
"Ciddi misiniz?" Kulaklarıma inanamıyordum.
Belki de beni çimdikleyecek birine ihtiyacım vardı, çünkü bu çılgın bir rüyaya benziyordu.
Hanımefendi, yani Bayan Hampton, gülümsedi. "Evet, canım, işe alındın. Hemen çalışmaya başlayabilirsin ya da istersen yarın sabah."
"Hayır, hayır. Hemen çalışmaya başlayacağım. Çok teşekkür ederim!"
Ayıp olmayacağını bilsem hemen Bayan Hampton'a sarılırdım. Beni işe aldığına inanamıyordum.
Nihayet Brenton'ın etkisinde kalmamış birini bulmuştum. Brenton'ın sahip olduğu servete ve güce boyun eğmediği için bu kadının önünde eğilmek istedim.
"Teşekkür etmene gerek yok. Birinin gelmesine sevindim. Bu restoran biraz kuytu bir yerde, bu yüzden çok fazla insan bilmiyor. Zaten birkaç aydır birini işe almak istiyordum,” dedi.
"Tom öldüğünden beri idaresi biraz zorlaştı."
"Merak etmeyin, Bayan Hampton, şu anda buradayım ve müşterilerin memnun kalmaları için elimden geleni yapacağım. Artık hiçbir şey için endişelenmenize gerek yok,” dedim uzattığı önlüğü hızlıca belime bağlarken.
"Sabırsızlıkla bekliyorum, canım." Gülümsedi, burada çalışmanın harika bir deneyim olacağını biliyordum.
Fırınımı açmak için çok para kazanmam gerekiyordu. Bu yüzden şehirdeki en iyi garson ben olacaktım ve iyi para kazanacaktım.
Başarımı Brenton'ın yüzüne çarpmaktan memnuniyet duyardım ama sonra onun zamanımı almaya değmeyeceğini ve sadece kendi hayatımı yaşamaya odaklanmam gerektiğini fark ettim.
Paralarının ve yakutlarının içinde dilediğince yüzebilirdi.
İşverenime gülümseyerek mini tableti elime aldım ve yeni gelmiş olan müşterilere uzattım. Çift otuzlu yaşlarda gibiydi.
Adam kusursuzca giyinmişti; takım elbise ve jilet gibi ütülenmiş bir gömlek.
Kadında ise pembe bir elbise ve elmas bir bileklik vardı.
"İyi akşamlar. Benim adım Cecelia ve bu akşam garsonunuz olacağım. Sipariş vermeye hazır mısınız?"
Parmağım tabletin ekranından iki santim uzakta siparişlerini not almayı bekliyordum.
Adam hızlıca siparişleri vermeden önce çift gülümsedi. Aklım sadece bu özel göreve odaklanmış şekilde siparişlerini not aldım ve yarım saat içinde getireceğimi söyledim.
Siparişleri şefe ilettim ve diğer müşterilerle ilgilenmeye başladım. Fırınımı yok ettiğini öğrendiğimden günden beri ilk defa Brenton’ı tamamen aklımdan çıkarmıştım.
Çalışırken zaman akıp gidiyordu. İşimi giderek daha çok seviyordum. Patronum iyiydi, müşteriler nazik ve cömertti.
Her bahşişe sanki son bahşişimmiş gibi bakıyor, gözümden bile sakınıyordum.
Bir dükkân kiralayacak param oluncaya kadar çalışmaya devam edecektim. Eve gidince de kap kekler pişirip müşterilerime teslim edecektim.
Eve gider gitmez müşterilerime dükkânın yeni bir yere taşınacağını haber verirdim. Böylece gereksiz yere yolculuk yapmamış olurlar ve sadece sipariş verebilirlerdi.
Brenton fırınımı yıkmış olabilirdi ama bu işimi tamamen mahvettiği anlamına gelmiyordu. İşimi hala kurtarabilirdim, sadece pes etmemem gerekiyordu.
