarısınız. Bilgi güçtür ve siz bir tılsımın ne olduğunu bilmiyor musunuz?” Tavora güldü.

Hael öfkeyle hırladı. “Neyin peşindesin?”

“Size sadece zarar vermeyeceğim. Sizi ve tüm bu dünyayı yok edeceğim. Aşk… Zalim ve acımasız bir duygudur, özellikle de haydutlar için.”
Tavora hafif gülümsemesiyle Lochness’e bakarken onun içini okuyabiliyor gibiydi. “Ama bana nasıl acı çektirdiğini asla anlayamazsınız.”

Hael’e fısıldamak için eğildi. “Hiç sevdiğini başka bir âleme kaybettin mi? Kaybetmedin, değil mi? Bu yüzden benim acımı anlayamazsın. Reingard benimdi. Onu bir ömür bekledim.”

Kimse bir şey söylemeyince kısa bir sessizlik oldu. Onun söylediklerini anlamaya çalışıyorduk.

Tavora, hiçbir duygu göstermeden dinlediğimiz için onu hafife aldığımızı düşünüyor olmalıydı.

Bu yüzden öfkeyle çığlık attı. “Beni küçük görüyorsunuz, değil mi? Hepiniz öleceksiniz. Tüm âlemler de sizinle yok olacak! Yüreğiniz varsa beni durdurmaya çalışın.”

Tavora gelinliğini hızla kaldırıp parmaklarını şıklattıktan sonra gözden kayboldu.

Duvarlardan yankılanan tiz tıslama sesi saatli bir bomba gibiydi.

“Kahretsin, kadim ejderha zehrini, sülfürü saldı.” Hael donakaldı. “Nefesini tut canım.”

Bu uyarının hemen ardından mağaranın çatlaklarından yayılan zehirli gaz bulutu etrafı sardı.

Hael beni kucakladığı gibi arkasını dönerek koştu.

Önden giden Lochness bize rehberlik etmek için elimi tuttu.

Çıkışı bulup ormana ulaşmayı başardık. Ejderhalarım temiz oksijen için nefes nefese yere yığıldığında derilerindeki su kabarcıklarını fark ettim.

Ben de temiz havayı içime çektim. Yine de koşmadığım ve sülfür beni o kadar etkilemediği için kötü durumda değildim.

Yere bırakıldıktan sonra ayağa kalkıp onu aramak için hemen ağaçlara doğru ilerledim.

“İşte orada!” Uzaktaki ağaçların arasında bir gölge gördüm. “Tavora göle gidiyor!”

“Biz olmadan… Peşinden gitme.” Hael içinde bulunduğu duruma rağmen emir vermeyi başardı.

Beni durdurmaya çalışsa da gücü zayıftı. Kısa bir anlığına kaskatı kesildikten sonra silkelenip ağaçlara ve Tavora’ya doğru koştum.

“Ona karşı güvenliğim var. Tılsımının parçası bende,” diye açıkladım.

“Onu yok etmemiz gerekiyor.” Lochness boğuk sesiyle zihin bağlantısından uyardı. “Uzaklaşma kızım.”~

“Yakında kalacağım,” diye nazikçe teminat verdim. “Tavora’nın kaçmasına izin veremeyiz! Onu duydunuz, âlemleri yok etme niyetinde. Göle gidiyorum. Her zamanki yoldan gidiyor.”

Hızlı bir koşucu olduğum için ay ışığıyla aydınlanan göle ilk ben ulaştım.

Tavora’nın ortaya yüzüşünü, etrafında dönüşünü, parmağıyla beni davet edişini ve gülümseyerek batışını izledim. Tılsımı mor bir ışıkla parlarken o ortadan kayboldu.

Beni yanına çağırması elbette kurnazcaydı.

Esas garip olan, altın tılsım parçasının beni mıknatıs gibi göle çekmesiydi. Bana ne yapmam gerektiğini söylüyormuş gibi rehberlik ediyordu. Onu takip etmeliydim.

Şu anda yataklarında yatan çocuklarımı düşünerek tereddüt ettim. Luvenia veya Lex’i annesiz bırakamazdım. Onlar daha üç yaşındaydı.

Gelgelelim Tavora üzüntüden böyle konuşuyormuş gibi görünse de tehdidin gerçek olduğuna inanıyordum. Yine de Kan Kuzgunları duygusal dengesizlikleriyle bilinirdi.

Tavora hem herkesi hem de her şeyi yok etmek istiyordu. Âlemleri silmek istiyordu.

Hael elini belime koyduğunda boş bulunup sıçradım. Hâlâ yeşil ve sarı toza bulanmış hâldeydi.

“Burada bekle.” Öksürükle zar zor nefes aldıktan sonra temizlenmek için suya daldı.

Lochness de onun peşinden suya girip iyice temizlenmek için hızlı hareket etti.

