
Cuma günü işten eve dönerken biraz tükenmiş hissediyordum. Fitness stüdyosundaki dersten sonra ertesi sabah ağrım olmuştu. Ne zaman hareket etmeye çalışsam acıdan gözlerim doluyordu.
İşten çıkmak için çok istekliydim ama bunun asla işe yaramayacağını biliyordum. Hafta ilerledikçe kaslarımdaki gerginlik azalmış ve bu sabah uyandığımda kendimi sonunda iyi hissetmiştim.
Parker'ın gelen mesajına bakarken gözlerim fal taşı gibi açıldı.
Siktir.
Onun cevabını beklerken def gibi gerilmiştim, tansiyonumun yükseldiğini hissedebiliyordum. Bu ihtimalden hiç hoşlanmamıştım... Parker'ın cevap vermesi çok zaman almıştı.
Hayır... Hayır... Hayır. Bunu bana yapamaz.
İnanılmaz.
Lanet olsun!
Üstümü değiştirmek için daireme döndüğümde, evde çıkmadan önce spor çantamı kontrol etmem için sadece on dakikam vardı.
Ciddi ciddi üzerimi değiştirip kendimi kanepeye gömerek bir kutu dondurma gömmek istiyordum. Bunu tek başıma yapmak istemiyordum.
Anahtarlarımı çantamdan çıkarmaktan kafamı kaldırdığımda kapımda iki parlak pembe post-it notunu gördüm.
Adi herif.
Öfff.
Ona hala kızgındım ama haklıydı. Gitmem gerekiyordu. Eğer şimdi gitmezsem, asla geri dönmeyecektim. Bahane uydurmak artık işe yaramıyordu.
Spor sutyenimi çekip koşu taytımı giyip üzerime bol bir tişört geçirdikten sonra fermuarlı ceketimi aldım. En azından bu işin bir parçası gibi görünüyordum.
Savaşın yarısı buydu. Diğer yarısı yine o lanet koşu bandına bağlıydı.
Ya da küreklere... Iyy.
Kendimi antrenman havasına sokmak için radyodaki şarkıyı keyifli bir şarkıyla değiştirdim. Ruh halime iyi gelmişti. Ama asla salonun kapısından adım atma isteğime iyi gelmemişti. Keşke otoparka girmem bu iş içi yeterli olsaydı.
Bunu gerçekten istemiştim.
"Tam zamanında Hannah. Profilini tamamlamaya hazır mısın?" Kapıdan girerken Ty sordu.
"Profil mi?"
"Fitness izleme mücadelesi için," dedi sanki bunun ne anlama geldiğini biliyormuşum gibi.
"Ah..."
Son seansta o kadar yorgundum ki fitness yarışmasına kaydolduğumu hatırlamıyordum.
"Merak etme. Erkek arkadaşın hafta başında geldi ve üyeliğini tamamladı. Birlikte yarışacağınızı söyledi."
"Erkek arkadaş mı?" diye sordum, sanırım bu hafta bir erkek arkadaş edinsem hatırlardım.
"Preston mıydı? Peter mıydı?" P isimleriyle şansını denemeye başladı.
"Parker...” diye hırladım. O piç kurusunun elimden çekeceği vardı.
"Evet. Önceden geldiğinizde ikinizin de yarışmayla ilgilendiğinizi söyledi.”
Onu öldürecektim.
"Aklımdan çıkmış olmalı," dedim. Ty gülümsedi, belli ki sesimdeki iğnelemeyi kaçırmıştı.
"Peki... Şimdi tartılmalısın ve vücut profilini tamamlamamız için bilgilerini toplamalıyız.”
"Ne? Hayır,” dedim, sesim de hissettiğim kadar panik içindeydi. Vücut profilini mevzusunu kabul edemezdim. Zaten doktorun muayenehanesinde bir tanesine maruz kalmışım. Bir yenisine daha gerek yoktu.
"Hannah, lütfen endişelenme. İlerlemene dönüp baktığında ne kadar iyi hissedeceğini bir düşün," dedi, Ty'ın sesi coşkulu ve pozitifti ama umurumda bile değildi.
Parker'ı henüz öldürmediysem bile, o artık ölü bir adamdı.
"Mal birkaç dakika içinde gelip seni alacak ve sen de ofise geri döneceksin. En fazla on dakika sürer.”
"Tanrım, Ejderha olmaz," dedim, kayıt masasının diğer tarafından bazı evrakları almak için arkasını döndükten sonra nefesimin altında iç çektim.
Kaşlarını kaldırıp dudaklarındaki sırıtışla bana geri döndü.
"Az önce Mal'a ‘Ejderha’ mı dedin?" Bana doğru eğilip sesini alçaltırken gözlerim genişledi.
"Ah... Neden bahsettiğini bilmiyorum."
"Hannah... Hannah... Hannah. Arkadaş değil miyiz?"
"Hayır," dedim.
"Lanet olsun." Alaycı bir şekilde göğsünü tutarken güldü. "Bu çok sertti, kızım."
Ona gözlerimi devirirken sırıtışı devam etti ama bunun peşini bırakmaktan çok uzak olduğunu söyleyebilirim. Parker’a da lanet olsun bu lanet olası takma adı kafama sokmasına da.
