Elizabeth Gordon
MALLORY
Gözlerimi açtığımda kendimi uyanık ve tetikte buldum.
Oda zifiri karanlıktı, pencereden sadece bir parça ay ışığı sızıyordu. Planladığımdan çok daha uzun süre uyuduğumu fark edince şaşkınlığa uğradım.
Hemen yataktan fırlamak istedim, ancak zihnim hızlı çalışsa da bedenim kılını bile kıpırdatmıyordu.
Başımı çevirmeye çalıştım ama boynumu oynatamıyordum. Vücudumun diğer kısımlarını hareket ettirmeyi denedim, ancak kısa sürede hiçbir yerimi kımıldatamadığımı anlamıştım.
Sadece gözlerimi oynatabiliyordum. Yatağımın yanındaki saate bakıp kırmızı rakamları görünce birden panikledim.
Gece yarısına sadece on beş dakika kalmıştı.
Gece yarısı özel bir andı. Doğaüstü olayların bu saatte meydana geldiği düşünülürdü.
Yazın bu anları kutlardık ama sonbaharda, iblisler gece yarısında borcumuzu tahsil etmeye gelirdi.
Büyücüler dünyanın üç güç tarafından dengelendiğini bilirdi. Gökyüzünde Helios ve Luna, yer altında Brimstone’daki Hades vardı.
Büyülerini Helios ve Luna’dan alan gruplar göğe yakarırken, büyülerini topraktan alanlar aşağıdaki Hades’e tapardı.
Cadılar “Yukarıda nasılsa aşağıda da öyle olur” kuralına uymak zorundaydı. Yukarıda olan aşağıyı da etkilerdi. Toprağı kirletirsen bu denizi de etkilerdi.
Büyü vermek ve almakla ilgiliydi.
Sadece var olan şeyleri, genellikle başkalarına ait şeyleri büyüyle çağırabilirdik. Çoğu cadı, ihtiyaç sahibi insanların eşyalarını almadıklarından emin olmak için büyülerine etik maddeler eklerdi ama Brimstone büyü kullanırken ahlaklı olmayı umursamazdı.
Yeryüzünde her büyü kullanıldığında bu aşağıda bir sorun yaratırdı. Brimstone dengeyi korumak ve çok fazla büyü kullanan cadıları cezalandırmak için seçilmişti.
Bu yüzden, bir cadı ortalığı karıştıracak bir şey yaptığında borçlanırdı.
Birçok farklı grubu (insanlar dâhil) barındıran Silverdale’de çok sayıda Brimstone alacaklısı cirit atardı.
Biz cadılar borç ödeme taraftarı olmadığımızdan, alacaklıları bizden uzak tutmanın bir yolunu bulmuştuk.
Alacaklılar gördükleri şeyleri saymaya bayılırdı. Onları oyalamak için kapılarımızın önüne hardal tohumu serperdik.
Ayrıca, bu alacaklılar yakışıklı ve kendini beğenmiş tiplerdi. Fazladan koruma için genellikle kapılarımızın yanına kocaman aynalar koyardık. Saymayı erken bitirirlerse kendilerine bakmaya dalarlardı.
Genellikle gündüzleri güneş yansıma yapmasın diye aynayı ters çevirirdik çünkü aynanın yansıması oradan geçen insanları kör edebilirdi. Hâliyle dikkat çekmek istemiyorduk.
On ikiyi bir geçe inledim ama hâlâ kıpırdayamıyordum. Ses tellerimin çalışmasına sevinmiştim, ancak rahatsız olduğumu göstermek için tekrar boğuk bir ses çıkardım.
“Ah! Sonunda uyandın.”
Gözlerim etrafı taradı. Alacaklının kapıma dayanması konusunda o kadar endişeliydim ki karanlıkta bir ses duyana kadar odada başka birinin olduğunu fark etmemiştim.
Dudaklarım hareket etmese de, “Kim var orada?” diye sormayı başardım.
Aniden, korkunç bir yaratık üzerime çöktü. Canavar yüzüme bakmak için üzerime tünedi. Tüyler ürperticiydi.
Çığlık atmak istedim ama sadece cılız bir ses çıkarabildim.
“Ben Selma, senin karabasanınım,” dedi yaratık. Pençelerini çenesinin altına koyarak bana sevecen bir bakış attı.
