Galatea logo
Galatea logobyInkitt logo
Sınırsız Erişim Edin
Kategoriler
Oturum aç
  • Home
  • Kategoriler
  • Listeler
  • Oturum aç
  • Sınırsız Erişim Edin
  • Destek
Galatea Logo
ListelerDestek
Kurtadamlar
Mafya
Milyarderler
Toksik Aşk
Slow Burn
Düşmandan Sevgiliye
Paranormal ve Fantezi
Ateşli
Spor
Kolej
İkinci Şans
Tüm Kategorileri Gör
App Store'da 4,6 puanlı
Hizmet ŞartlarıGizlilikBaskı
/images/icons/facebook.svg/images/icons/instagram.svg/images/icons/tiktok.svg
Cover image for İyilik Meleği A.Ş.:Metal Ustası

İyilik Meleği A.Ş.:Metal Ustası

Bölüm 4

Güneş tepedeyken şehir merkezine yürürken, “Gözleri üzerinde olacak,” dedi Mama.

“Pierce gardını indirmemeni ve daha fazla hata yapmamanı söyledi,” dedi ve sarı bluzunun içindeki göğüslerini düzeltip dekoltesini derinleştirerek düzeltti.

Kaderin, onca insanın içinden beni seçmesi onun sahiden komik bir espri anlayışının olduğuna işaretti.

Benden çok daha kısa olmasına rağmen hızla yürüyen Mama’ya ayak uydurmaya çalışırken, kedi gözü güneş gözlüklerimi düzelttim. Yoksa tüm anneler kimsenin yetişemeyeceği hızda bir yürüyüş temposuna mı sahipti?

Bütün sabah onun ayak işlerini hallettikten sonra, “Sanırım benimle dalga geçiyor,” dedim. “Gerçek olduğumu düşünmesine imkân yok.”

“Robotlar burada oldukça inandırıcı ve bazının kişilikleri var,” diye yanıtladı ve yanımızdan geçen birkaç adama göz kırptı.

“Eminim kaltak kişilik o kişilikler arasında yoktur,” diye mırıldandım. Bu sabah kilometrelerce yürümüş gibi hissediyordum ve ruh halim en hafif tabirle vasattı.

Takım elbiselerini ütülemek, onu bunu postalamak ve sipariş listelerini halletmek zorunda kalmıştım. Yüzümde lanet olası parlak bir gülümseme varken tüm adamlarına kahve ve öğlen yemeği almam gerekiyordu.

İçime yerleştirilen bu çipe yüklenen tüm randevulara ulaşmaya çalışmaktan telef olmuştum. Siyah kedi gözlüğümü takarak onlara erişebilirdim.

Bunlar tüm görevlerimi ve randevularımı güncel tutan bilgisayar gözlükleriydi.

“Hayır, canım. Senin gerçekten kim olduğunu anlamış olsaydı, seni kovardı ve büyük ihtimalle öldürülürdün,” dedi ve bana baktı.

“Ve henüz oyunun başlarında olduğumuz için yaşam haklarını kullanmayı hiç istemeyiz. Dion, gerçek bir robot mu yoksa çip takılmış bir insan mı olduğunu anlamak için seni teşhis etmedi.”

“Çip takılmış bir insan olsam fark eder miydi?” diye sordum.

“Bunu kestirmek zor. Çünkü çipinde Dion ve Le Rose Girişimciliği parmaklıklar ardına tıkabilecek hayati bilgiler barındırıyorsun.” Bana bir bakış attı. “Özellikle FBI ile çalıştığın için. Büyük tehlikede olabilirsin.”

Parlak pembe topuklarım tıkırdarken, gergin bir şekilde iç çektim. Bugün üzerimde, gül rengi ve pembe vurguları olan deniz yeşili günlük bir elbise vardı ve Pierce’ın bunu yaparken eğlendiğine bahse girebilirdim.

Bu elbiseyi yaparken parlak mavi bakışlarının ışıldadığını neredeyse tahayyül edebiliyordum. Etek geniş şekilde dökülüyor ve koyu yeşil dantel vurgularla dizimin altına geliyordu.

“Yani şimdi Bruno ile mi tanışmam gerekiyor?” diye sordum.