"Bana sadece bir şey söyle, neden ‘Ejderha’ diyorsun?"
"Eğer ona söylersen," diye ona doğru eğilirken tısladım, "Tanrı yardımcım olsun..."
"Benden laf çıkmaz. Dökül."
"Parker, Mal'ın Malefiz'in kısaltılmışı olduğunu söyledi."
Kahkahalara boğuldu ve sakin olmaya çalışırken elini masanın üzerine sabitledi. Kalp atış hızımı başka bir nedenden dolayı artmıştı.
"Ona söylemeyeceğime söz veriyorum."
"Hayır, kimseye söyleyemezsin,” diye onu uyardım.
"Hadi ama J ona öyle dediğini bilse keyiften ölürdü."
"O zaman Parker'ın ona böyle bir takma ad bulduğunu söyle. Lütfen beni utandırma," diye yalvardım. "Yoksa beni onun alevli kollarına bırakmış olursun,” dedim.
Tekrar güldü ve eğildi. “Çünkü o ağzından ateş püskürten bir ejderha değil mi?”
"Kes şunu,” deyip koluna vurdum. Sonra ofisin kapısı açıldı ve sandalyesini masadan iterken geri adım attım.
"Hannah? Hazır mısın?" diye Mallory bana seslendi.
Kafamı salladım ve zar zor duyulabilen bir şekilde inledim.
"Hızlan. Ders on beş dakika içinde başlayacak ve öncesinde bu işi halletmemiz gerekiyor."
"Git,” dedi. Ty panikleyen bakışıma güldü ve onu takip etmemi istedi. "Güzel kıçını oraya götür."
"Kes şunu," deyip gözlerimi yine ona diktim. "Seni şapşal."
Ty masasına döndü ve ben de Mallory'yi küçük ofise kadar takip ettim.
"Evet. Gri duvara yaslan ve kendi etrafında dön," diyerek bir iPad alıp bana doğrulturken bana talimat verdi.
Sabıka fotoğrafı çektiriyormuşum gibi hissettim.
"Şimdi arkanı dön." Birkaç fotoğraf çekerken bile buz gibi davranabiliyordu.
"Tamamdır. Şimdi önüne dön."
Kameraya bakıp bakmamam gerektiğinden emin değildim. Gözlerim etrafta dolanıyor ve doğrudan ona bakmaktan kaçınıyordum.
Bakışları güneş gibiydi.
"Çoraplarını ve ayakkabılarını çıkar."
Çantamı yere bıraktım ve onları çıkarmak için garip bir şekilde duvara yaslandım. Ayaklarını yere ritmik şekilde vuruyor ve beklerken iPad'i göğsüne doğru yaslıyordu.
"Tamam, önce ağırlığına bakacağız", dedi ve küçük bir bilgisayar kaidesi takılı önümdeki cihazı işaret etti. "Tartıya çık ve topuklarını plakaların arkasına yerleştir."
Kilom tartılırken ve makine ötmeye başladı. Ekranda ne yazacağını bildiğim için sadece önümdeki duvara bakıyordum.
"Şimdi, bilgilerini bilgisayara gir.”
Küçük bir bilgisayar ekranına e-posta adresimi, telefon numaramı, boyumu ve yaşımı yazabileceğim alanları gösterdi. Onları yazdım ve sonra Mal'a bakmak için döndüm. Memnuniyetsiz yüzü her zamanki gibi güçlüydü.
"Bu da tamam. Bir sonraki bölümde, çok hareketsiz durman ve ayaklarını sabit tutman gerekiyor. O tutacakları al ve başparmaklarını tutacakların uçlarındaki metal noktaya götür.”
Onun söylediklerini yaparak, hareket etme dürtüsüne karşı koymaya çalıştım. Makine öttüğünde ve tarama tamamlanıp tekrar ortaya çıktığında, sanki yanıyormuş gibi sıçradım.
Doktorun ofisindeki taramada da aynı bilgiye ulaşmıştık.
Gözümün ucuyla, Mal'ın küçük ekrana bakıp yüzünü ekşittiğini gördüm.
Bu da neydi?
Gözlerimi ondan çekerken, gözlerimin dolduğunu hissedip dudağımı ısırdım. Bu aptal sıska süper modeli ve bindiği Ejderha'yı siktir et diye düşündüm.
İnsanlara yardım etmesi gerekiyordu, %45,5 yağ oranına yüzünü ekşitmesi buna hiç yardımcı olmuyordu. Şişman olduğumu biliyordum. Ama buranın şişman insanların utandırılmaması gereken bir yer olması gerekiyordu. Yine de yüz ifadesi her şeyi söylüyordu.
Ayakkabılarımı tekrar giydikten sonra, takımlarla ve koç konsültasyonlarıyla ilgili anlattığı saçmalıkları dinliyormuş gibi yaptım. Koçum olsaydı onunla konuşmazdım.
"Birkaç gün içinde bir e-posta alacaksın ve bir Facebook destek grubuna davet edileceksin."
