
Kafeteryaya doğru yürürken arka cebimdeki telefonun titrediğini hissettim. Muhtemelen Drew bir kızla takıldığı ve geç kalacağı için ona da yemek almamı isteyecekti.
Ekranda Jake’in adını görünce şaşırdım.
“N’aber kanka?” diye açtım.
“Selam Andy,” deyip duraksadı. “Dostum, şu an üstünde ince, yazlık bir ceket mi var? Gri-mavi arası bir renk? Üstünde de koyu kot pantolon?”
Yürümeyi bırakıp üstüme baktım.
“Ah... Evet. Medyum falan mı oldun oğlum? Nasıl bildin?”
Kıkırdayarak, “Ayağında da kırmızı bağcıklı siyah bir converse var, değil mi?” diye sorarken omzumda bir el hissettim. Dönüp bakınca telefonu kulağından çekmeden gülen Jake’i gördüm.
Jake’i iterek, “Piç!” diye güldüm ve sonra onu sıkıca kucaklamak için kendime çektim. “Ne yapıyorsun sen burada?”
Sırıtarak, “Ben, o herkesin bahsettiği yakışıklı yeni öğrenciyim,” dedi.
“Frankenstein'ın laboratuvarından kaçan birileri olduğunu duydum ama yakışıklı öğrenciye dair bir şey duymadım.”
Jake bir an yalandan somurtup sonra sırıtmaya başladı. “Siktir Andy! Neyse, ben George'la öğle yemeği için buluşacağım. Gelir misin?”
“Aa, George da mı bu okulda? Alt sınıflarda olsa gerek çünkü George adlı son sınıf öğrencisi tanımıyorum.”
Jake garip garip yüzüme baktı.
“Hadi, tanışalım bakalım şu çocukla.”
Kalabalık, gürültülü kafeteryaya girerken Jake etrafa bakındı.
Arka tarafa işaret ederek, “Şurada,” dedi. Tek görebildiğim, tek başına oturmuş telefonuna bakan sürtük Gina’ydı.
İştahlı iştahlı yemek yiyen öğrenci sürüsünün yanından geçip Gina’ya doğru ilerledik. Yakınındaki diğer masalara baktım, hepsinin adını biliyordum ama aralarında George adlı kimse yoktu.
Jake, “George!” diye seslenirken el salladı.
Gina başını kaldırıp kocaman gülümsedi.
“Jakey!” diye bağırdıktan sonra yanında beni fark edince yüzü düştü. “Bunun seninle ne işi var?”
Jake otururken, “Bu benim arkadaşım, Andy,” diyerek beni de yanına oturttu. Gina yüzünü buruşturarak Jake’e baktı.
Başımı sallayarak, “George erkek değil miydi? Senin kankan Gina Evans mı?” diye sordum. Kamptayken Jake'e Gina hakkında söylediğim şeyleri hatırladım.
Jake bir Gina’ya bir bana bakarak, “Bir dakika, bir dakika... Yani bu sürtükler kraliçesi Gina, bu da erkek orospusu AJ mi?” diyerek kıkırdamaya başladı.
Gina ağzını açtı, belli ki Jake’i bana karşı dolduracak bir şeyler daha söyleyecekti. Neyse ki yüksek sesle bize doğru yaklaşan Drew ve PJ araya girdi.
Gina bize ters ters bakarken ben Jake’i diğer arkadaşlarımla tanıştırdım.
Gina söylenerek, “Neden Jake’e adının Andy olduğunu söyledin?” diye sordu.
Bunu bilmemesine şaşırarak, “Çünkü adım Andy,” dedim.
Sanırım Gina okula biraz geç geldiği ve biz ortaokuldan beri bir arada olduğumuz için bunu bilmiyordu. “Adım Andrew James McGabe. Karışıklık olmasın diye AJ şeklinde kısalttık.”
Drew kendini işaret ederek, “Ben Andrew Robinson,” diye açıkladı. “Bu da Andrew Paul Jones,” diyerek PJ’i işaret etti. “Bir sınıfta üç tane Andrew olunca kafa karışıklığı olmasın diye isimlerimizi değiştirdik.”
Jake yüksek sesle güldü. “Bunca yıldır kankam George'un erkek olduğunu düşündüğüne inanamıyorum.”
