Alfa'nın Misafiri - Kitap kapağı

Alfa'nın Misafiri

Michelle Torlot

Ash’in Hediyesi

GEORGIE

Tek duyabildiğim monitörden odaya yayılan bip sesiydi. Bu ses beni çılgına çeviriyordu. Gözlerimi açtım ve monitöre baktım. Geçen sefer uyandığımda, kolumu bile kaldıracak kadar mecalim yoktu.

Hala zayıf hissediyordum, ama tüm bu kabloların ve tüplerin vücuduma bağlı olması beni huzursuz ediyordu. Bu insanlara, ki onlara insan denebilirse, hiç güvenmiyordum.

Muhtemelen beni zehirlemeye çalışıyorlardı. Belki de bu yüzden kendimi çok zayıf hissediyordum.

En azından o burada değildi. Alfa. En az güvendiğim kişi oydu. Beni ve Ashi’i manipüle ediyordu. Ash’e ne yapmışlardı? Burada güvenebildiğim tek kişi oydu.

Ne demişlerdi? Düşmanının düşmanı dostundur. Bana zarar verecekleri zaman beni koruyan oydu. Kıyafetlerimi bile almışlardı.

Üzerimdeki dizime kadar uzanan hastane elbisesinin altına elimi soktum ve göğsüme yapıştırdıkları bantları çıkardım.

Ritmik bipleme sesi sürekli olarak ötmeye başlamıştı. Sonra elimin üzerine bağlanan tüpü çıkardım. Kanamaya başladı ama umurumda değildi.

Doktor ve hemşireler telaşla odaya geldiklerinde, ben de yattığım yerde doğrulmaya çabalıyordum.

Hemşirelerden biri panikle “Ne yapıyorsun?” diye bağırdı.

Doktor sakin kaldı.

Ona baktım. “Beni zehirlerken burada öylece yatacağımı mı zannediyorsun?” diyerek tısladım.

Bana baktı ve gözleri bir anda kapkara oldu. Farkına bile varmadan, hemşirelerden ikisi kollarıma sarılmışlardı. Oldukça güçlülerdi ve ne kadar direnmeye çalışsam da ellerinden kurtulamadım.

Doktor elimdeki damar yolunu tekrar açtı, sonra heybetli bir erkek hademe ortaya çıktı.

Hapishanedeki gardiyanlarla aynı boyda görünüyordu, tek fark üzerinde beyaz bir önlük olmasıydı. Her iki bileğime de yumuşak bir kelepçe taktı, sonra da kelepçeyi yatağa bağladı.

“Bunu yapamazsınız!” diye çığlık attım, kelepçeleri çekiştirdim.

Doktor elini kafama koydu. Uzaklaşmaya çalıştım ama çok sıkı tutuyordu.

“Georgie, lütfen sakin ol. Bu senin iyiliğiniz için,” dedi.

Gözyaşlarım yanağımdan akmaya başladı.

“Bırakın gideyim!” diyerek hıçkıra hıçkıra ağladım.

Doktor başını çevirdi ve hademeye baktı.

“Bana sakinleştirici getir,” dedi.

Hademe başını sallayıp odadan çıktı.

“Ash’i görmek istiyorum,” diye bağırdım.

Doktor kaşlarını çattı ve başını salladı. Biraz önce söktüğüm bantları tekrar göğsüme takmaya başlamıştı.

Makineye tekrar bağlandığımda, makine eskisinden çok daha hızlı bipliyordu.

Doktor endişeli görünüyordu ve bip sesinin son travmamdan sonra şiddetle çarpan kalp atış hızımla aynı olduğunu fark ettim.

“Bana Ash’i getir” diye bağırdım, “ya da...” nefesimi tuttum.

Okuldayken, okulu bırakmak zorunda kalmadan önce, iyi bir yüzücüydüm.

Suyun altında nefesimi tutabildiğim sürenin uzunluğu için sertifikalar almıştım. Elbette, nefesimi tutmam kalp atış hızımın yükselmesine neden oluyordu, ben de zaten buna güveniyordum.

Derin bir nefes aldım ve tuttum.

Birkaç saniye sonra monitörden gelen ses şiddetlenmeye başladı. Kalbimin çarptığını ve kanımdaki oksijen miktarı azaldıkça bedenimin çaresizce nefes almak istemesini hissedebiliyordum.

“Georgie!” diye bağırdı doktor. “Buna hemen bir son ver!”

Ona baktım ve kafamı salladım. Ses daha da artmaya başlamıştı. Ses şiddetlendikçe, başım dönüyormuş gibi hissediyordum.

Hademe odaya döndüğünde ona bağırdı.

“Hücrelere git, mahkûm Ash’i al, onu hemen buraya getir!” diye emir verdi.