Mama yavaşladı ve yanıma gelerek, “Gazeteyi okuyan adam o, ona doğru yürü ve mektubu al,” diye fısıldadı.

Berber dükkanının penceresine yaslanmış, gazetesini okuyormuş gibi yapan adama doğru bakışlarımı daralttım.

Bruno buydu.

Kum sarısı saçları vardı ve sert bir adama benziyordu. Gri takım elbisesi hoştu ama onun karşısında olmak istemeyeceğiniz türden biri olduğunu anlamak çok zor olmasa gerekti.

Ona doğru yürüdükçe fena görünmediğini fark ettim, burnu belki de birkaç kez kırılmıştı.

Kahverengi gözleri bana doğru yöneldiğinde hafifçe büyüdü. Önünde durdum ama mektuba elimi hafifçe uzatırken yere bakmaya devam ettim.

“Kahretsin,” dedi beni baştan aşağı süzerek. “Akademi, lanet olası sarışın bir Barbie’yi işe aldıklarını söylemedi,” dedi sert bir sesle, sesi günde iki paket sigara içiyormuş gibi çıkıyordu.

Köpüren öfkemle ona hafifçe baktım. “Akademi bana da senin ne kadar çirkin bir pislik olduğunu söylemedi, demek ki ikimiz de şaşırdık,” dedim alçak, rahat bir ses tonuyla.

Ağzında bir şey olsaydı eminim o an boğulurdu. Eline bakınca küçük mektubu gördüm ve onu kapıp hızla yanından uzaklaştım. DOMUZ HERİF.

Böyle adamlardan nefret ediyordum. Hiçbir terbiyeleri yoktu çünkü egoları o küçük penisleri kadar olması gerekirken, bu şehir kadar büyük oluyordu.

Görünüşe göre burada kadınlar böyle konuşmuyor, sadece erkekler bunu yapabiliyordu.

“Tamam, bunun için tek kelime etmeyeceğim.” Mama zihnimin içinde homurdandı. “Herif hâlâ şokta, ağzına geçirmişsin gibi sana bakıyor.”~

Gülümsedim.

“Dikkatli ol, yoksa bu ayın sonuna kadar bütün şehri kendine aşık edebilirsin.” Güldü, sesi kısık ve gırtlaktan geliyordu. “Yavaşla. Göğüslerimin yüzüme vurmasını istemediğim sürece koşamam.”

Dönüp onu bekledim. “Saçmalıyorsun,” dedim yanıma geldiğinde, sonra yürümeye devam ettik.

“Tatlım,” bana bir bakış attı, “Bazen erkekler onlarla kirli konuşmamı, onları aşağılamamı ve küçük düşürmemi istiyorlar. Bu garip bir fetiş. Özellikle böyle bir yerde, tam da ihtiyaç duyulan şey olabilir.”

Homurdandım. “Pierce gibi konuşmaya başladın. Kimsenin garip fetiş nesnesi olmayacağım.”

Sessizce yürümeye devam ettik.

İnsanların gülümsemelerine ve iyi günler demelerine aldırış etmeden, “Bu mektupta ne yazıyor?” diye sordum.

“Bilmiyorum. Muhtemelen şimdiye kadar keşfettiklerini tartışmak için gizli bir buluşma yeri yazıyordur,” dedi ve parlak sarı bir taksiye elini salladı. “Hadi şu sıcaktan kurtulalım. Baldırlarım ısınmaya başladı.”

***

Ofis ve laboratuvar karışımı yere geri döndüm.

Bu öğleden sonra çok fazla araştırma yapıp çalıştım ve neyse ki bildirim akışıma başka bir ayak işi düşmedi.

Ayaklarım zonkluyordu, bu yüzden tatlı bir rahatlama ile masanın altında topuklu ayakkabılarımı çıkardım. Sağımdaki büyük metal kapılara bakarken kalemimi çeneme vuruyordum.

Dion'un bütün gün ofisinden çıktığını görmemiştim ama adamlar gelip gitmişti.

Buradaki her şey garipti.

Ama Bruno’nun mektubu değildi.

Onunla birkaç gün içinde, bir arka sokakta buluşmam gerekiyordu. FBI buradan alacağı önemli bilgileri bekliyordu. Ama görüşüne göre o gizli bilgiyi bana vermeyeceklerdi.

