Galatea logo
Galatea logobyInkitt logo
Sınırsız Erişim Edin
Kategoriler
Oturum aç
  • Home
  • Kategoriler
  • Listeler
  • Oturum aç
  • Sınırsız Erişim Edin
  • Destek
Galatea Logo
ListelerDestek
Kurtadamlar
Mafya
Milyarderler
Toksik Aşk
Slow Burn
Düşmandan Sevgiliye
Paranormal ve Fantezi
Ateşli
Spor
Kolej
İkinci Şans
Tüm Kategorileri Gör
App Store'da 4,6 puanlı
Hizmet ŞartlarıGizlilikBaskı
/images/icons/facebook.svg/images/icons/instagram.svg/images/icons/tiktok.svg
Cover image for İyilik Meleği A.Ş.:Buzul Saray

İyilik Meleği A.Ş.:Buzul Saray

Bölüm 4

Hiro

Gözlerimi hızla kırpıştırırken zorlukla nefes alıyordum. Karlar yumuşak bir şekilde üzerime çarpıyor, bir kısmı kırpışan kirpiklerime düşüyordu.

Hayatımda ilk kez böyle bir sessizliğe gömülmüştüm. Bir gök gürültüsü duyduğumda irkiliyordum, zihnim hâlâ bedenime yapması gerekenleri söylemeye çalışıyordu.

Nefes almak gibi mesela.

“Vay, muhteşemmmmm!” Yanımda Kyitt'in sesini duydum, hava o kadar soğuktu ki sanki nefesini bile görebiliyordum.

Gece olduğunu fark ettim. Tek görebildiğim, eski tanrılara yakışır kocaman bir açıklığı olan, yüz fit yüksekliğe ulaşan devasa bir buz duvarıydı. Bu gerçek olamazdı...

Başımı kaldırıp elimle ağzımı kapatarak nefesimi tuttum.

Pırıl pırıl gece göğünde gördüğüm parıltılı devasa gezegen, her şeyi mavinin tonlarıyla aydınlatıyor, bembeyaz karlara büyülü bir görünüm veriyordu. O kadar yakındı ki, etrafında hareket eden atmosferi bile görebiliyordum.

“Şuraya bak! Kusursuz...”

Kyitt, “Olağanüstü. Evet, bu gezegene sihrini veren şey de bu! Sanki gezegene çok fazla enerji veriyor gibi,” derken ağzı açık kaldı, sonra paltomu çekti.

“Dinle. Mabedin önündeki bir kamptayız. Xilleth adamlarını bekliyoruz, sana saraya kadar eşlik edecekler! Seni götürmeleri için keşişlere güvenmediler.”

“Bu vadilerde kötülük kol geziyor. Onlara, Kuzey ve Güney'deki insanlara dehşet saçan karanlık savaşçılara Gölgeler diyorlar. O uğursuz cadının ele geçirip yeniden dirilttiği ruhlar onlar.”

Etrafıma bakındığımda her yerde kürklü kar giysileri ve aşağı doğru eğilen geniş kenarlı şapkalarıyla bir sürü kadın ve erkek gördüm. Ayrıca büyük bir yemek istasyonu vardı, gecenin karanlığına karışan dumanlardan sıcak yemek servis ettiklerini anladım. Kamp çok büyüktü, karlı topraklar göz alabildiğine uzanıyordu. Soğuk ve kurak görünmesine rağmen tuhaf bir güzelliği vardı, öbek öbek karlar elmas gibi parıldıyordu.

Paltomun önünü kapattım, garip bir şekilde çok rahattım.

Bu kumaş epeyce yalıtkan olmalıydı.

Kyitt'in sol elini sanki klavyede yazıyormuş gibi kullandığını fark ettim. “Ohhhh, güzel! Sistemi güncellediler, kullanımı çok daha kolay!”

“Ne?”

Kyitt kıkırdayarak, “Pierce'la yazışıyorum, aptal kız,” dedi, sonra başıyla sol tarafı işaret etti.

“Keşişler Hava Bükücüdür, atmosferdeki enerjiden buzdan çadırlar yapabilirler. Her krallık en az birkaç Hava Bükücü ile seyahat eder çünkü anında barınak sağlarlar.”

Karda göz alıcı buzdan kubbeler gördüm, her yere dağılmış vaziyetteydiler.

İnanılmazdı.

“Burası senin çadırın, ordunun gelmesini burada bekleyebilirsin.” Kocaman buzdan kubbenin dışında beyaz perdeler asılıydı.

“Ha bir de, senin adın Hiro Suko. Suko, en eski ve en saf soylardan biri, baban ve sen son mensuplarısınız.”

“Teşekkürler, bildiğim iyi oldu,” dedim ona bakarak. “Ajanlıkta iyisin, Kyitt.”