Okuldayken karabasanlar hakkında birkaç şey öğrenmiştim. Bu canavarlar insanları korkutuyordu, bu yüzden yaratığın minik, siyah gözlerine bakarken kafam karıştı.
“Sen insan canavarı değil misin?” dedim anlaşılmaz bir şekilde.
“Evet,” dedi Selma neşeyle. “Bir cadıyı ziyaret etme fırsatını ender buluruz. Uyku felcine yakalanmış olmalısın. Tanrım, çok mutluyum. İnsanlar hiç konuşmaz. Sadece korkmuş bir şekilde yatıp hızlı hızlı solurlar.”
Dağınık saçlarını yüzünden çekmek için duraksadı ve, “Bu çok eğlenceli,” dedi.
“Belki hareket edebilseler daha çok konuşurlardı,” dedim.
Sözlerimin anlaşılması güç olsa da Selma ne demek istediğimi çakmış gibiydi.
“Evet, belki de. Ama ben sadece vücudun derin uykudayken ortaya çıkabilirim. Hareket edememek can sıkıcı ama yaşamamız için şart. O iğrenç insanlar hareket edebilselerdi neler yapacaklarını düşünmek bile istemiyorum.”
“Kaçarlardı,” dedim ona.
Selma bana bakarken sivri parmağını çenesine koydu. Yüzünde birçok sivri dişin göründüğü kocaman bir sırıtış olmasaydı hareketleri daha az ürkütücü olabilirdi.
Bir an bana baktıktan sonra biraz geri çekildi ve kocaman ellerini birbirine çarptı.
“Bu çok eğlenceli, gerçek bir arkadaşla konuşmak gibi. Arkadaş olacaksak birbirimizin isimlerini bilmeliyiz. Sana söylediğim gibi, benimki Selma,” dedikten sonra benim cevap vermemi bekledi.
Hareket edemesem de içimden hemen cevap vermek gelmedi.
Kelimelerin, özellikle de isimlerin ne kadar önemli olduğuna dair hikâyeler vardı.
Bir büyü sırasında basit bir yanlış telaffuz büyücüyü mahvedebilir, doğru bilginin yanlış bir varlığın eline geçmesi ciddi sonuçlara yol açabilirdi.
Selma’ya uydurma bir isim verebilirdim ama yalan söylemenin de sonuçları vardı, bu yüzden ne yapacağımı bilemedim.
Karar veremeden aşağıdan bir ses geldi.
Gözlerim yatağın yanındaki saate kaydı. Saatin kaç olduğunu görünce yüreğim ağzıma gelmişti.
Alacaklı kapımdaydı.
Kapıyı nazikçe çalıyordu ama sadece numara yaptığını biliyordum. Yakında davet edilmeden içeriye dalacaktı.
“Ah, hayır,” diye yakındı Selma üzerimden kalkarken. “Tam sohbete dalmışken bölündük.”
“Yazık oldu,” diye homurdandım. Artık dudaklarımı oynatabildiğim için mutluydum.
Selma eğildi. “Bu saatte misafir kabul edilmez seni yaramaz kız,” diye şaka yaparken burnumun ucuna dokundu. “Yarın gece geri döndüğümde bana her şeyi anlatırsın.”
Selma ortadan kaybolduktan birkaç dakika sonra, sanki bir kapıdan çıkmış gibi karanlıkta bir tık sesi duydum.
Küçük sesle birlikte vücudumun kontrolünü birden ele geçirmiştim.
Selma’nın geri döneceğini söylemesine üzülmeye vaktim yoktu. Ziyaretçim kapıya var gücüyle vurmaya devam ederken merdivenlere koştum.
İblisin davete ihtiyacı yoktu ama yine de bir tanışma olması gerekiyordu. Onunla tanışmadığım sürece borcumu tahsil edemezdi.
Hızla dış kapının önünden geçip arka kapıdan çıkmak için mutfağa daldım.
Cadı grubuma ulaşmam gerekiyordu. Grubumdakiler Selma ve artık kapımı çaldığı için durduramayacağım iblis hakkında ne yapılacağını bilirdi.
Mutfağa daldım, neredeyse kurtulmuştum ki birden arka kapı açıldı.
Kapı eşiğinde karanlık bir silüet duruyordu. Karanlık olmasına rağmen gözlerinin Brimstone’un alevlerini yansıtan ürkütücü bir ışıkla parladığını görebiliyordum.
Yaratığın eşiğimden geçmesini dehşet içinde izledim.