Doktor sonrasında hemen bana döndü.

“Lütfen Georgie, Ash geliyor; sadece nefes al,” diye yalvardı.

Nefes nefese kalmıştım. Neredeyse kalbimin ağzımda attığını hissedebiliyordum.

Yutkundum ve derin bir nefes daha aldım.

“S— sakın... Bana sakinleştirici vermeyi aklından bile geçirme,” dedim.

Bana sakinleştirici vermedi, ben de tekrar kafa tutmak zorunda kalmadım, nihayetinde buna gerek yoktu.

Bundan kısa bir süre sonra revirin kapısı açıldı. Ash’in kollarına girmiş iki kurt adamı görünce ağzım açık kaldı.

Yüzü mosmor olmuş ve şişmişti. Bileklerinde kelepçeler vardı ama en azından önünde bağlanmışlardı, arkasında değil.

“Beş dakikanız var”, gardiyanlardan biri odadan çıkmadan önce hırladı.

“Sana ne yaptılar?” diye bağırdım.

Ash kafasını salladı. “Hak etmediğim bir şey değildi,” diye fısıldadı. “O canını yakmadı…Değil mi?” diye sordum.

Ellerini yüzüme uzattı ve gözyaşlarımı sildi.

“Sanırım beni zehirliyorlar. Kendimi çok zayıf hissediyorum. Hücrede bu kadar zayıf hissetmiyordum,” diyerek iç geçirdim.

Ash yine başını salladı, “Hayır Georgie. Seni zehirlemiyorlar, aksine iyileştiriyorlar, ama beni bir dinle.” Kimsenin dinlemediğinden emin olmak için duraksadı ve etrafa baktı.

“Buradan çıkmalısın... Fakat şimdi değil, gücünü tam anlamıyla topladığında. Alfa, adı Xavier. Bir eş istiyor.

“19 yaşına geldiğinde, bir koku yaymaya başlayacaksın. Sadece kurt adamların alabildiği bir koku. İnsanlar bazen bir kurt adamın eşi olabilir. Bu yüzden 19 olduğunda burada kalmamalısın. Xavier’in seni eşi yapmasına izin vermemelisin.”

Kaşlarımı çattım. “Zaten benden ve bütün insanlardan nefret ediyor. Peki ya sen?”

Ash kıkırdadı ve başını salladı. “İnsanlardan nefret ettiği yok, ama sen ondan daha iyisini hak ediyorsun, benden de daha iyisini. Yarı insan bir canavara bağlı değil, insanca bir hayat yaşamayı hak ediyorsun!”

Ash’e doğru uzanmayı denedim ama kelepçelerim beni engelledi.

“Sen canavar değilsin Ash. Ailemden sonra bana şefkat gösteren ilk kişi sensin.”

Ash gözlerini devirdi.

“Gerçekten hiçbir şey yapmadım, ama şimdi sana yardım edeceğim. İyileşip gücünü toparladığında, buradan uzaklaşmalısın. En yakındaki diğer kasabaya git. Yaklaşık 80 km uzakta. Buradan bir araba çal.

“Oraya vardığında, tren istasyonuna git, Joe’yu bul. Seni benim yolladığımı muhakkak ilet. Ona ‘Yarım ay kayboldu.’ de. Sana biraz para, adres ve New York bileti verecek. Her şeye yeniden başlayabilirsin.”

Ash elimi tuttu. “Sen iyi bir kızsın Georgie; bir şansı hak ediyorsun.”

Elini sıktım. “Peki ya sen? Sana ne yapacak?”

Ash omuzlarını silkti. “Muhtemelen beni öldürecek, ama büyük olasılıkla halihazırda bunu hak ediyorum.”

Gözlerim doldu ve yanaklarımdan yaşlar akmaya başladı.

“Keşke birlikte kaçabilseydik. Ne yaptığın umurumda değil,” diye ağladım.

Ash dudaklarını yavaşça alnıma götürdü.

“Bilseydin umursardın. Eğer gerçekten kötü bir şey yaptığımı duyarsan, niyetimin aslında kötü bir şey yapmak olmadığını unutma. Sadece istediklerini yapacağına onları inandır, sana güvendiklerinde kaçman daha kolay olacak.”

Başımı salladım. İkimiz de bir şeyler söylemeye fırsat bulamadan gardiyanlar geri döndü ve onu geri götürdüler.

“Her ne yaptıysan, seni affediyorum Ash!” diyerek peşinden seslendim.

Ash bana baktı, zorlama bir şekilde gülümsedi ve sessizce “İyi şanslar,” dedi.

Gözlerim dolduğu için görüşüm bulanıklaşmıştı. Gözyaşlarımı silemediğim için yanaklarımdan süzülüp yastığa akmalarına izin verdim.