Başımı sallayıp sırıtarak, “Ondan bahsederken “adam, oğlan” falan dediğimde beni düzeltmediğin için olabilir mi acaba?”
Daha çok gülmeye başladı.
Gina oflayarak ayağa kalkıp çantasını alırken, “Gel Jake, okulun dışında yiyelim,” dedi.
Jake omuz silkip bizle tokalaşarak, “Sonra görüşürüz gençler,” dedi.
Gina, Jake’in koluna girip uzaklaşırken PJ sahte bir üzüntüyle başını sallayıp, “Bu kız senden zaten nefret ediyordu, şimdi bir de en yakın arkadaşı için savaşmanız gerekecek,” dedi.
“Daha önceden anlattıklarına bakılırsa gerçekten çok yakınlar. Dikkat et, kalbin kırılabilir dostum.”
“Yok kanka. Jake’in bahsettiği George, Gina’ya hiç de benzemiyor. Nasıl bir sürtük olduğunu fark edince artık onla takılmak istemeyecektir. Jake’in gruptaki yerini şimdiden ayırın siz.”
Jake ertesi gün mesaj atıp okuldan sonra beni Gina’nın evine çağırınca şaşırdım. Babam da kızlarla ilgilenmek üzere evde kaldığı için Jake’in attığı adrese doğru yola koyuldum.
Kankamın yaşlı versiyonu kapıyı açtı. Karşımda kahverengi saçları yer yer beyazlamış, sakallı bir adam duruyordu. Çok tanıdık gelen derin yeşil gözleriyle sırıtarak bana bakıyordu.
“Sen Andy’sin galiba!”
“Merhaba, evet efendim. Tanıştığıma memnun oldum, Bay Nelson,” diyerek elini sıktım.
Bir adım çekilip içeriye girmemi işaret ederken, “Pekâlâ, bana James de,” dedi. “Duyduğuma göre senin de Andy adında iki yakın arkadaşın varmış. Jakey benim en iyi arkadaşımın adının da James olduğunu söylemiş miydi?”
Gülümseyip başımı salladım.
“George'un babası. Ama karışıklık olmasın diye biz ona Jimmy diyoruz, tıpkı sizin yaptığınız gibi.”
Başını merdivenlerden aşağıya uzatan Jake, “Baba! Arkadaşımı rahat bırak da yukarı gelsin,” diye söylendi. Uzun saçları yüzüne dökülüyordu.
Babası Jake’e doğru parmağını sallayıp kıkırdadı. Jake'in rahat kişiliğini kimden aldığını o an anladım.
Jake'in sallanarak önünde beklediği, kapısı kapalı odaya doğru yürüdüm.
“Benim odam hemen şurada. George'un banyodan çıkmasını bekliyorum. Umarım ben altıma işemeden çıkar,” diyerek kapıyı yumrukladı.
Gülerek, “O kadar detay vermene gerek yoktu kanka,” deyip odasının kapısını açarak yatağa yerleştim.
Gina'nın alt katta babasıyla konuştuğunu duyabiliyordum, onu biraz sinir etmeye karar verdim. Jake'in odasının hemen yanındaki kapıyı açıp Gina’nın yatak odasına girdim.
Odası hiç de beklediğim gibi değildi. Her tarafı pembe eşyalarla döşenmiş bir oda ve elbise dolu kocaman bir gömme dolap görmeyi beklemiştim.
Deniz mavisine boyanmış duvarlar pek görünmüyordu, çünkü her yerde posterler ve çerçeveli resimler asılıydı. İncelemek için yaklaştım.
Duvarlardan biri, ünlü patencilerin ve BMX sürücülerinin imzalı fotoğraflarıyla doluydu. Yatağının arkasındaki duvar da yıllar içinde Jake’le çektikleri fotoğraflar ile aile fotoğrafları kaplıydı.
Çok farklı görünüyordu; mutluydu. Diğer iki duvar müzisyen posterleriyle doldurulmuştu. Leonard Cohen, Tom Waits ve Bob Dylan'ı tanıdım. Hiç de öyle diğer amigo kızlarla dinledikleri saçma pop şarkıcılarının posterleri yoktu.
Başımı çevirip bakınca Gina'nın kapıda durmuş, öfkeyle bana baktığını gördüm.