Geri geldiklerinde ben hâlâ kolumu uzatmış, tılsım parçasını tutuyordum.

Lochness siyah saçlarını gözlerinden uzaklaştırıp yeşil gözleriyle elimdeki parçaya baktı. “Dikkatli ol fare. Bu cam kadar keskin görünüyor.”

Nessy de yanıma yaklaştı. Sert elini elimin üzerine koyarak onu benden almaya çalıştı.

Beni bu kadar küçük bir şeyden bile korumaya çalışıyordu. Yine de parmaklarımı sıkarak ona direndim.

“Elini kesebilirsin ve bunun ne olduğunu bilmiyoruz,” diye uyardı.

“Bir şey olmaz,” diye mırıldandım. “Güven bana, Nessy.”

Lochness bileğimi kavrayıp elimi zorla açmayı düşünse de ağzından duman üfleyerek pes etti.

“En azından ne olduğuna bir bakayım,” diye homurdandı. Onu benden almak için farklı bir taktik denese de başımı iki yana salladım.

“Vakit kaybedemeyiz. Geçit açıkken peşinden gitmeliyiz. Onu durdurmalıyız,” diye endişeyle fısıldadım.

Hael ile Lochness sadece ikizlerin paylaşabileceği türden bir bakışma yaşadı.

Kısa bakışmanın ardından ikisi de kaşlarını çatarak bana döndü.

“Onu durdurmalıyız,” diye tekrar ettim. “Çocuklarımızı düşünün. Öylece durup geri gelmeyeceğini umamayız.”

Hael iç çekerek kararını verdi.

Başını gökyüzüne kaldırdıktan sonra başını iki yana sallayıp dalgalanan suya baktı. “Bana bineceksin ufaklık,” dedi Hael, kardeşinin bile itiraz edemeyeceği bir tavırla.

Başımı onaylarcasına salladım.

“Lochness, bizi göle sen götüreceksin.” Hael hızla yeşil dev ejderhasına dönüşüp beni kuyruğuyla sırtına koydu.

Bir elimle onun çıkıntılı pullarına tutunurken diğeriyle saçlarımı omzumun üzerinden attım. “Hazırım!” diye sırıtarak seslendim. Uçmaya bayılıyordum!

“Hepsi senin suçun,” diye şikâyet etti Hael şakayla karışık. “Her zaman başımıza bir çorap örmeyi başarıyorsun, Madeline.”~

Sırıtmaya devam ettim.

Hael kanatlarını açıp gökyüzüne doğru havalandı.

***

Siyah ejderhasına dönüşmüş Lochness keskin dişlerini göstererek ters yöne uçtu.

Sırıtışı kana susamışlığın saf bir ifadesiydi. “Kan Kuzgunu’nun hiç şansı yok,” dedi Lochness zihin bağlantısında. “Kimse sana zarar vermeye cesaret edemez. Bunu aklından geçirmiş olması bile onun ölümü demek. Tavora’nın kanı ve kemikleri ödülümüz olacak. Onları sana hediye edeceğim.”

Parlak yeşil gözleriyle bana bakarken burun deliklerinden ateş püskürttü.

Tek kanadını açarak tüm hızıyla suya daldı.

Bunun üzerine gözden kayboldu.

Hael, kardeşinin derinliklerinde kaybolduğu mor ışığa bakarak gölün üzerinde bir tur daha attı. Işık gücünü kaybetmeye başlasa da geçit hâlâ açıktı.

“Suya daldığımızda ne olacak?” diye sordum eşime.
“Âlemler arası geçiş yapacağız,” diye açıkladı Hael.
“Peki ya sonra?”
“Dürüst olmak gerekirse bilmiyorum ufaklık.” Hael'in cevabı tüylerimi ürpertti.
“Korkuyor musun canım?”
“Hayır,” diye yalan söyledim hiç düşünmeden. “Ya sen?”
“Hayır.” Hael omzunun üzerinden bana bakarak gülümsedi. “Unutma, Prenses Madeline. Ne olursa olsun seni her şeyimle sevdim.”

Sonra keskin bir dönüşle göle yöneldi. Ani alçalıştan dolayı çığlık atmamak için kendimi tutmam gerekti. Uçmayı sevsem de bu bambaşka bir şeydi.

Ve son cümlesinin ölmeden önce kurulacak türden olduğunu anlamak zor değildi.

Göle daldığımızda batmak yerine yukarı doğru uçmaya devam ettik.

Continue to the next chapter of Yedili Baştan Çıkarış

Discover Galatea

Tehlikeli Masal 1: SnowredAlfa'nın Vixen'iAşkın BedeliYıldızlararası Esaret: UyanışGöz Göze

En Yeni Yayınlar

Noel Ruhuİyilik Meleği AŞ: Bonus İçerikSeroje: Gören GözViking Kralı'na Aşık Olmak ve Diğer Kötü KararlarHarley’nin Ateşi