Gecenin son müşterisi de restorandan ayrıldığında sevinçten gülüyordum. Bu akşamın bu kadar iyi bittiğine inanamıyordum.
Birçok restoran tarafından reddedildikten sonra, nihayet bu güzel bayan beni işe almıştı. Beni yanında tutmamasını ve kovmamasını sağlamalıydım.
"İyi iş çıkardın, Cecelia. Senin Allah’ın bir lütfu olduğunu söylemeliyim. İşleri o kadar sorunsuz devraldın ki çok etkilendim. Önümüzdeki günlerde, seni müdür yapma konusunda oğlumla konuşacağım,” dedi.
"Çok teşekkür ederim, Bayan Hampton. Bana güvenip beni işe aldınız, nasıl olur da elimden gelenin en iyisini yapmam? Oğlunuz olduğunu bilmiyordum bu arada,” dedim.
"Ah evet. İrlanda'da, babasının işiyle uğraşıyor."
"Burnumu soktuğum için kusura bakmayın ama bu restoran eşinizin değil mi?” diye sordum.
"Bu restoran kocamla benim aşkından ve sıkı çalışmasından doğdu. Yemek, ikimizin de tutkusuydu, bu yüzden bu restoranı açmaya karar verdik,” dedi.
Gözlerindeki parıltıdan eşini gerçekten özlediğini anladım. Böyle genç bir yaşta sevdiğin birini kaybetmenin ne kadar zor olduğunu Tanrı bilir.
"Bu gerçekten çok tatlı,” dedim. Başka ne diyeceğimi bilmiyordum.
Onlar çok çalışmıştı, ben de buraya daha fazla insanın gelmesi için elimden geldiğince çok çalışacaktım.
"Evet. Oğlum birkaç gün içinde gelecek ve onunla sizin hakkınızda konuşacağım,” dedi.
"Çok teşekkür ederim, Bayan Hampton. Benim için anlamı çok büyük."
Bu kadın benim için gerçekten bir lütuftu çünkü beni işe almasaydı, başka bir şehre taşınmak ve orada yeni bir hayata başlamak için eşyalarımı topluyor olacaktım.
"Tabii canım, bunu hak ettin. Şimdi geç oldu, eve dönsen iyi olur. Yarın sabah dokuzdan önce burada olmanı bekliyorum, geç kalma,” dedi.
"Ve işte bahşişlerin. Yeni işe alınan birine göre iyi iş çıkardın."
"Geç kalmayacağım, merak etmeyin. Bahşişler için de teşekkür ederim. Yarın görüşürüz. İyi geceler, Bayan Hampton."
Restorandan çıkarken ona gülümsedim ve el salladım, uzun bir aradan sonra ilk defa mutluydum.
Brenton'ın hayatımı ve mutluluğumu emen bir asalak olmasına inanamıyordum. Neyse, ne olursa olsun. Artık hayatımdan çıkmıştı, bunu kutlayabilirdim.
Yüzümde bir gülümsemeyle motosikletime doğru yürüdüm ve yola çıktım.
Fazla trafik yoksa, eve zamanında yetişip birkaç parti kek yapabilirdim.
Sonra uyur ve erken uyanırdım, böylece vardiyama da geç kalmazdım.
Daireme geri dönüş yolculuğum soğuk ama huzurluydu. Ancak bu huzur uzun sürmedi, içime garip bir huzursuzluk çöktü.
Sırtım karıncalanıyordu. Biri beni izliyormuş gibi hissettim. Kırmızı ışıkta durdum ve arkama baktım, yol boştu.
Sessizlik kanatlarını sıkıştırıp etrafıma çökmüştü. Etrafta tek bir nefes bile yoktu. Kaldırımda camları boyalı siyah bir araba duruyordu sadece.
Bunun dışında hiçbir şey yoktu.
Takip edildiğim hissi artınca kaşlarım çatıldı. Sanki birkaç metre ötemde biri beni izliyordu.
Neden gizli bir takipçim olsundu ki? Ben zaten birini takip ettiğim için uzaklaştırma emri almıştım. Takip eden takip edilen olamazdı.