Doktor içeri girdi ve yatağın yanında durdu.

“İyi misin Georgie?” diye sessizce sordu.

Onu görmezden gelerek başımı çevirdim ve gözlerimi kapattım.

Ash’in söylediklerini ve onların benden isteyeceklerini yapabileceğim konusunda değildim. Ash’e yaptıklarını gördükten sonra onlara olan güvenim iyice azalmıştı.

Belki beni zehirlemedikleri konusunda haklıydı ama yine de emin değildim. O nasıl bu kadar emin olabiliyordu ki?

Tek yapmak istedikleri beni hizaya getirmekti. Eğer istedikleri buysa, yapacağımı biliyordum.

Ne zaman biri beni kontrol etmeye gelse ya da iyi olup olmadığımı sorsa, kafamı çevirip görmezden gelecektim.

Bana dokunduklarında, tepkisiz kalacak ya da uzaklaşmayacaktım. Bilinçaltımda başka bir yerdeymişim gibi kendimi kandırıp, ona göre davranacaktım.

Zihnimin uzaklaşmasına izin verdim. Bazen, monitörden yayılan ses bana gerçek hayatta neler olduğunu hatırlatırdı.

Diğer zamanlarda, uyuklardım, gençken ve ebeveynlerimin sağlığı yerindeyken daha iyi günlerin hayalini kurardım.

Fazla bir şeyimiz yoktu ama yine de üzerimizdeki güneşle yaz günlerinin tadını çıkarabiliyorduk.

Sonra kabaca uyanırdım, şu anki çıkmazımın farkına varırdım ve gözyaşlarımın tekrar yanaklarımdan aktığını hissederdim.

Bu hoş rüyalardan birinden asıl işkencecimin sesini duyarak sarsıldım. Ash’in uyarısı aklımın bir köşesindeydi. Xavier’in seni eşi yapmasına izin veremezsin.

“Neden ellerini kelepçelediniz?” Alfa Xavier sorguladı.

Gözlerimi açmadım ve başımı onun olmadığı yöne çevirdim. Cevap veren doktorun sesini tanıdım.

“Serumunu ve kalp monitörünü söktü. Onu zehirlediğimizi düşündü...”

Devam etmeden önce birkaç dakika duraksadı, “Sanırım psikolojik olarak kendini kapatıyor. Ondan hiçbir cevap alamadık.”

Birinin iç çektiğini duydum, sanırım alfaydı. Sonra kelepçelerin çıkarıldığını hissettim.

Doktor, “Bunun akıllıca olduğunu sanmıyorum, Alfa,” diye uyardı.

Alnımda hafifçe bir el hissettim.

“Georgie... Gözlerini aç,” dedi Xavier.

Söylediğini duymamış gibi yaptım, kulaklarımı kapattım ve kalp atışıma odaklanarak zihnimi tekrar oradan uzaklaştırmaya çalıştım.

Durduramadığım tek şey gözlerimden akan sessiz gözyaşlarıydı. Ash gittiğinden beri durmamışlardı.

Xavier’in başparmağını yanağımda hissettim.

Xavier, “Serumu ve monitörü çıkarın,” dedi.

“Bundan emin değilim,” diye başladı doktor.

“Çıkar dedim!” Xavier hırladı.

Doktorun serumu söktüğünü sonra elimin üzerindeki damar yolu açtığı hortumları çıkardığını hissettim. Ne kadar zor olsa da hareket etmedim.

Kalp monitörü bantlarını göğsümden çıkarmak için elini hastane önlüğüme götürdüğünde bile tepkisiz kaldım.

Doktor, “Antibiyotiklere günlük enjeksiyonla veya ağızdan alarak devam etmesi ve düzenli beslenmesi gerekecek,” diye tavsiyede bulundu. “Yine de bunun hala akıllıca olduğunu düşünmüyorum,” diye ekledi.

Battaniyeyle birlikte sırtımın altında ve yataktan kaldırılırken bacaklarımın altında iki kolun yerleştirildiğini hissettim.

Normalde, bağırır ya da en azından gözlerimi açardım, ama ikisini de yapmadım. Yoksa bayılmış mıydım? Belki de ama artık umurumda değildi.

Ash’in söyledikleri yüzünden hayatımın bana ait olmadığını fark etmiştim ve onu geri alıp alamayacağım konusunda emin değildim.

Beni kaldıran Xavier’di ve beni hastaneden kucağında çıkardı.

Üzerimdeki elbisenin her yeri açılıyordu. Beni göğsüne sıkıca bastırırken elleri çıplak tenime değiyordu.

Beni nereye götürdüğüyle ilgili hiçbir fikrim yoktu, “Sorun değil, ufaklık; şimdi seninle ilgileneceğim,” diye kulağıma fısıldadı.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok