Galatea logo
Galatea logobyInkitt logo
Sınırsız Erişim Edin
Kategoriler
Oturum aç
  • Home
  • Kategoriler
  • Listeler
  • Oturum aç
  • Sınırsız Erişim Edin
  • Destek
Galatea Logo
ListelerDestek
Kurtadamlar
Mafya
Milyarderler
Toksik Aşk
Slow Burn
Düşmandan Sevgiliye
Paranormal ve Fantezi
Ateşli
Spor
Kolej
İkinci Şans
Tüm Kategorileri Gör
App Store'da 4,6 puanlı
Hizmet ŞartlarıGizlilikBaskı
/images/icons/facebook.svg/images/icons/instagram.svg/images/icons/tiktok.svg
Cover image for İyilik Meleği A.Ş.:Kristal Komutan

İyilik Meleği A.Ş.:Kristal Komutan

Bölüm 4

Charlie

Hızla gözlerimi kapatıp açarken sola doğru tökezledim.

Sesler beynimin içinde yankılanırken, damarlarımdaki adrenalin hızla yükseliyordu.

“Gerçek dışı,” deyip, etrafımdaki karanlık şehri algılamaya çalışırken nefes aldım. Önümde yükselen binalara bakarken kalbim hızlanıyordu. Her santimimi kaplayan uzun, koyu renk bir pelerinin içindeydim.

Etrafa bakındım ve arkamdaki treni fark ettim, trenden yükselen büyük buhar bulutları karanlık, kötü niyetli ruhlar gibi karanlık gökyüzüne akıyordu.

Tren çok korkunç, devasa ve endüstriyeldi, bakır metali sokak lambalarının ışıkları altında parlıyordu.

Derin bir nefes al Charlie.

Bunu iş sende kızım.

Kendimi bir film setinde ya da zamanda yolculuk ediyormuş gibi hissediyordum. Ama bu okulda öğrendiğim ya da okuduğum İngiliz tarihi gibi değildi.

Binalarda büyük saatler ve her şeyde parlak metal görüyordum. Atmosferin farklı olması dışında, New York şehir merkezindeymişim gibi hissediyordum.

Aşağı bakınca zeminin hayal ettiğim gibi parke taşı olmadığını, farklı metallerin karışımı olduğunu gördüm. Çok güzeldi, yüzeyden ay ışığı yansıyordu.

Dolly yanımdan robotik sesiyle, “Aziz Uspolia’dayız,” dedi, yosun rengi gözleri bana parlarken, neredeyse yerimden sıçramıştım.

Etrafımda dönen silindir şapkalı ve uzun bastonlu insanları görünce, “Bu çok garip,” dedim.

“Burası merkezdeki Bakır Şehri olarak bilinir. Aziz Uspolia, Louis Bagstock tarafından ustaca inşa edilmiştir. Bence çok seksi. Kafası çalışan adamları severim.” Beni incelerken metal kafasını eğdi.

“Solgun görünüyorsun, durup bir yerlerde içki içmek ister misin? Lezzetli likörlerin olduğu harika bir yer biliyorum,” deyip duraksadı. “Bu görevi kazanmam gerek Charlie, ama beni dinlemelisin. İşleri benim yöntemimle yapmalısın. Ben deneyimli bir ajanım.”

Yutkundum ve tepeden ona baktım. “O zaman neden lisansını kaybettin? Ve neden ilaç alıyorsun?”

“Hükümdar başka bir kıza âşık olduktan sonra bir evi ateşe vermeye kalktım.” Omuzlarını silkti. “Ayrıca kızın saçını uykusunda kılıçla kestim. Sadece gözüm kararmıştı,” dedi tatlı bir şekilde. “Artık çok daha iyiyim.”

“Ve tekrar çalışmaya hazır mısın? Ayrıca sana güvenmeli miyim?” diye sordum gözlerimi devirerek, onun çılgın saçını ve büyük gözlerini hatırlayarak.

