S. L. Adams
BRIGGS
“Hastaneye gitmeden önce bir şeyler atıştırmak ister misin?”
Layla başını pencereden bana çevirdiğinde sevimli yüzündeki şaşkınlığı fark ettim. “Seninle hastaneye mi geleceğim?”
“Gelmek istemez misin?”
“Bebekleri elbette görmek isterim,” dedi. “Ama beni ziyaretçi listesinden çıkarttırdığını sanıyordum.”
“Hastaneyi arayıp giriş kartını yeniden aktifleştirmelerini söyledim.”
“Teşekkür ederim,” diye fısıldadı.
“Rica ederim,” diye fısıldayıp uzanarak elini sıktım.
Ona dokunmayı kessem iyi olacaktı ama yine de kendimi tutamıyordum. Yumuşak sıcak teni âdeta bağımlılık yapıyordu.
Kafamdaki düşüncelerin başıma bela açacağı belliydi. Layla benim çalışanım, yeni doğan üçüzlerimin dadısıydı. Kendi uçkurumdan çok çocuklarımın ona ihtiyacı olduğunu göz önünde bulundurmalıydım.
Ama öncesinde, onun yanındayken pantolonumun içinde sürekli sertleşen penisime laf anlatmam gerekiyordu.
“Restorana nasıl gideceksin?” diye sordu. “Magazin seni yakalamaz mı?”
“Benim restoranıma gidersek yakalamaz. Arka kapıdan girip özel yemek odasında yiyebiliriz.” Telefonumu çıkarıp şef garsonuma mesaj attım.
“Üzerimdekiler şık bir restoran için pek uygun değil,” dedi.
“Westinghouse abartılı bir mekân değil,” diyerek kıkırdadım. “Orası bir bar.”
“On iki dolara bira ve yirmi beş dolara burger satan bir bar.”
“Yoksa Google’dan menüme mi baktın?”
Telefonunu çantasına geri koyarken, “Hayır,” diye mırıldandı.
“Baktın!”
“Bakmadım!” diye bağırıp tekrar pencereye döndü.
“O zaman telefonuna bakayım.”
“Hayır,” diye kıkırdayıp çantasını iyice kendine çekti.
“O çantayı elinden iki saniyede kapabilirim,” diyerek takıldım.
“Gaspçılar gibi konuştun.”
Başımı arkaya atarak uzun zamandır gülmediğim kadar çok güldüm.
Yıpranmış el çantasını sıkıca kavrarken, “Bir kadının çantasını onun izni olmadan asla kurcalamamalısın,” diye uyardı.
“Sadece takılıyordum,” dedim. “Çantanı asla kurcalamayacağıma söz veriyorum.”
***
Layla elindeki menüyü masaya bırakarak, “Benim yerime sipariş verebilir misin?” diye rica etti. “Menüdekilerin yarısının ne olduğunu bile bilmiyorum.”
“Şef olmak istiyorsan öğrenmelisin.”
“Ne zaman böyle bir şey söyledim?”
Su bardağımı alırken, “Söylemene gerek kalmadı,” dedim. “Mutfağımdayken bunu gözlerinde gördüm.”
“Yemek yapmayı seviyorum. Ama bu ille de şef olmak istediğim anlamına gelmiyor.”
“Haklısın,” dedim. “Ama yine de istediğini biliyorum.”
“Belki,” diye mırıldandı. “Ama gastronomi okuluna gidecek kadar param yok.”
“Tüm şefler gastronomi okuyacak diye bir şey yok.”
Uzun ince parmaklarına bakarak sessizce, “Hayatım bu ara biraz karmaşık Briggs,” dedi. Bu eller manikür ve güzel mücevherlerle harika görünebilirdi.
O senin çocuklarının dadısı, Briggs. Kız arkadaşın değil, kendine gel.
Hoş, sevgililik müessesesiyle ilgili de bir şey bildiğim yoktu. Sadece birkaç ilişkim olmuştu. Ama hepsi alelade, biteceği garanti ilişkilerdi. Bir kadına hiç mücevher almamıştım. Hiç.
“Hayatın neden karışık?”
“Bunu gerçekten soruyor musun?”
Başımı eğip karşımdaki kıza gülümseyerek, “Genç ve sağlıklısın,” dedim. “Ve inanılmaz seksi bir hokey oyuncusundan dadı olarak çalışmak üzere harika bir iş teklifi aldın.”
Utangaç bir tavırla gülümseyerek, “Doğru,” dedi.