Daha doğrusu ben onun Gina olduğu varsaymıştım. Genelde son derece bakımlı görünen saçlarını alelade topuz yapmış, kalın siyah çerçeveli bir gözlük takmıştı.
Yüzünde normalde yaptığı gibi makyaj olmadığı için porselen cildini net şekilde görebiliyordum.
Hatlarını belli eden dar kıyafetlerin yerine bol bir eşofman altı ile eski püskü bir Pixies tişörtü giymişti. Bir gürültü duyduktan sonra Jake şaşkın bir ifadeyle Gina’nın arkasında belirdi.
Sırıtarak, “Ben... Şey... Banyodan dönerken yolumu şaşırmışım da,” deyip yanından geçtim. “Bu arada, güzel külotlar,” dedim. Kapıyı arkamdan çarparken ne kadar öfkelendiğini hissedebiliyordum.
Jake’le birlikte odasına girerken, “Dostum Gina’yı kızdırma. Sen eve döndükten sonra onunla uğraşan yine ben olacağım,” diyerek hafifçe omuz attı.
Oyun konsolunu alıp yatağa otururken, “Kusura bakma kanka, yakın arkadaşın olduğunu biliyorum ama o kız tam bir sürtük,” dedim.
Jake elini beline koyup kızgın kızgın bana bakarak, “Andy, en yakın arkadaşım hakkında kötü konuşup kendini dövdürtme bana,” dedi.
Jake’i daha önce hiç böyle görmemiştim, sadece futbol oynarken ciddileşirdi.
“Sakin ol, dostum. Tamam özür dilerim. Artık Gina’dan bahsetmek yok, erkek erkeğe eğleniyoruz sadece.”
Anında sakinleşen Jake’in yüzüne kocaman bir gülümseme yayıldı. “Aynen öyle!” diye haykırıp diğer oyun konsolunu kaptı.
Ben bir kez daha kazanıp bayrağı kapınca Jake, “Şerefsiz!” diyerek konsolu bir kenara fırlattı.
Kapının oradan bir kıkırdama sesi duyunca arkamı döndüm. Gina kapıya yaslanmış, kollarını göğsünde kavuşturmuş orada duruyordu.
Jake’in bir kenara fırlattığı oyun konsolunu alıp Gina’ya uzatarak, “Daha iyi olduğunu düşünüyorsan gel bakalım,” dedim. “Gel, tüm derslerde olduğu gibi bunda da ağzının payını vereyim.”
Jake “Oooo…” şeklinde tezahürat edip el çırptı.
“Pekâlâ, gelelim bakalım,” deyip sinsi sinsi gülümseyerek yanıma oturdu. Bağdaş kurduğu için dizi hafifçe uyluğuma değiyordu.
Gina, Jake'in canlı yorumları eşliğinde oynadığımız oyunu önde götürüyordu.
Oyun bitince konsolu hışımla fırlattım.
“Fazla mı iyiydim acaba?”
Jake Gina’ya sarılıp kaldırırken, “Evet!” diye haykırdı. Gina kendisini yere bırakması için ciyaklayana kadar onu havada döndürdü.
Eğilen gözlüğünü düzgünce takmaya çalışırken sırıtarak Jake’e baktığını görünce gülümsemeden edemedim. Jake, “George da fenaymış ha,” dedi.
Gina’yla aynı anda “Salak,” dedik. Biz birbirimize bakarken Jake bir kahkaha patlattı. Gina’nın yanakları hafifçe kızarmıştı, topuzundan çıkan saçlar yüzüne dökülüyordu.
O düşünce de nereden çıkmıştı? Bu kız bir numaralı sürtüktü, alaycı bir laf etmediği tek bir gün bile yoktu. Kendini herkesten üstün görürdü.
“Aman neyse… Ezik,” deyip arkasını dönerek odadan çıktı. Kendi odasına girip kapıyı çarparak kapattığını duydum.
İmkânsızı başarıp Koç Johnson’ı Jake’e bir şans vermesi konusunda ikna etmiştim.
Her zamanki şekilde, tek vücutmuş gibi oynuyorduk. Ben topu kapıp ona atıyordum, o da yakalayıp çita gibi koşuyordu.
Koçun aramızdaki uyumdan etkilendiği belliydi. Kendisini atıp Jake’i alacağını anlamış olacak ki Tony’nin omuzları düşmüştü.