Ayrıca yeteneklerimden biri gerçekten zeki olmaktı ve bu olayın yalnızca insanlara kendi iradelerinin dışında çip takılmasından ibaret olmadığını anlamıştım.

Daha fazlası vardı.

Altında daha karanlık bir şey olmalıydı.

Çipime yüklediğim dosyaları mümkün olduğunca okumuştum. Kayıtlar tuhaftı ama sebebini bir türlü çözemiyordum.

Birçok klasör, yasadışı çiplerin üretimi ve çok sayıda büyük politikacı ve iş insanının ismiyle ilintiliydi. Bunlar muhtemelen şantaj listeleriydi.

Ama yine de bu çok göze parmak bir iş gibi görünüyordu ve neden benim içime yüklediğini anlamıyordum. Tüm bunları bir robotun içine neden yüklemişti?

Epey garipti.

Demek istediğim, ya bana bir otobüs çarpar ve gücüm tamamen kesilirse ne olacaktı? Ya da biri beni ele geçirirse? Ya da ben ucube bir ajansam öhm ne yapacaktı?
Bu bilgiyi gizlemek ~demek, güvenli olduğundan emin olmak gibi görünmüyordu.

Ama bunu belki de bunların gerçekleşme olasılığı olduğu için yapıyorlardı. Çünkü kimse hayati bilgilerin bir robotun içine yüklendiği konusunda şüphelenmezdi.

Aynı zamanda, eğer bu listelerde üst sıralarda yer alan birçok insanın bilgilerini sızdırırsam, bu benim ölümüm olabilirdi. Nihayetinde kanıtları ortadan kaldırmak için beni yok etmek isterlerdi.

Bunun düşündüğümden daha ilginç olduğunu itiraf etmem gerekiyordu. Bu görünüşte mutlu ütopyanın çok karanlık bazı alt metinleri olabilirdi.

Bir nefes alıp Alicia'nın elinde bir tepsi içkiyle Dion’un ofisine gidişini izledim. Onunla ne kadar zaman geçirdiğini merak ediyordum. Esasen kızlardan herhangi birinin onunla vakit geçirip geçirmediğini merak ediyordum.

“Mama,” diye fısıldadım, “Ajanlar ne durumda? İMA akışında herhangi bir güncelleme var mı?”

“Hmm, adamın ofis laboratuvarından hiç ayrılmadığını göz önünde bulundurursak, pek bir şey yok,” dedi. “Adam çok gizemli.”

“Alicia ona içki mi götürüyor?” diye sordum homurdanmak isteyerek, elbette onu sarhoş edip baştan çıkarmayı deneyecekti. Evet, tabii.

“Evet, fark edilmek için elinden geleni yapıyor. Bu mutlu robot işini tam anlamıyla sahiplenmiş durumda,” diye mırıldandı Mama. “Benim acilen sevişmem gerek. Ben bile ondan rahatsız olmaya başladım.”~

Gözlerimi devirdim. “Bu onun doğal kişiliği.” Durup Alicia’nın ofise girmesini izledim. “Biraz keşif yapman gerekiyor. İşlerin göründüğü gibi gitmediği hissine kapılıyorum.”

“İş üstündeyim.”

Saatler geçti ve son kişinin çıkışını, ışıkların sönmesini ve devasa laboratuvarın etrafına soluk mavi bir parıltı yayılmasını izledim. Bu biraz ürkütücüydü.

Şimdi gidip 14.kattaki küçük dairemde dinlenebilirdim ve evet robotlar burada normal insanlar gibi yaşıyordu. Sahiden garipti. Ama Dion merakımı cezbetmiş durumdaydı. Burada mı uyuyordu?

Masamdan kalktım ve soğuk zemin ayaklarımı karıncalandırırken yavaşça kapısına doğru yürüdüm.

Kapıyı çalmak için yumruğumu kaldırırken kalbim hızlanıyordu.

Yap şunu dedim kendi kendime.

Ne de olsa sen onun sekreterisin diyerek kendimi telkin ettim.

Kapıyı yüksek sesle vuruşumun sesi yüksek duvarlarda yankılandı. Yüzümü buruşturdum ve bir tepki için bekledim. Saniyeler geçti ve tık yoktu.

“Kahretsin,” diye mırıldandı. Bu yeterince utanç verici değilmiş gibi kapıyı tekrar çaldım ve bekledim.

Yine tık yoktu.

Başımı kapının soğuk metaline yasladım ve ağırlığımı ona doğru verdim. Daha önce buraya gelmediğim için nefesimi yavaşlatıp kapıyı daha fazla zorladım. İçeri girdim ve “Efendim? Bay Le’ Rose?” diye seslendim.

İçinde kendine ait küçük laboratuvarı olan büyük ofisine girdiğimde kalbim ağzımda atıyordu. Birkaç küçük ışık dışında tüm ışıklar kapalıydı.

Etrafa bakınca deri koltuklar ve odanın diğer ucunda donatılmış bir bar gördüm. Burası içinde kendi laboratuvarı olan süslü bir süit gibiydi.

Kahretsin.

Uzaktaki kapı açılınca neredeyse nefesim kesildi ve Dion üzerinde sadece beline sardığı beyaz bir havluyla sırılsıklam bir şekilde içeri girdi.

Ah, lanet olsun. ~Demek ki duş alıyordu. Gözlerim yuvalarından fırlarken kaslı gövdesine bakmamak için çabalıyordum. Ama şekilli göğüslerine ve büyük pazılarına hayran olmamak elde değildi.

İşimi yaparken tonla seksi erkek görmüştüm, bu yüzden beynimin neden hata verdiğinden emin değildim.

“Özür dilerim.” Gitmek için döndüm.

Defalarca ölüp dirilmeye hazırdım.

“O kadar hızlı değil, Luna, bebek,” dedi yanaklarımın ısınmasına neden olan o alçak sesiyle. O tam bir İtalyan gibiydi, çünkü onlar herkese “Bebek,” diyordu.

Değil mi?

Nabzım delicesine atarken durdum. “Üzgünüm efendim. Gitmeden önce başka bir şeye ihtiyaç var mı diye bakmaya gelmiştim.”

Hiçbir şey söylemedi ama tam arkamda olduğunu hissedebiliyordum. Boynumdaki tüyler ürpermişti.

“Hmm, devrelerine bakmam gerekecek. Dön.”

Bir nefes aldım.

Ona doğru dönüp nefesimi düzene sokmaya çalıştım. Onun temiz kokusunu alabiliyordum ve Dion’un gür, siyah saçlarından inanılmaz kışkırtıcı şekilde su damlaları akıyordu. Evet, tamam, o epey İYİYDİ, tamam çok yakışıklıydı. Ama beynimin odaklanması gerekiyordu.

Kırmızı gözü loş ışıkta parlıyor, diğer çok solgun gözüyle tezat oluşturuyordu.

Dion yumuşak bir tonda, “Yüzün kıpkırmızı,” dedi. “Sisteminin aşırı ısınmasıyla ilgili herhangi bir uyarı alıyor musun?” diye sordu yoğun ama okunaksız yüz ifadesiyle.

Üzerinden sular akıyordu ve seksiydi, ayrıca o ana kadar dudaklarının ne kadar dolgun olduğunu fark etmemiştim.

Bu çok acı vericiydi. Muhtemelen yere iğne düşse duyabilirdim.

“Hayır,” diye fısıldadım.

“Hmmm,” dedi ama bu kulağa daha çok bir inilti gibi geliyordu.

Hiç. Ateşli. Değil. Hem de hiç.

Başka bir şey düşünmeliydim.

İtalyan seks yardım hattında çalışan birinin aksanıyla ve sesiyle, “Benim için çok hassas bilgileri sakladığını düşünürsek, her şeyin yolunda olduğundan emin olmalıyım,” dedi.

Gülesim gelmişti, çünkü bu zamana kadar, utanmadan İMA ajanlarının bu alfa adamlara şehvet duymasıyla dalga geçmiştim.

Şimdi onları anlıyordum.

Kelimenin tam anlamıyla anlıyordum.

Elleriyle belimi kavradı ve beni kendine çevirdi. Zihnim alarm veriyordu. Tam bir robot olmadığımı öğrenecek miydi? Nabzım şiddetle hızlanıyordu.

“Hiç uyarı almıyorum,” diyerek onu ikna etmeye çalıştım.

Elbisemin düğmelerini çözmeye başladı. Tenim aynı anda hem sıcak hem de soğuktu ve her düğmeyi açışında parmaklarının yumuşak dokusunu tenimde hissedebiliyordum. Tanrım, bu adamı bir de bacaklarımın arasında hissetsem işim doğrudan bitecekti.

Üzgünüm, sadece uzun zaman olmuştu.

Ve o bir İMA alfa erkeğiydi.

Son düğmeyi de çözdüğünde sırtım tamamen çıplak kaldı. Bakışlarının üzerimde gezindiğini hissederken tenim adeta yanıyordu. Bu aptalcaydı çünkü muhtemelen sadece sekreterinin arızalı olup olmadığını anlamaya çalışıyordu.

“Dahili sistemini etkinleştir,” diye fısıldadı.

Sesini duyunca titrememek için kendime savaşıyordum.

Sesi çok şehvetliydi.

Ellerini çıplak belime doladı ve ben de hissettiğim şokla inlememeye ya da bağırmamaya çalıştım. Dudaklarımı kulağımda hissettim. “Etkinleştirmeyi onayla.”

Sesimin şehvetli bir sürtük gibi çıkmaması için dua ederek, “Onaylandı,” dedim. Bu hiç benlik bir hareket olmazdı.

Ellerinin belimden yukarı doğru kaydığını ve sonra göğüslerimin tam altında durduğunu hissettim. “Baskıdan dolayı herhangi bir kırmızı uyarı alıyor musun?” diye sordu. Baskı uygularken beni neredeyse okşuyordu.

Yoksa benimle dalga mı geçiyordu?

Bunu anlayamazdım çünkü doruğa çıkmak üzereydim.

Parmaklarıyla sutyenimi açtığını hissedince gözlerim kocaman açıldı ve nefesim kesildi. Hareket edemiyor ve vücudunun sıcaklığını arkamda hissedebiliyordum.

Neler oluyordu?

Sutyen askılarımı yavaşça indirdiğinde aramızdaki gerginliğin hızla yükseldiğini fark ettim. Daha sık nefes almaya başladım, bunu fark etmiş miydi fark etmemiş miydi bilmiyordum ama kuvvetle muhtemel bunun farkındaydı.

“Görünüşe göre garip bir şekilde cinsel tepki vermeye programlanmışsın,” diye fısıldadı boynuma doğru. “Ki bu normalde laboratuvar sekreterlerine yapılan bir şey değil.”

Kahretsin.

Lanet olası herif.

Eklemlerinin sırtımda aşağı yukarı gezindiğini, sonra çıplak kaburgalarıma yöneldiği hissediyordum. Göğüslerimin yarısı açıktaydı, dantelli sutyene zar zor tutunuyorlardı.

Omzumun üstünden bana baktığını hissedince olabildiğinde hareketsiz kaldım.

Bir şey söylemeye cesaret edemiyordum. Kendime güvenemiyordum.

Eliyle göğsümün altını belli belirsiz okşadığını hissettiğimde nefesim kesildi. Cildim kızarırken yüzüm kıpkırmızı olmuştu.

“Gösterişli bir şeyler giy, Luna. Seni bir saat içinde önden alacağım,” diye fısıldadı boynuma. “Bu gece artı bire ihtiyacım var ve o, sen olacaksın.”

Dedi ve gitti.

Ona bakmak için arkamı dönmedim bile. Nefesim daralmış durumdaydı.

“Nerede efendim?” diye sordum zar zor.

“Ay Işığı Salonu’nda.”

Gözlerimi kapattım. Ah, lanet olsun.
Continue to the next chapter of İyilik Meleği A.Ş.:Metal Ustası

Discover Galatea

Huzurİyilik Meleği A.Ş.:Siren TutsağıGeçmişte Saklı EvNefes Nefeseİşaretlere İnan

En Yeni Yayınlar

Noel Ruhuİyilik Meleği AŞ: Bonus İçerikSeroje: Gören GözViking Kralı'na Aşık Olmak ve Diğer Kötü KararlarHarley’nin Ateşi