"Sadece karanlık ve hayal gücün sana oyun oynuyor, Cece. Merak etme,” diye mırıldandım ve bu rahatsız edici histen kurtulup sürmeye devam ettim.
Böyle şeyler için endişelenmeyi bırakmam gerekiyordu çünkü uğraşmam gereken çok daha önemli şeyler vardı.
Apartmanıma ulaşır ulaşmaz motorumu park ettim ve kek pişirmek için merdivenlerden yukarı çıktım.
Kek yapmak beni her zaman mutlu etmiş ve rahatlamama yardımcı olmuştu. Bu yüzden restorandan ayrıldığımdan beri içimi yiyen bu rahatsızlık hissinden kurtulmanın en mükemmel yoluydu.
Garipti ama daha önce hiç böyle hissetmemiştim. Bu garip paranoya rahatsız ediciydi.
Mutfağa vardığımda işe koyuldum.
Kekler için ihtiyacım olan malzemeleri çıkardım ve sonraki bir saat boyunca, en iyi yaptığım işle meşgul olarak bütün endişelerimi unuttum.
Sabah sipariş alırım diye umut ediyordum, böylelikle biraz para kazanabilirdim.
Kekler fırındayken, özgeçmişimi gönderdiğim şirketlerden herhangi biri cevap vermiş diye laptopuma baktım. Hiç cevap gelmediğini görünce hayal kırıklığına uğradım.
Brenton'dan bir kez daha nefret ettim, ne kadar küfretsem azdı. Alçak adam.
Ölene kadar bekar kalmasını diledim çünkü kadın nüfusunu önemsiyordum ve kimsenin bu adamın elinde acı çekmesini istemiyordum.
Kekleri fırından çıkardıktan sonra, üzerlerine çabucak krema ekledim ve buzdolabına koydum.
Belki birazını Bayan Druid’e verirdim, ne de olsa son birkaç gündür bana çok iyi davranmıştı. Bana kurabiye ve meyve getirmişti, ben de ona bir şeyler vermeliydim.
Ona da birkaç kek paketlemeyi düşündükten sonra uyumaya karar verdim.
Beni kimin izlediği umurumda değildi. Yaşayacak bir hayatım vardı ve kimsenin onu yok etmesine izin veremezdim.
Çabucak yatağa girdim ve çiçekli battaniyemi üzerime çektim. Üzerinde uyuduğum yastıkla bu battaniye en sevdiklerimdi.
Çarşaf ve nevresim alışverişi yaparken onlara rastlamam büyük şanstı, o günden beri onlardan ayrılmamıştım.
Battaniyeyi üzerime çeker çekmez, uyku geldi ve beni kollarına aldı, rüyalar alemine ulaştığımda beni serbest bıraktı. Yani rüyalar alemi olması gerekiyordu ama Brenton'ı görmek rüyamı kâbusa çevirmişti.
Aynı gerçek dünyada da olduğu gibi bir tahtta oturuyordu. Elinde üç çatallı bir mızrak, başında da mücevherli bir taç vardı.
İnsanlar önünde diz çöküp merhamet diliyordu. Nedense bu insanlara çok kızmıştım. Neden böyle acınası bir adamdan merhamet diliyorlardı ki?
Brenton merhametin anlamını bile bilmiyordu.
Brenton’ın tahtından kalkıp aşağı inmesini ve önünde diz çöken adamların başında dikilmesini gözümü kırpmadan izledim.
Mızrağını iki santim ötesinde eğilen adamın kafasına indirip onu oracıkta öldürdüğünü görünce ağzım açık kaldı, gözlerim yuvalarından fırlayacak gibi oldu.
Adam ölür ölmez, Brenton kafasını kaldırdı ve gözlerini gözlerime kilitleyerek hiçbir yere kaçmamam için bana büyü yaptı.
Bana doğru yürüdü. O yaklaştıkça uzaklaştırma emrini ve ondan bir buçuk metre uzakta durmam gerektiğini düşünüyordum.