Bakır elini beline koydu. “Küçük Charlie, erkekler hakkında çok şey biliyorum. Ve eğer dediklerimi yaparsan, bu Louis denen adamın bize karşı bir şansı kalmayacak. Elbette yeni büyük memelerine karşı da!” dedi ve ellerini çırptı, küçük bir çınlama sesi etrafa yayıldı.

“Şşşş!” diye tısladım. Kendi kendime küfrettim, bunları yaptırmamam gerektiğini düşünmeye başlamıştım.

Onları isteyen eski bendim, ama düzgün bir adam göğsümün büyüklüğünü umursamazdı. İçimde Louis’i çok seveceğime dair bir his vardı, bu benim için güzel bir değişiklik olacaktı.

“Ciddiye alınmak istiyorum Dolly, sadece başka bir ateşli vücuttan ibaret olma niyetinde değilim. Bunu önceden deneyimledim ve yaşadım, seks tek başına hiçbir işe yaramıyor.”

Bana baktığında sinirlerinin bozulduğunu hissedebiliyordum.

Ben de söylediklerimden çok hoşlanmamıştım.

“Pierce’ın beni neden seninle eşleştirdiğini şimdi anlıyorum.”

“Ah, öyle mi? Harika,” dedim ve körkütük sarhoş halde trene doğru tökezleyen adama baktım. Adamın ayakta durmaya çalışmasını izlediğim adam yere yığılmıştı bile. Ah.

İşte o an daha önce fark etmediğim bir şey fark ettim. Öksürmeleri, boğazlarını temizleyen insanları, solumda öfkeli bağırışları, at arabalarını ve buharlı arabalara karışan kuduz bir köpeğin havlamasını duydum.

Sağır edici derecede bir gürültüydü. Aceleyle gidecek yerleri olan bir sürü insan vardı.

Gözlerim uzun pelerinli ve abartılı şapkaları kadınlara ilişiyordu.

Bazıları derilerindeki lekeler ve muhtemelen bir zamanlar güzel olan yüzlerindeki derin halkalarla öksürüyordu. “Tanrım.” Baktığım herkes tıpkı bir öncekine benziyordu.

“Kristal Çürümesi. Çok bağımlılık yapan bir uyuşturucu,” dedi. “Her şeyi, tüm acıları ve endişeleri unutturduğunu duydum.”

“İyidir, ama o kadar iyi olamaz,” diye mırıldandım dehşet içinde.

“Adın Charlie Brey ve Sullen Vadisi'ndeki küçük şaraphanenin sahibi Knox ailesiyle birlikte taşrada yaşadın. Seni ortaya çıkmanın güvenli olduğunu düşündükleri ana kadar sakladılar.”

“Çantan, Dahlia için bol miktarda parayla birlikte bavulunda. Bentley çok zengindi. Gidip bir taksi bulalım, burası çok soğuk,” dedi Dolly ve önümde havaya yükseldi.

“Bavullarını unutma. Hemen Dahlia'ya gitmeliyiz. Diğer oyuncular zaten yoldalar, biz sonuncuyuz. İlk izlenim avantajını kullanmak istemiştim ama sanırım bu olmayacak.”

“Ah.” Dönüp metal zemindeki iki kahverengi bavulu gördüm. “Bavullarımı bile Pierce mı topladı?”

Dolly döndü. “Sen bir İMA ajanısın. Her şey senin yerine senin için yapıldı, şapşal.”

“Üşüyor musun?”

Üfledi. “Eğer şu an göğüslerim olsaydı, donarlardı. Ben gerçek bir robot değilim, sadece bir robotmuşum gibi davranıyorum. Arada bir fark var.”

Dolly, onun iki katı büyüklüğünde bir adamı yoldan itti ve taksi çağırdı. “Çekil, seni şişko!”

Dolly'nin neden ilaç tedavisi görmesi gerektiğini anlayabiliyordum. Ağır, iki katlı bir otobüs dar bir sokakta kenara çekti, dururken buharları havaya yükseliyordu. Adam Dolly’nin olduğu yere doğru tükürdü ve uzaklaştı.

“Çok garip,” diye fısıldadım. Şoför dışarı çıktı ve bana baktı. Yüzünde çiçek hastalığı izleri ve kafasında aşınmış bir silindir şapka vardı.

“Bagaj, hanımefendi?”

“Evet, teşekkür ederim,” dedim ve ona bavullarımı uzattım.

Yüzümü önce şokla, sonra ilgiyle iki kez inceledi. Yutkundum ve bakışlarına aldırmadan otobüsteki benzer yapıya girdim. İçindeki duman ve beden kokusu ağırdı.

Dolly yanımdaki küçük bir koltukta oturuyordu. Neyse ki, bu mekanizmada sadece biz vardık.

“Nereye, güzel hanımefendi?” diye gürledi sert sesi, sürücü koltuğunda oturup bize bakarken. Boncuk gözleriyle bizi inceliyor, yüzündeki ifade beni korkutuyordu.

Dolly, “Dahlia’ya ve çabuk ol, adamım!” diye yanıtladı.

Dolly'ye kaşlarını çattı. “Aracıma robot almama kuralı koymalıyım, yerince paran olsa iyi edersin,” deyip sırıttı ve bir dizi aletle birlikte gürültülü bir şekilde motorunu çalıştırdı. “Bu sana mal olacak.”

Dolly'e bir bakış attım. “Sakin ol,” diye tısladım.

Metal kafasıyla bana doğru döndü. “Zaten öyleydim,” dedi.

“İçeride bağlantılarım var mı?” diye sordum, araba öne doğru hareket ederken zıpladığım esnada.

Dolly, “Evet, oldukça karanlıklar,” diye fısıldadı. “Louis ile tanışacağım için çok heyecanlıyım. Anlarsın ya, ne kadar büyük olduğunu merak ediyorum.” Gülüşü robotik sesiyle ürkütücü tınlıyordu.

“İyi olduğuna eminim.” Sırıtmamak için kendimi tuttum. “Senin yarıma ihtiyacın var Dolly, bir terapiste.”

“Yine de bekar.” Metal kafasıyla dönüp bana baktı.

Onunla hiç tanışmamış olmama rağmen adamı savunuyormuş gibi hissederek, “Bunun sebebinin cinsellik olduğu konusunda şüpheliyim,” dedim.

Ve gerçekten, onunla tanışacağım için çok gergindim. Sanki daha önce bir erkekle haşır neşir olmamışım, hiçbir sosyal geçmişim yok gibi hissediyordum.

Son sınıf koridorundaki erkeklerin arasından kızarmadan yürüyemediğim lise yıllarıma dönüyordum.

Ona baktım.

Dolly, miadını dolmuş o çılgın, müstehcen teyzelerden biri gibiydi.

“Eh, tek yapman gereken ona gerçekten sıkıca sarılmak, sonrasında cevabını kendin alacaksın.” Küçük metal koluyla bana dirsek attı. “Anlayamıyorsun ama şu anda sana göz kırpıyorum.”

Kafamı salladım ve gülümsedim. “Bunu yapmayacağım.”

“İyi, sen bilirsin,” dedi.

Yolculuk, geçtiğimiz tümsekleri hissederken bir süre küçük konuşmalarla geçti. Diğer oyuncuların şu anda neler yaptığını merak ediyordum. Belki de Louis’in yaptığı bir şakaya gülüyorlardı. Belki de birinden şimdiden hoşlanmıştı?

Eminim az önce oteline giren o kadar kadını görünce şaşırtmıştı. Hepsi güzel kadınlardı. Bu kadar rekabetle bunu nasıl başaracağımı merak ederek iç çektim.

Pierce muhtemelen onları da seksi göstermişti.

Bunu düşünmeyi bırakmam gerekti. Bunu yaptıkça, güvenim her geçen saniye azalıyordu.

“Bu yolculuk ne kadar sürecek?” Pencereden dışarı baktım ve şehrin dışında çorak bir yolda olduğumuzu gördüm. Dışarısı gerçekten bulutlu ve karanlıktı.

“Hm, işte şu devasa tepenin üstüne gidiyoruz. Parlak ışıkları görüyor musun? Dahlia çok büyük, büyük bir kumarhane gibi.” Pencereyi işaret etti.

“Kumarhane mi?” diye sordum.

“Ah, evet, orada epey eğlenceleri var. Neredeyse bir genelev gibi, ama daha ziyade seçkinler için. Eğlenmek için sahnesi, barı ve kaliteli yemekleri olan devasa bir odası var.”

“En üst düzey teknoloji burada sergileniyor, dünyanın her yerinden insanlara buraya kalmaya geçiyor. Dahlia’da olmak büyük bir mesele. Fotoğraflarına baktım,” dedi bana doğru eğilerek. “Dört bir yanı, devasa vitray pencereli parlak metallerle döşenmiş.”

Uzaktaki tepede devasa bir yapı görünce sisli pencereden dışarı bakarken, “Çok havalı,” dedim. Üzerinden yükselen tüm buharlar neredeyse hayalet gibi görünüyordu.

“Ah, orospu evladı, çürümüş bok!” diye bağıran sürücü hemen dikkatimizi çekti.

Kalbim hızlanırken, Dolly’ye bir bakış attım.

“Bir sorun mu var?” diye sordum sesim titrerken.

“Misafirimiz var! Yere yatın!” Arabayı yavaşlatmak için kolları çekerken bağırdı.

“Pencereden dışarı bak!” dedi Dolly.

Pencereden dışarı baktım ve bizi yolun kenarına çeken atlı adamların gölgelerini gördüm.

“Vay canına,” deyip nefes aldım. “Sanırım soyuluyoruz! Posta arabası baskını gibi!”

Dolly'nin gözleri parlıyordu. “Yaşam haklarını elinin altında bulundur. Pierce ölmediğinden emin olmamı söyledi,” dedi.

“Kahretsin,” diye tısladım, durduğumuzda nabzım hâlâ hızlanıyordu.

Atları ve sesleri duyabiliyordum.

Şoför bize bakmak için döndü. “Hanımefendi, hiç paranız var mı?!”

“Evet,” dedim.

Bu gerçekten oluyor muydu? Dakika bir gol bir başımıza gelene bakın.

“O halde, çıkarmak isteyebilirsin.”

Başımı salladım ama korkudan donmuş halde koltukta oturuyordum. Bir figürün kapıya doğru yürüdüğünü ve nefesimi keserek kapıyı açtığını gördüm. Orta boylardaydı ve yüzünün yarısı metal gaz maskesiyle kaplıydı.

Adam, karanlıkta onunla birlikte duran diğer adamlara baktı.

Araca girdiğinde yutkundum. Önüme oturdu ve gaz maskesini indirerek nefes aldı. Kara gözlerini üzerime dikip bana öylece baktı.

“İsminiz, lütfen, hanımefendi.”

Kahretsin.

Önce Dolly’ye sonra ona baktım. “Ne için?”

Adam kıkırdadı. “Birini arıyoruz.”

Dolly bana onaylarcasına başını salladı.

“Charlie Brey.”

Havada çaldığı ıslığın yankısı tüylerimi ürpertti.

“Sonunda çocuklar! Bir kazanan yakaladık!” Adam harekete geçti ve biriyle konuşmak için kapıdan dışarı doğru eğildi, sonra tekrar içeri girdi. “Yüzüne bir bakayım. Herhangi bir çürüme var mı? Ve eğer varsa, ne kadar kötü durumda?”

Koyu kapüşonum yüzümü örtüyordu.

Titreyen ellerimle kapüşonumu kaldırdım, bu küçük otobüsün karanlığında beni görüp görmediğinden bile emin değildim. Ama bana doğru eğilerek gözlerini kısıp baktığını anlayabiliyordum.

“Bir bok göremiyorum.” Adam döndü. “Jules! Karanlıkta sadece sen görebiliyorsun. Ona senin bakman gerekecek!”

Julius Bagstock.

Çifte lanet dedikleri böyle bir şeydi.

Karanlıkta görebiliyor muydu? Garip bir şekilde ürperticiydi.

Dolly'nin, “Pekâlâ, kahretsin, bu hiç iyi bir başlangıç olmadı,” diye mırıldandığını duydum.

O kapıdan içeri girerken gerildim ve gözlerim fal taşı gibi açıldı. Adam çok büyüktü. Çok fazla ayrıntı göremiyordum, çünkü gaz maskesi ve koyu renk elbiseleriyle siyah kovboy şapkası takıyordu.

Ellerini kapının iki yanına dayadı, ben de canlı mavi gözlerine bakışlarımı kilitledim. Birden gelen titremeyi bastırdım, bakışları yoğundu, sanki beni dağlıyordu. Gözleri ise neredeyse parlıyordu.

Benim şu anda lens ile gizlediğim gözlerimin rengiyle gözleri hemen hemen aynı renkteydi, sadece onunkilerin rengi biraz daha açıktı.

O gözler önümde oturan adama bakıyordu.

“Lanet maskeni tak. Bu şeyin içinde kaç tane enfekte insan olduğunu bilmiyorsun.” Üzerine düşünmemeyi tercih ettiğim bir aksanla, sesi kalındı.

Kaşlarımı çattım.

Enfekte insanlar mı vardı?

Bir bu eksikti.

Adam hızla maskesini geri taktı ve araçtan inmek için hamle yaptı. Jules yolundan çekildi ve sonra kapının eşiğinde durdu. Bakışları üzerime kilitlenmişti ama bir şey söylemiyordu.

Sonra Dolly'e baktı ve onun bir ses çıkardığını duydum.

“Hey, koca adam,” dedi, gözleri parlarken müstehcen sayılabilecek bir tavırla.

Utanç içinde gözlerimi kapattım.

Onu öldürecektim.

Adamın gözlerinin kısıldığını görebiliyordum. Bir saniye içinde uzanıp Dolly’yi koltuğundan çekti ve onu çöpmüş gibi kapıdan dışarı fırlattı.

Robotik çığlığını duyduğumda, oturduğum yere iyice tutundum. Bana dönüp baktığını izlerken kalbim güm güm atıyordu.

Birden yükselen bir gerginliğin içine düşmüştüm.

Ensemdeki tüylerin ürperdiğini ve kalbimin daha hızlı attığını hissedebiliyordum. Jules hareket edip kapıya doğru adım attı ve sanki başka bir yer yokmuş gibi karşımdaki koltuğa oturdu.

Gaz maskesinin hoparlöründen, “Şoför, kaybol,” dedi.

Orada oturduğunu tamamen unuttuğum, bizi buraya getiren adama baktım.

Adam, göğsünün etrafındaki kemerleri çözmeye çalışırken korkmuş görünüyordu, ama bu debelenmesi sonunda düzensiz hareketleriyle kemer sadece boynuna takılmakla kaldı.

Boğulma sesi çıkardı ve gözlerim kocaman açıldı.

Jules yavaşça döndü ve adamın nefes nefese kaldığını gördü. Nefesinin altından “Siktiğim geri zekalısı,” dediğini duydum ama nefes nefese çıkan seslerden tam da emin olamadım.

Ön koluna takılı garip bir mekanizmadan eline bir bıçak fırladı. Eğilerek adamı tek bir hızlı hamleyle kurtardı ve sürücü kapıdan bir yığın halinde düştü.

Jules bana döndü ve yine hiçbir şey söylemedi, bu esnada bıçak kaygan bir sesle tekrar kolundaki yerini aldı. Hareket etmemeye çalışırken yutkundum.

Tek ses, sürücünün kaçarken nefes nefese kalması ve ayak seslerinin yavaşça yok olmasıydı. Jules cebinden iki siyah deri eldiven çıkardı ve eline taktı.