Mola sırasında amigo kızların bizi izlediğini fark ettim. Jake'e bakınca üstsüz şekilde, koca bir şişe suyu kafaya diktiğini fark edip güldüm.
Kızların olduğu yöne doğru bakıp, “Dostum ortalığı yıkıp geçtin ya,” deyince bana dönerken suyun bir kısmını istemsizce püskürttü.
“Oo! Aklıma kötü kötü şeyler geliyor,” dedi gülerek. “Ama maalesef orası bana yasak; George beni arkadaşları konusunda uyardı.”
“Ne saçma şey! Eğer futbol oynuyorsan, maç sonrası partilere gidersin. Orada da amigo kızlarla yatarsın. Gina tenezzül edip partilere gelseydi bunu bilirdi.”
Jake kaşlarını çatıp başını sallayarak, “Gina’yı rahat bırak, dostum,” dedi.
Sahanın diğer ucuna bakınca, Gina'nın, Jake’le göz banyosu sarışın kankalarını bırakıp bir hışımla soyunma odasına yöneldiğini gördüm.
“Sen kaybedersin dostum. Bu sarışın zombilerle pek sohbet edilmiyor ama ağızlarını başka işlerde iyi kullanırlar, anlarsın ya…” dedim. Kıkırdayan Jake sırıtmaya başladı.
“Sarışın zombi, ha?”
Arabama doğru giderken birinin “AJ!” diye seslendiğini duydum. Arkamı döndüğümde Macy ile en az onun kadar sürtük olan Gina bana doğru geliyordu.
Çantamı arka koltuğa atarken, “Ne var Macy?” diye sordum.
Ağırlığını tek bacağına verip kalçasını iyice öne çıkardı. Gözlerini kocaman açıp öne doğru eğilerek, “Şu yeni gelen eleman Jake'le arkadaşsın, değil mi?” diye sordu.
Tanrım! Çekici bulduğumuzu sandıkları şeyler yapmaya çalışmalarından nefret ediyordum.
Şimdiden sıkılmış bir şekilde, “Evet,” diye cevap verdim.
“Güzeeel… Bence çok tatlı bir çocuk ama Gina bana numarasını vermeyi ya da evinin nerede olduğunu söylemeyi reddediyor. Bunları bilecek kadar iyi tanıştıklarını biliyorum.”
Başımı hafifçe eğdim. Tanrım! Gina, başına üşüşmesinler diye Jake’in kim olduğunu kızlara söylememişti. Benim de çenemi tutmaya hiç niyetim yoktu.
Şaşırmış gibi yapmaya çalışarak, “Aa, sana aynı evde yaşadıklarını söylemedi mi?” diye sordum.
Macy kaşlarını çatarak, “Ciddi misin?” dedikten sonra arkasını dönerek uzaklaşırken bir an durup yine bana doğru ilerledi. “Şey… Sen Gina’nın evini biliyor musun?” diye sordu. Utanmış görünüyordu.
Bu sefer gerçekten şaşırarak, “Çok iyi arkadaş olduğunuzu sanıyordum,” dedim. “Hiç öyle seksi pijama partileri falan yapmadınız mı?” diye sordum.
Bunun ne kadar garip olduğunu hiç düşünmemiş gibi omuz silkerek, “Hep başkalarının evinde buluşuruz. Hiçbirimiz Gina’ya gitmedik,” dedi.
“Anladım. Evet, tabii ki evini biliyorum. Ama belki Gina’nın evinin yerini insanlara söylememesinin bir sebebi vardır,” dedim. Macy gözlerini kısarak yüzüme baktı.
Yaklaşıp eğilerek, “Şu adresi ver artık, McGabe,” dedi. Dudakları neredeyse kulağıma değecek kadar sokulup, “Hem belki Robyn’le birlikte geçen seneki gibi üçlü yaparız,” diye ekledi.
İki kızın önümdeki yatakta kıvrandığını hayal ettim, bu üçlü seks falan değildi. Bana göre güreş gibi bir şeydi ama çok da umurumda değildi açıkçası. O gece, şu oral seks sırasında kusma olayının yaşandığı meşhur geceydi.
Macy’yi itip cipime binerken, “Pekâlâ... Yok ben almayayım tatlım,” dedim. Park yerinden çıkarken Macy'nin hâlâ surat asarak orada durduğunu görebiliyordum.