“Restoran zincirine sahip inanılmaz bir hokey oyuncusu.”
“Benim için yaptığın her şeye minnettarım Briggs,” dedi. “Ama tek seferde tek bir konuya odaklanmam gerekiyor. O tek konu da şu anda üç yeğenim. Onlar benim için tam zamanlı bir iş olacak.”
Kıkırdayarak, “Bunun farkındayım,” dedim. “Tam da bu yüzden iki dadı tuttum.”
“Diğer dadı nasıl biri?”
“İnanılmaz biri. Hiç Mary Poppins izledin mi?”
Gülerek, “Herhâlde,” dedi.
“İşte dadı Mary.”
“Ne?”
“Gerçek adı Mary; ayrıca Mary Poppins gibi giyiniyor ve ona benziyor.”
“Daha neler!”
“Gerçekten öyle,” dedim. “Bekle ve gör.”
“Peki bu kadın kaç yaşında?”
“Mary elli beş yaşında.”
“Elli beş mi?”
“Ne olmuş?”
“O kadın yaşlı!”
“Yaşlı değil,” dedim. “Ayrıca işinde oldukça iyi. İngiltere’de seçkin bir aile için çalışmış.”
“Benimle dalga geçiyorsun,” diyerek güldü. “Zaten gerçek Mary Poppins daha genç bir kadındı.”
Tanrım, kahkahasının sesine bayılıyordum. Ve o gülüşüne. Çok sık gülümsemese de bir güldüğünde tüm odayı aydınlatıyordu.
Tanrı aşkına, Briggs. Kendine gel.
Toplarımın aşağıda olduğundan emin olmak için masa örtüsünün altına uzandım. İkisi de yerindeydi. Sertleşen penisimin hemen altında. Bu berbat bir fikirdi. Ona fikrimi değiştirdiğimi söylemeliydim.
Ona biraz para ver ve bir evle iş bulmasına yardım et. Benden uzakta bir yerde.
“Sana yalan söylemem,” dedim. “Onunla tanıştığında kendin sorabilirsin.”
Alaycı bir tavırla gülerek, “Yaşlı bir kadın üçüzlerle bir geceyi nasıl atlatabilir?” diye sordu. “Kaldı ki bebekler ayaklandığında onları zapt edemez.”
“Onunla tanışana kadar bekle. Yaşlı bir kadına nazaran oldukça dinçtir. Ona ayak uydurmakta zorlanabilirsin.”
“Tabii.”
“Onu seveceksin,” diyerek söz verdim.
***
“Hamburgerin tadına bakabildin mi bari?” diye sordum.
Peçetesinin ardından gülümsedi. “Hayatımda yediğin en iyi burgerdi.”
Ağzım yırtılacakmış gibi hissediyordum. Acaba en son ne zaman bir gün içinde bu kadar çok gülümsemiş ve gülmüştüm?
Yemek yemekten çekinmeyen kadınlarda canlandırıcı ve şaşırtıcı derecede çekici bir şey vardı. Layla yemeğini sanki günlerdir hiçbir şey yememiş gibi yemişti.
Yine de yetersiz beslenmiş gibi durmuyordu. Uzun boylu ve zayıf olmasına rağmen sağlıklı görünüyordu. Zaten restoranda çalışan insanlar asla aç kalmazdı. Her zaman yenecek yemek artıkları olurdu. Lokantalarda bile.
“Kobe eti en iyisidir,” dedim.
“Bir insan bunu yedikten sonra bir daha nasıl sıradan biftek yiyebilir?”
“Bilmiyorum,” diyerek omuzlarımı silktim.
“Ayrıca şu peynir…”
“Gravyer.”
“Parmaklarımızı grav-yedik!”
Garson tabaklarımızı toplarken onun şakasına kıkırdadı. Blaine buradaki uzun süreli çalışanlardandı.
Tüm çalışanlarım gizlilik anlaşması imzalardı ama ben öğle yemeğine çıkardığım kişiyle ilgili bir hikâyeyi magazin basınına sızdırmayacağına güvendiğim birinin bize hizmet etmesini istemiştim.
Paparazziler ünlü olduğumdan beri hiç yakamı bırakmamıştı ama üçüz hikâyesi patlak verdiğinden beri tam olarak acımasız akbabalara dönüşmüşlerdi.
“Layla işe aldığım dadılardan biri,” diye açıkladım.