Başımla onayladım ve kapıyı ittim... Doğrudan koridordaki çok sağlam bir gövdeye çarptım. Başımı kaldırdığımda gözlerim büyüdü ve kime çarptığımı anladığım için ürperdim.
"Özür dilerim."
Sıradan insanların pazıları olan üst kollarımı içgüdüsel olarak kavradığı yerde iri elleri kısa bir süreliğine gerildi.
Gözlerimin içine bakarken hafifçe gülümsedi ve geri adım atıp kapı çerçevesine çarparken ellerinden kurtulmaya çalıştım.
"Sorun değil. İyi misin?" diye sordu, ellerini yavaşça kollarımdan ayırdı.
Ona göz kırptığımda yüzüm alev almıştı. Uzun boyluydu... 1.80’nin üzerindeydi ve taş gibi bir vücudu vardı. Üzerindeki kolları açık tişört kaslı kollarını ve göğüslerini gösteriyordu.
Ty da dâhil olmak üzere gördüğüm bazı adamlar gibi tıraş edilmemiş ya da ağda yaptırmamıştı. İtiraf etmeliydim ki, göğüs kılları oldukça çekiciydi.
Göğsündeki kıllar ona nabzımı hızlandırmaya yetecek kadar erkeksilik katıyordu. Dışarısı gibi kokması da duyularımı geri kazanmama yardımcı olmuyordu.
"Sana çarpmak istememiştim…” diye o bana bakarken kekeledim.
"Hiç sorun değil. Ofiste kimse olduğunu fark etmemiştim. Direkt kapının arkasında durduğum için aslında benim hatamdı."
"Ben dağılmış haldeyim,” diye mırıldandım ve yüzü doğal bir gülümsemeye dönüştü.
Ejderha'ya olan öfkem, son zamanlarda karşılaştığım yakışıklı yabancıya doğru sürmemle birlikte yok olmuştu. En azından bu sefer bir şey düşürmemiştim.
"Hepimiz öyle değil miyiz?" diye kenara adımını atarken kıkırdadı. Hafifçe eğildi ve ben ona çarpınca yere düşen kapüşonlusunu ve bir çift kirli spor ayakkabısını yerden aldı.
Yana doğru eğildi ve onları boş bir dolaba koyup bunu yaparken omzu koluma değdi.
"Gerçekten üzgünüm."
"Bu konuda endişelenme. Hepimiz böyle süreçlerden geçiyoruz," Bu kadar arkadaş canlısı olmasına biraz şaşırmıştım. Normalde onun gibi adamlar beni hep korkutuyordu.
"Şu an yaşadığım bir süreçten fazlası,” dedim.
Ayağa kalkarken gülümsedi. "Kendine biraz şans ver. Hepimiz insanız."
O dönüp stüdyonun kapısına doğru birkaç adım atarken kafamı salladım.
"Derin bir nefes al ve devam et. Bu iş sende," diyerek kapıyı açmak için düğmeye basarken sırıttı. "Derste görüşürüz."
Kapı arkasından kapandı, bu beni gerçekliğe geri döndürmüştü. Nefesim titriyor ve kafamı sallıyordum.
"Beş dakika Hannah." İşte şimdi Mallory'nin sesi beni tamamen gerçekliğin içine bırakmıştı.
"Tamam," dedi.
Muhteşem manken antrenör kulaklığını takıp stüdyonun kapısına doğru ilerlerken öfke geri gelmişti.
Yedek ayakkabılarımı ve kapüşonlumu alırken, bu sefer su şişemi almayı hatırlayarak kendimi motive etmeye çalıştım.
Stüdyoya girdiğimde sadece bir koşu bandı açıktı, bu yüzden üzerine geçtim, iyi bir eğimde tempolu bir yürüyüşe başlamak için birkaç düğmeye hızlıca bastım. Başlamadan önce derin nefes almaya çalıştım.
Başımı kaldırdığımda aynada yanımda koşan kişiyle göz göze geldim ve ellerim koşu bandının önündeki tutamakları sıkıca kavradı.
"Rahatla,” dedi.
"Anlamadım?” diye sordum.
Öne eğildi ve bir düğmeye bastı, hızını yanımda tempolu bir yürüyüş yapacak kadar yavaşlattı.
"Ellerini rahat bırak, parmaklarını gevşet. Ölüm pençesine ihtiyacın yok. Henüz birinin koşu bandından düştüğünü görmedim."
Kendimi silkeledim ve yavaşça parmaklarımı tutamaktan ayırdım, esneterek ve yürürken ellerimi yanlarıma indirdim.
"Böylesi daha iyi. Kaslarını gevşet ve sadece nefesine odaklan. Gerginsen her şey daha zor olur,” dedi.
"Teşekkür ederim,” dedim.
"Sorun değil," deyip başını salladı. "Unutma... Sadece rahatla ve kendi ritmini bul,” dedi.
"Bu işte iyisin," deyip güldüm ve bana gülümsedi. "Belki de antrenör sen olmalısın,” diye ekledim.
Bana gülümserken gözleri parlıyordu, koşu bandındaki tempoyu geri almak için düğmeye basmadan önce biraz güldü.
"Belki..."