Gözlerim onun üzerinde gezinirken, onun çok kaslı bir adam olduğunu az çok fark ettim. Bence bu adam, bir kadının beyninde saniyeler içinde fark edilmek için yaratılmıştı.

Uzun bir değerlendirmeye hacet yoktu, sadece kısacık bir bakış bunu anlamaya yeterdi. Siyah paltosu geniş göğsünün üzerine sıkıca oturarak ince beline doğru daralıyordu.

Kıyafetleri, bir atın üzerinde olamayacak kadar temiz ve çok pahalı görünüyordu. Gözlerimi yukarı doğrulturken kıpırdandım ve şapkasının altından arkaya doğru bağladığı açık renkli saçlarını fark ettim.

Yüzünü kapattığı oranı göz önünde bulundurduğumda yakışıklı olduğunu söylemezdim. Bu yüzden söylemeyecektim.

Sadece bir gözlemdi.

Düşmanı değerlendirmem gerekirdi.

El hareketlerini izledim ve sonra delici bakışlarına baktım ve gözlerini benden almadığını gördüm. Ona baktığımı görmüş olmalıydı. Dudağımı ısırdım.

Mükemmel, Charlie.

Bu gerginlik oldukça zorlayıcıydı. Her hareketinde nefesimin kesildiğini hissedebiliyordum.

“Charlie Brey, ne büyük bir zevk. Bunca yıldır öldüğünü sandık ama işte buradasın,” dedi. “Dahlia’ya gidiyoruz, değil mi?”

“Evet,” demek için kendimi zorladım.

Gözlerini bir an üzerimden çekmeden başını salladı. “Biz de öyle, ne kadar şanslıyız. Sana doğrudan soracağım. Bu zamana kadar neredeydin?” diye sordu. Sesi kulağa kızgın geliyordu, ama belki de maske yüzündendi.

Bu adamın bana zorbalık yapmasına izin verecek değildim.

Bunun için burada değildim.

“Bunun yalnızca beni ilgilendirdiğini düşünüyorum. Tehlikede olabileceğimi biliyordum, bu yüzden saklandım,” dedim, bir düşman edinmediğimi umarak.

Dirseklerini dizlerine koyup öne eğildi. “Artık güvende olduğunu mu düşünüyorsun öyleyse?”

Sesindeki karanlık gülümsemeyi neredeyse duyabiliyordum, bu beni daha da geriyordu. “Endişelenmeli miyim?” diye sordum.

“Bu sana bağlı.” Ayağa kalktı ve bana doğru hareket ederek nefesimi kesti.

Şimdi dizleri tam önümde yerde, büyük elleri iki yanımdaydı. Olabildiğince hareketsiz otururken nefes alamıyordum. Onu daha fazla inceleyemeyecek duruma gelmiştim.

Gözlerimiz yoğun bir dansa, hızlı bir tangoya kenetlendi.

“Kapüşonunu indir,” diye emretti.

Kılımı kıpırdatmadım.

Eldivenli eliyle uzandı ve kapüşonumu kaldırdı. İçimden öfke fışkırırken gözlerimi kaçırdım. Bu adamdan şimdiden nefret ediyordum. Pencereden dışarı baktım ve onu mücevherlerinin üzerine çöktürmeli miyim diye düşündüm.

Bu amaçlanan bir kelime oyunuydu.

Ona dönüp baktığımda, çok yakınıma gelmiş olduğunu, kristal gözlerini yüzümde gezdirip bakışlarını aşağı indirdiğini gördüm. Maskesinin içinde nefes aldığını duyabiliyordum, elini pelerinime götürüp pelerinimi açtı.

Elini çektim ama tıpkı küçük bir çocukmuşum gibi iki bileğimi de tuttu. “Temiz olup olmadığımı bilmek istiyorsan, temizim,” diye fısıldadım, ona yumruk atmak gibi aptalca bir hamle yapmamaya çalışarak.

Gülümsüyormuş gibi gözlerinin kırıştığını bir kez daha gördüm.

“Öyle olduğunu biliyorum, sadece merakımı gideriyorum,” dedi maskesinin ardından ve bana daha da yaklaştı. “Bentley’in yumurtlama noktası ya da pullu ten gibi bir iblis işi saklamadığından emin olmak istiyorum.”

Ona bakakaldım.

Diğer eliyle pelerinimi açarken hâlâ iki bileğimi de tutuyordu. Bakışlarının göğüslerimin üzerinde gezindiğini gördüğümde, vücudumu kasan titremeyi zar zor bastırdım.

Görmezden gelmeliydim.

O bakmaya devam ederken dişlerimi gıcırdattım. “Gördüklerini beğendin mi?” Sinirli gibi görünmeye çalışıyordum ama nefesim biraz kesik bir hal almıştı.

Kendime kızarken yüzüm kızardı.

Jules bana döndü ve kıkırdadığını duydum. “Gerçek bir ender güvercin değil misin? Gökler üzerine günlerce parlamış olmalı,” dedi neredeyse alaycı bir ses tonuyla.

“Ne düşündüğümü bilmek isteyeceğini sanmıyorum. Bu seni rahatsız edebilir. Dürüst olmak gerekirse, seni görmeye bile dayanamıyorum ve bu benim kibar halim. Ama bilmek istediğim şey, kristal nerede?”

“Bana yalan söyleme. Bir şeyler bildiğini biliyorum, geride kalan tek yakın akrabası sensin. Kristal seninle birlikte kayboldu ve nedenini bilmek istiyorum.”

Bileklerimi elinden çektim, gözlerimiz tekrar kenetlendi. “Emin değilim ama o kadar uzun süredir yoksa neden sadece peşini bırakmayı denemiyorsun?” diye sordum.

“Yalan söylüyorsun. Neden?”

Yutkundum.

Harika. Belli ki karşımdaki inanılmaz gözlem yeteneği olan insanlardan biriydi.

Daha da yaklaştı.

“O zaman taşı kardeşime mi götürüyorsun?” Arkasına yaslanıp bavullarımı aldı ve bir tanesini kapıdan dışarı fırlattı. Jules dönüp bağırdı. “Jasper, bavulun içini ara, taşın içinde olmadığından emin ol!”

Bana dönüp bakarken diğerini açtı.

Ben bile içlerinde ne olduğunu bilmiyordum.

İçindekileri görünce derin bir nefes aldım. Yüzüm alevler içinde kaldı. Bu, Pierce’ın çok erotik iç çamaşırlarını içine yerleştirdiği bavul olmalıydı.

Hâlâ karanlıktı ama içindeki dantelleri ve dar korseleri, çorapları ve jartiyerleri görebiliyordum, her erkeğin fantezisi olan şeyler bu bavulun içinde toplanmıştı.

Belki de Pierce, bunları Jules’un değil, Louis’in bulmasını istiyordu.

En kötü durum senaryosu bu olmalıydı.

Bana baktı. Yüzünün büyük bir kısmı kapalıyken bakışlarında ne anlam olduğunu okuyamıyordum. Ama ne olursa olsun bu çok gericiydi. Kendimi çıplak ve sanki beni bunlarla hayal ediyormuş gibi hissediyordum.

Kalbim hızlanıp, göğsümü sıkıştırırken söyleyecek bir şey bulamadım.

“Üzerinde sakladığın bir şey var mı?” diye sessizce sordu, sesi pürüzlüydü.

“Hayır,” dedim.

Külliyen yalandı.

Üzerimde değil, vücudumun içindeydi.

Bir nefes aldı. Omuzlarının yükselişini gördüm ve aldığı uzun nefesi duydum.

“Kardeşime gitmeden önce, hiçbir şey saklamadığından emin olmak istiyorum. Louis'i yıllardır görmedim, bu yüzden neler yapabileceğini bilmiyorum. Neden Dahlia'ya gidiyorsun? Onun için mi?” diye sordu.

“Sadece eğlenmek için. Şehri görmek ve en iyi yerde kalmak istiyorum. Ama Louis'in bir beyefendi ve akıllı bir adam olduğunu duydum,” dedim dikkatle, koltuğumda geriye yaslanarak.

Jules bir şey demedi ve sonra tekrar bana doğru eğildi.

“Bunu iki şekilde yapabiliriz. Eteklerini kaldır ve bana sakladığın bir şey olmadığını göster, yoksa senin yerine ben yaparım.”

Nefesim kesildi. “Çok korkunçsun,” dedim.

“Hava karanlık,” dedi, sanki bu beni daha iyi hissettirecekmiş gibi.

“Karanlıkta görebilirsin,” dedim ve ona dik dik baktım.

Gülen gözlerle aşağıya baktı ve tekrar yüzüme döndü.

“Birazcık, Güvercin. Bu araştırma sadece sana güvenip güvenemeyeceğimi görmek için. Brey'in yavrularıyla cinsel olarak ilgilenmiyorum, elimi kesmeyi tercih ederim. Eteğini kaldır da şu işi bitirelim.”

Pierce haklıydı, benden nefret ediyordu.

Bir nefes alıp eteklerimi tutup kaldırırken ona meydan okuyormuş gibi hissettim. Kırmızı saçakları olan siyah jartiyerimi gördüğümde bir heyecan dalgası hissettim. Pierce, seni pis köpek.

Jules'un ne kadar görebildiğinden emin değildim ama bunu görebiliyorsa, rezilliğin dik âlâsı olacaktı.

Nereye baktığını göremiyordum, şapkası aşağıda bana bakarken görüşümü kapatıyordu. Daha yukarıyı görmemesini umarak kalçalarımı birbirine bastırdım.

Kalbimin atış hızını duymaması için dua ediyordum. Kalbim patlayacak gibiydi. Jules başını kaldırıp bana baktı. Saniyeler geçtikçe göğsünün yavaşça yükseldiğini görebiliyordum.

Önce riskli iç çamaşırlarımın olduğu bavula baktı, sonra bana.

“Görünüşe göre seninle ilgili ilk değerlendirmemde yanılmışım. Küçük masum bir güvercin gibi görünüyordum ama bence çok yaramaz bir yanınız var Bayan Brey.”

Sesi yumuşak ama aynı zamanda sert, kendini kontrol altında tutmaya çalışıyormuş gibi geliyordu.

“Eğer peşinde olduğun buysa, Louis buna şaşırmaz. Bunun için en uygun bekar. Ama seni uyarmama izin ver, o her zaman masum melekleri seçmiştir.”

“Bu yüzden dikkatli ol. Bunlardan bazılarıyla onu korkutabilirsin.” Bavuluma baktı ve yüzümün yandığını hissettim.

Açıkçası, cehenneme kadar yolu vardı.

“Ben her anlamda bir hanımefendiyim,” diye fısıldadım sertçe. “Sen de sapık gibi kişisel eşyalarımı kurcalayan bir götsün.”

Kapıya bir adam geldi. “Jules, sanırım kardeşin geliyor.”

Jules küfretti. “Sikeyim. Hemen gidiyoruz.”

Bunun üzerine gelen adam hemen gitti.

Jules bana dönüp, iğrençliği kimsenin görmesini istemiyormuşçasına bavulumu kapattı. “Brey Hanım, merak etme. Küçük yaramaz sırrın benimle güvende,” dedi ayrılmadan önce.

Bu zamana kadar tuttuğumu fark etmediğim nefesimi verdim.

Bu sadece ilk gündü.

Şimdiden rezil olmuştum.

Continue to the next chapter of İyilik Meleği A.Ş.:Kristal Komutan

Discover Galatea

Dağyarı SürüsüAlfa'nın Yasaklı Aşkıİlk Işıkta AşkMilyarder Bebek BabasıGeçmişte Saklı Ev

En Yeni Yayınlar

Noel Ruhuİyilik Meleği AŞ: Bonus İçerikSeroje: Gören GözViking Kralı'na Aşık Olmak ve Diğer Kötü KararlarHarley’nin Ateşi