Blaine hayran bakışlarıyla Layla’nın göğüslerine bakarken, “Tanıştığıma çok memnun oldum Layla,” dedi. Layla bakışlarını fark ettiyse de garsonum onunla flört etmeye devam ederken hiç çaktırmadı.
Ciddi misin adamım? Bu kız senin kızın olacak yaşta.
Peki, tamam. Ben ikiyüzlünün tekiyim. Ama Blaine de zamparanın tekiydi. Layla onu sadece seks için kullanıp bir kenara atacak heriften çok daha iyisini hak ediyordu.
Evet, kabul. Ben de eskiden aynısını yapıyordum.
Ama artık yapmıyordum. Hatta neredeyse hiç takılmıyordum. Takıldığım zamanlarda da sadece tanıdığım kadınlarla oluyordum. Üç yıldır taşıdığım Kanada’nın en gözde bekârı unvanımı elimden almaya çalışmayan kadınlarla.
Yine de şu an sorulsa, bu unvanımdan memnuniyetle vazgeçebilirdim.
Kıskançlık benim için tanıdık bir duygu olmasa da damarlarımda bir çağlayan gibi yükseldiğinde onu hemen tanıdım. Boğazımı temizledim. Sert bir tonda, “Teşekkürler Blaine,” dedim.
“Ah, vazifemiz Bay Westinghouse,” diye kekeledikten sonra kirli tabaklarımızı alarak telaşla uzaklaştı.
Layla peçetesiyle oynarken kızarmış yanaklarıyla masaya bakıyordu.
“Tatlı ister misin?” diye sordum.
Usulca, “Hayır, teşekkür ederim,” dedi. “Tıka basa doydum.”
“O zaman Vlad’e mesaj atıp hazır olduğumuzu haber vereyim.”
***
Bernice, “Layla!” diye bağırıp dadımı kendine çekerek sarıldı. “Seni artık buralarda göremeyeceğimi sanıyordum.”
Layla, “İşler değişti,” diye açıkladı. “Bay Westinghouse beni çocuklarının dadısı olarak işe aldı. Harika değil mi?”
Bernice, Layla’nın omzunun üzerinden gözlerini bana dikerek, “Vay canına!” diye bağırdı. “Harika haber.”
Layla sevinçle, “Evet,” dedi. “Yeğenlerime bakabileceğim.”
Bernice, “Ben de tam öğrencilerimi toplayıp bebekleri doyurmak üzereydim,” dedi. “Ama ikiniz burada olduğunuza göre sanırım halledebilirsiniz.”
Layla paltosunu omuzlarından heyecanla çıkarırken, “Süper!” dedi. Dolaba gidip bebek maması kutularını çıkardı. Anlaşılan bebekleri ilk defa beslemeyecekti.
Bernice, “Yardıma ihtiyacın var mı Layla?” diye sordu.
Layla mamayı küçük ve dar biberonlara doldurup uçlarını takarken, “Hayır,” dedi.
“Tamam canım. Ben kahve içmeye gidiyorum. Ama bir şeye ihtiyacın olursa telefonum açık.”
Hemşirenin geçmesine izin vermek için kenara çekildim. Bana ters ters baktıktan sonra kapıdan çıkıp kapıyı arkasından kapattı.
Bu da neydi şimdi? Önceki gün de bana karşı pek sıcak davranmamıştı. Yine de Layla’ya karşı epey korumacı yaklaşıyordu. Yoksa bu yüzden mi benden hoşlanmıyordu? Layla’ya zarar verebileceğimi düşündüğü için mi?
Ama yanılıyordu. Layla’yla tanışalı daha bir gün olsa da içimde ona karşı yoğun bir koruma güdüsü hissediyordum. Onun benden korunmasına gerek yoktu.
Layla köşedeki sallanan sandalyeyi göstererek, “Otursana!” diye emretti.
“Onları beslemeye hazır mıyım emin değilim,” dedim.
Ellerini kalçasına koyup hazır olsam da olmasam da bunu yapacağımı söyleyen bir ses tonuyla, “Briggs,” dedi.
Ceketimi çıkarıp sallanan sandalyenin arkasına astım. Ne zamandan beri çalışanlarımdan emin alıyordum?
“Önce ellerini yıka,” dedi.
“Emredersiniz hanımefendi.”
“Hangisini doyurmak istersin?”
Gülerek, “Şey, bilmiyorum,” dedim. “Sen seç.”
Beşikteki bebeklerden birini kucağına alıp, ben ellerimi kurulayarak sandalyeye otururken bekledi.
Bebek kollarımda minicik görünüyordu. Şu anda hepsi iki kilonun üzerindeydi. Bir tanesi iki buçuk kiloya yaklaşıyordu. Ama tam zamanında doğan bebeklere kıyasla hâlâ çok küçüklerdi.
Layla eğilip biberonun ucunu oğlumun ağzına götürerek kenarını hafifçe sürttü. Enfes göğüsleri yüzümden yalnızca birkaç santim uzaklıktayken onun mis kokusunu içime çektim.
Yılın babası olmadığıma şüphe yoktu. Bebeğim kucağımdayken genç bir kızın göğüslerini kesmek benim için bile yepyeni bir çapkınlık seviyesiydi.
Hadi ama!
Layla zayıf olduğu için dolgun göğüsleri vücudunda devasa görünüyordu. Ayrıca burnumun dibinde sallanıyorlardı. Muhteşemlerdi. Dolgun göğüslerinin nefis kıvrımları, V yakalı tişörtünün dekoltesinden davetkâr bir çizgi halinde iniyordu.
Oğlumun biberonunu emme sesiyle uygunsuz düşüncelerimden uzaklaştım. Bu küçük adamın biberonun ucuna sıkıca yapışmış ağzına, kapalı gözlerine ve kenetlenmiş parmaklarına baktım.
O anda içgüdülerim devreye girdi. Parmağımı eline götürdüğümde, minik parmaklarını serçe parmağımın etrafına dolayınca yüreğim sevgiyle kabardı.
Layla, “Aferin George,” diye fısıldadı.
“Az önce ona George mudedin?”
Bana sırtını dönüp diğer bebeğe uzandı. “Onlara takma isimler koydum,” dedi. “Hatırlamayacaklarını biliyorum. Ama Shelly onlara isim vermeye zahmet etmedi. Altı haftalık oldular. Hâlâ isimlerinin olmaması doğru değil.”
“Sinirlemedim,” dedim. “Sadece şaşırdım.”
Bebeklerden birini kucağına aldıktan sonra diğer sallanan sandalyeye oturup biberonu içmesi için sessizce fısıldayarak onu teşvik etti.
“Peki onun adı ne?”
Başını kaldırmadan, “Harris,” dedi.
“Ya şuradaki uykucu. Onun adı ne?”
“Jerome.”
Düşüncelere dalarak, “George, Harris ve Jerome,” dedim. “Layla?”
“Efendim?”
“Çocuklarıma Teknede Üç Adam’ın adını mı verdin?”
Şaşkınlıktan bir karış açılmış ağzıyla başını kaldırıp bana baktı. “Bunu nereden biliyorsun?”
“Sonuçta okul okudum.”
“Ben de öyle,” diye fısıldadı. “Lisedeyken okumuştum. Kütüphanede yıpranmış bir eski kopyası vardı. O kitabı alan tek kişi bendim. Mezun olurken kütüphane çalışanına kitabı alıp alamayacağımı sordum.”
“Kadın kitabın sende kalmasına izin verdi mi?”
“Erkekti,” diye düzeltti. “Ve hayır. İstersem parasını ödemem gerektiğini söyledi. Satın alacak param da yoktu.”
“Yazarın kitabın bazı bölümlerindeki ciddiyeti bozmak için mizaha başvurmasına bayılıyorum,” dedim. “İç karartıcı şeyler okumaktan nefret ederim. Bu kitap çok komik.”
İç burukluğuyla gülümseyerek, “Biliyorum,” dedi. “Eskiden geceleri odamda uzanır, aynı bölümleri tekrar tekrar okurken gülerdim.”
Boş biberonu kaldırarak, “George doydu,” dedim.
“Jerome’u doyurmak ister misin?”
“Elbette.” Ayağa kalkıp beşiğe doğru yürüdüm.
“Onu kundaklamalısın,” dedi. “Yoksa kısa sürede tekrar uyanır.”
“Peki. Bunu nasıl yapacağım?”
Bir battaniyeyi düzeltip oğlumu onunla sarmaladıktan sonra bana uzatmasını seyrettim.
“Tüm bunları nereden öğrendin?”
“Bernice’den.”
Ben Jerome’un karnını doyururken sessizlik içinde oturduk.
“Sanırım onları muhafaza etmek istiyorum,” dedim.
Gergin bir kıkırdamayla, “Ben de öyle umuyordum,” dedi. “Zaten tüm velayeti almayı kabul ettin.”
“İsimlerini kastetmiştim. Onlara verdiğin isimleri muhafaza etmek istiyorum.”