Ama eğer bana doğru gelen oysa, uzaklaştırma emri hala geçerli oluyor muydu? Yani, kuralı çiğneyen oydu, bu yüzden...
Yüzümden sadece birkaç santim uzakta durduğunda sertçe yutkundum. Beni de mi mızrağıyla mı bıçaklayacaktı? Eminim bunu yapsa çok mutlu olurdu.
Ve neden bu kadar yakışıklı görünüyordu?
"Benden kaçabileceğini mi sanıyorsun, havai fişek?" dedi.
"Zaten bunu yapmamı istemiyor musun?" diye sordum. Bu Brenton gerçekten kafa karıştırıcıydı.
"Bunu yapamazsın" dedi.
"Neyi yapamam?" Şu anda yapamadığım tek şey hareket edip kaçmaktı.
Ürkütücü bir şekilde dibime kadar yanaştığında nefesim kesilir gibi oldu. "Senin için geliyorum, havai fişek."
Aniden kalbimi tutarak uyandım, kalbim göğsümden çıkacak gibiydi.
O kadar insan dururken onu mu görmüştüm rüyamda? Gerçek dünyadaki hayatımı mahvetmesi yeterince kötü değilmiş gibi bir de hayal dünyamı mı mahvetmek istiyordu?
Hiç huzurum olmayacak mıydı?
"Bu çok saçma" diye homurdandım telefonuma bakarken, saat beş olmuştu.
Bilinçaltım haklıydı. Bugün işteki ikinci günümdü ve düşüncelerimde olmayı bile hak etmeyen bir adamı düşünerek bunu mahvetmeyecektim.
Brenton hakkındaki tüm düşüncelerini savuşturarak yataktan kalktım ve restorandaki vardiyam için hazırlanmaya başladım.
Gecem felaket olsa da gündüzüm için aynı şeyi söyleyemezdim, memnundum.
Restorandaki vardiyam sorunsuz gidiyordu ve Bayan Hampton müşterilere gülümsemeyip onlarla sohbet ederken oldukça mutlu görünüyordu.
Onlara oğlundan bahsediyordu. Onu göreceği için çok heyecanlı olduğu her halinden belliydi.
"Umarım yemeği beğenirsiniz,” dedim bir grup adama siparişlerini verirken.
"Teşekkür ederim. Eminim beğeneceğiz,” dedi sıcak kahverengi gözlü siyah saçlı adam. Yumuşak yüz hatları çocuksu bir masumiyet yayıyordu.
Eğer bekar olsaydı, ki öyle olduğundan şüpheliydim, onunla kesinlikle çıkardım. Hoş ve nazik biriydi, tam beğendiğim adam tipi, ama ben hep pisliklere denk gelmiştim.
Adama gülümsemeden önce tüm restorana göz gezdirdim, kimsenin bir şeye ihtiyacı var mı diye baktım.
Bugün güzel bir gündü ve böyle kalmasını umuyordum.
Yarın, Bayan Hampton'ın oğlu gelecekti. Bu da o terfiyi alabilmek için elimden gelenin en iyisini yapmam gerekiyor demekti.
"Cecelia, canım? Bir müşterimiz daha var," dedi Bayan Hampton kapı açılıp da kâbusum içeri girdiğinde.
Tam da her şey iyi gidiyor derken.
Bugünün gerçek olamayacak kadar iyi olduğunu biliyordum. Neden günüm mükemmel geçsin ki zaten benim? Şansımı seveyim, bir şeyler hep ters giderdi zaten, tıpkı bugün olduğu gibi.
Bayan Hampton’ın müşteriyle ilgilenmemi beklemesine rağmen arkamı döndüm ve restoranın arkasına koştum. Kendimi tuvalete attım ve kapıyı kilitledim.
Oraya gidemezdim. Kanunlar o adamın yanına yaklaşmamı engellemişti.
Of, neden burada olmak zorundaydı ki?
Brenton Maslow neden burada olmak zorundaydı?