Bana baktı. “Ben de Pierce'ın yüklediği dosyanı okuyordum.”

“İyi okumalar o zaman.”

“Teşekkürler, kız kardeşim.”

Uzun kahverengi tüylü pelerinli, Asya kökenli bir adam yanımıza geldi, ağarmış saçlarıyla olduğundan daha yaşlı görünüyordu. “Prenses Hiro, buzdan kulübeniz hazır. Soğukta beklemeyin.”

Ellerini önünde birleştirerek eğildi. Öyle sevimliydi ki!?!? Sersemce bir tepki vermemek için kendimi zor tuttum.

Kendiliğinden onların dilini konuşmamız ne kadar şahaneydi! Bu macera için çok heyecanlıydım; içim içime sığmıyordu.

“Çok teşekkür ederim!” derken biraz fazla heyecanlıydım. “Burası çok çarpıcı!” Kampın etrafına bakındım, gerçekten burada olduğuma inanamıyordum.

Bana tuhaf bir bakış attı.

Kyitt'in beni ittiğini hissettim.

“Kız kardeşim, heyecanını belli etme, hayatın boyunca burada yaşadın!”

“Ahhh!” Nefes nefese kulaklarımı tuttum. “Sen az önce-”

Az önce kafamın içinde konuşmuştu!

Adam kolumu tuttu, gözleri endişeyle büyümüştü. “Prenses, her şey yolunda mı!?”

Kılıcını çekti, etrafına bakınıp ıslık çaldı, böylece birçok adam da kılıçlarını çekip birbirlerine bağırarak pozisyon aldılar.

Kahretsin!

Atalarım korkudan titriyordu.

Soğukta kızararak güldüm. “Ah, evet iyiyim, özür dilerim,” dedim rahatça. “Silahları indirebilirsiniz! Az önce orada bir şey gördüm, bir tavşan.”

Tavşan mı?

Kaşlarını çatmış bana bakıyordu, kılıcı hâlâ havadaydı.

”Kız kardeşim, hayır! Buralarda tavşan yaşamaz!”

İrkildiğimi belli etmeden Kyitt'e bir bakış attım. “Ne yaşar peki?!” diye fısıldadım.

Adam yumruğunu havaya kaldırınca diğer adamlar kılıçlarını indirdiler.

Adam endişeli endişeli bakarak “Prenses? Sizi içeri alalım,” dedi. “Eminim çıkacağınız uzun yolculuk yüzünden gerginsinizdir.”

Olmuştu.

İyi başlamıştık.

Prenses Hiro yeterince soğukkanlıydı.

Gözlerin üzerimde olduğunu hissederek başımla onayladım.

Beni muhteşem bir buz kulübesine götürdüler. İçeri girip yerdeki hayvan kürküne bastığımda, her tarafı kürkle kaplı buzdan yatağı gördüğümde gözlerim fal taşı gibi açıldı. Sol tarafımda da buzdan bir masayla sandalyeler vardı.

“Vay be...” Hatta içinde köz yanan, odayı ısıtıp rahat hale getiren büyük bir kazan bile vardı.

İnanılmazdı.

Adam bana tereddütle bakıp yanımdan ayrıldı. Kyitt'i omuzlarından tutup sarstım. “Kafamın içinde mi konuştun?! Önceden uyarsaydın keşke!”

“Evet, şapşal. Sanırım o moruk senin uyuşturucu aldığını düşündü,” dedi gülerek. “Burada o tür şeyler var.”

Muhtemelen öyle düşünmüştü! Şaşkınlıkla odayı inceledim. “Buz nasıl erimiyor?”

“Büyülü. Hava Bükücüler bu dünyanın marangozları gibidir. Hava Bükücü ne kadar deneyimliyse, büyü de o kadar uzun sürer. Bazı yapılar sonsuza kadar dayanabilir, buzdan saraylar gibi.”

“Vay canına,” dedim, etrafta dolaşıp buzdan duvara dokunurken. Tahminimin aksine, soğuk bile değildi. “Buradan asla ayrılmayacağım.”

“Hı hı, burası benim de gördüğüm en müthiş yerlerden biri.” Etrafına bakındı, masadan mavi bir meyve alıp elma gibi bir ısırık aldı.

“Yani,” dedi çiğnerken, “eğer dikkatli olursak bu kolay bir galibiyet olabilir. Yeteneklerini saklamalısın. Yani, kardeşinin nişanı bozmasını istemeyiz.”

“Doğru,” dedim, keşke saklamak zorunda olmasaydım. “Taşın içindeki kılıcı nasıl bulacağım?”

“Eminim müstakbel kocana sorabilirsin. Kardeşin seni kalesine götürecek, sanırım Petra Kralı da seni almak için oraya gelecek.” Bana baktı. “EDEPSİZ şeyler yapabilirsiniz!!”

