
Arabadan indiğimiz anda nefesim kesildi. Devasa malikâne göz alıcıydı. Dört katlı yapının duvarları tuğlalardan inşa edilmiş, duvarların bazı bölümlerini sarmaşıklar sarmıştı.
Burada kaç vampir ve insanın yaşadığını kestirmek mümkün değildi. Cole’un bana tasma taktığının farkına bile varmadım. Her şeyi incelememe müsaade ettiği ve beni girişe sürüklemediği için minnettardım.
“COLEEEEEE!”
İkimiz de başımızı şiddetli bağırışın geldiği tarafa çevirdik.
Geriye tökezlerken dilim damağım aniden kurudu. Neyse ki Cole korktuğumu anlayınca beni arkasına itti.
Uzun boylu olsa da Brutus kadar cüsseli değildi, bu yüzden bize koşan sarışın vampirden tamamen saklanamamıştım.
Cole ifadesiz bir tonda, “Annabelle,” dedi.
Annabelle onun sesindeki imaya aldırış etmeden bana dönünce gözleri fal taşı gibi açıldı.
Tek nefeste, “Cole! Onu benim için mi aldın? Yeni bir köle istediğimi nereden bildin? Aman neyse. Tasmasını ver,” diyerek Cole’un elinden tasmayı almak için uzandı.
Neyse ki Cole, Annabelle’den daha hızlıydı.
O ana kadar tuttuğumun farkında olmadığım nefesimi verdim. Annabelle yalnızca sinirlenmemiş, aynı zamanda öfkelenmiş ve utanmıştı.
Cole, “Ah, öyle mi dersin?” diye sordu. “Komikmiş, onu satın alan benim ve sanırım bu benim olduğu anlamına geliyor.”
Cole inanılmaz sakin görünse de ben titriyordum. İki öfkeli vampirin arasında kalmak isteyeceğim son şeydi.
Cole’un onu umursamadığı açıktı. Kapıya yönelirken önünden yürümem için kolumdan tutup beni kendine çekti.
Kulağıma, “Önümden yürü küçük güvercin ve ben seni durdurmadıkça durma,” diye fısıldadı.
Dediğini yaptım. Tam arkamdan yürümesine rağmen Annabelle’in beni her an yakalayabileceğini hissediyordum. Yalnızca birkaç adım atmıştım ki Annabelle tam önümde durdu.
Cole’la gülümseyerek konuşması çok sinir bozucuydu. “Bu konuyu babamla konuşalım, Cole. Bir ayar çekeceğine eminim.”
Cole yalnızca kıkırdadı. “Eminim babanın istediğini yapmana izin vereceğini düşünüyorsundur ama bu sefer değil, Annabelle. Yine de tamam, gel gidelim.”
Bir anda yanımızda başka bir vampir belirdi. Diğerleri gibi yakışıklı vampirin sarı saçları vardı. Cole’dan kısa olsa da benden hâlâ çok daha uzundu.
Erkek vampir yumuşak ifadesi ve sıcak gülümsemesiyle bana baktı. Bir anda daha güvende hissetmeme rağmen bir yabancı olduğunu düşünerek bunu tuhaf buldum.
Cole diğer vampire, “Brayden, Olivia’yı odama götür. Duş alıp giyinmesi gerekiyor. Daha sonra onu Lord Cain’in ofisine getir,” dedikten sonra tasmamı uzattı.
Brayden tasmamı çekince ona yetişmek için neredeyse koşmak zorunda kaldım.
Malikânenin içi de en az dışı kadar güzeldi. Duvarlar krem rengine boyanmış, pencerelerin önüne çiçekler konulmuştu.
Evin içinde her yerde vampirler vardı. Çok kalabalık olmasalar da beni kesinlikle rahatsız ediyordu.
“Endişelenme tatlı şey. Seni rahatsız etmezler. Tasma taktığın sürece.” Brayden bana nazikçe gülümsedi.
Uzunca bir merdivenden çıktıktan sonra nihayet Cole’un devasa süitine ulaştık. Brayden tasmamın kayışını çözdükten sonra tasmamı çıkardı.
Ona korkulu gözlerle baktım.
“Bir şey yok, Olivia. Zaten duşa girebilmen için çıkarmamız gerekiyor,” diyerek beni rahatlattı.
Odanın öteki ucuna geçerek beni banyoya götürdü. Ferah banyonun duvarları beyaz, zemini ise koyu griydi.
Brayden suyu açıp sıcaklığını kontrol ettikten sonra bana döndü.
“Gir bakalım. Saçın için sabun ve şampuan koydum. Elbiseni de şuradaki çamaşır sepetine at.” Köşedeki sepeti işaret etti. “Buraya bir havlu bıraktım ve sen yıkanana kadar tezgâha temiz kıyafetler koyacağım.”
Cevap vermeme fırsat tanımadan banyodan çıktı.
Beyaz elbiseyi üzerimden çıkardım. Üzerimde hâlâ kafesin pisliği vardı. Köle dükkânında haftada yalnızca bir kere üzerimizi değişebiliyor ve bir defa duş alabiliyorduk.
Sıcak suyun altına girer girmez bu harika hissin etkisiyle usulca inledim.
Sabunu alıp vücudumu ovarak yıkanmaya başladım. Hangi sabun olduğunu bilmiyordum ama çok güzel kokuyordu.
Ardından hemen saçlarımla ilgilenmeye koyuldum. Kafesin zemininde her zaman yere uzandığım için saçlarım birbirine girmiş hâldeydi.
Temizlendiğime karar verdiğimde, kayıp düşmemeye dikkat ederek dikkatlice duştan çıktım. Yere düşersem ve ben çırılçıplakken Brayden banyoya girerse utançtan yerin dibine girerdim.
Büyük kabarık bir havluyla kurulandıktan sonra Brayden’ın getireceğini söylediği kıyafetleri arayıp lavabonun yan tarafında buldum. Önce dantelli beyaz külotu giydim. Sütyeni göremesem de buna üzülmedim.
Dizlerimde biten açık mavi elbisenin göğüs bölgesinde dantelden ayrı bir kısım vardı. İlk bakışta bu elbiseyle rahat edemeyeceğimi düşünsem de üzerime cuk oturan elbisenin kumaşı yumuşaktı.
Son olarak dizüstü beyaz çoraplarımı giydim. Sanırım çok uzaklaşmamaları için kölelere ayakkabı giydirilmiyordu ama bir köle neden bir vampirden kaçmaya çalışsındı?
Kapıyı açıp içeri baktım. Brayden kral boy yatağa oturmuş, telefonuyla uğraşıyordu.
Bana bakarak, “Hazır mısın, tatlı kız?” diye sordu.
Başımı onaylarcasına salladığımda yataktan kalkıp tasmamı yeniden taktı. Tam odadan çıkacakken kolunu tutarak onu durdurdum.
Gözlerimi yerden ayırmadan usulca, “Tasmamın ipi ne olacak?” diye sordum.
Açıkçası onu kullanmasını istemiyordum ama Brayden’ın dalgınlığı yüzünden kimsenin başının derde girmesine de göz yumamazdım.
“Gerek yok,” dedi. “Buradan fazla uzaklaşmayacağız, ayrıca kaçmaya çalışacağını da sanmıyorum.”
Başımı kaldırıp ona baktım. Gülümsüyordu. Resmen gülümseyen bir vampire bakıyordum. Garipti.
“Denemek anlamsız,” dedim. “Tek bir adım bile atamadan beni yakalarsın.”
Kestiremediği bir cevap verdiğimi düşünsem de o yalnızca mırıldanarak karşılık verince Cole’un yanına gitmek üzere yola koyulduk.