“Şşşt!” dedim, kimsenin duymadığını umarak. “Kes şu sesi!”

“Ne sesi? Screeeecching SKELETONS!!!” Yumruğunu mikrofon gibi tutup headbang yapmaya başladı, şekil değiştirmiş kılığının içinde gülünç görünüyordu.

“Kyitt!” dedim yanımıza kimsenin gelmemesi için dua ederek. “Şşşt!”

Durdu, zor nefes alıyordu. “Ben önemli biriyim.”

Kapıdan “Prenses?” diye bir ses geldi.

Ayağa fırladım. “Efendim?”

Aynı yaşlı adam kafasını içeri uzattı. “Majestelerinin ordusu geliyor,” deyip eğilerek çıktı.

Nabzım hızlanmıştı. “Teşekkür ederim,” diye mırıldandım.

“Ve macera başlıyor!” dedi Kyitt alkışlayarak. “Gidip görelim! Büyük kutup ayılarına biniyorlar!” Sanki planlanmışçasına, dışarıdan kükreme ve homurtu sesleri geliyordu.

Derin bir nefes alıp perdelerin arasından dışarı çıktığımda neredeyse kalbim duracaktı. Manzarayı seyrederken rüzgâr yüzüme çarpıyordu.

En az elli dev kutup ayısının kampa doğru yaklaştığını gördüm; Dünya'dakinin üç katı büyüklüğündelerdi. Ayılardan biri, üzerine binen adam ona et verene kadar devasa kafasını sağa sola salladı, tedirgin olup kükredi.

Adamlar keşişlerden ve benim gibi Asya kökenlilerden çok farklı görünüyordu.

Bunlar Gaelinler olmalıydı.

Çoğunun saçları gümüşi sarı tonlarındaydı, çok zariflerdi. Daha koyu saçlı olanlar da vardı ama çoğununki solgun renkteydi.

Kendimi çimdiklemek istedim, Dünyalıların asla mümkün olduğunu düşünemeyeceği bir şeye tanıklık ediyordum.

Ben onları incelerken, keşişlerle asker görünümlü diğer adamlar ayıların dizginlerini tutup onları kara gömülü direklere bağladılar. Gözlerimi onlardan alamıyordum.

Güzel adamlardı ama korkutucuydular. Benim boyum bu iri yarı adamların muhtemelen ancak göğüslerine gelirdi.

Kyitt'e baktım. “Gözleri mavi mavi parlıyor mu?”

Çok havalıydı.

“Evet, sadece bazıları öyle, kan bağına da bağlı,” diye fısıldarken o da aynı derecede büyülenmiş görünüyordu. “Sanırım sadece yüksek rütbeli Gaelinler böyle.”

Arkama baktığımda nefesim kesildi.

Gözlerim kutup ayısının üzerindeki bir adama takılmıştı, kendinden emin bir şekilde otururken eyeri ay ışığında gümüş gibi parlıyordu. Aniden atından indi, kimi Gaelinleri işaret edip konuşmaya başladı.

Bana doğru döndüğünü gördüğüm halde bakışlarımı alamıyordum, az önce bindiği canavarın kalbimi durduran gürültülü kükremesi bile umurumda değildi. Ayının kafası vücudumun üst yarısından daha büyüktü; ürpermiştim.

Tamamen bana doğru döndüğünde göz göze geldik. Biri karnıma öyle sert bir yumruk atmıştı ki nefesim kesilmişti sanki.

Çok geçmeden zihnim de gözlerime yetişti. Yavaş bir nefes alıp bir nebze kendime geldim.

Bu adam, parlak fildişi teni ve karanlıkta parlayan büyüleyici kısık bakışlarıyla olağanüstü -inanılmaz derecede- yakışıklıydı. Yüzünün kemikli yapısı onu rakipsiz kılıyordu.

Bundan emindim.

Bu tipte bir erkek örneğini görmek ne büyük bir zevkti. Buna tanık olmak için Dünya gezegeninden ayrılmam gerektiğini düşününce, bu deneyimle kendimi gerçekten onurlandırılmış hissediyordum.

İlk kez tek boynuzlu at görmek gibi bir şeydi bu.

Bu melek gibi yaratığın önünde kendimden geçmeden önce ciğerlerim havayla doldu.

Bütün bu ihtişamıyla tüm vücudunun parıldamamasına ya da aniden büyük beyaz kanatlar çıkarıp bir daha asla görülmemek üzere uçup gitmemesine şaşırmıştım.

Arsız bakışlarım tanrısal endamının her santimini yiyip bitiriyordu. Böyle biriyle birlikte olmak nasıl olurdu acaba?

Onun da bakışlarını benimkilerden ayırmadığını, neredeyse merakla beni izlediğini fark ettim. Melek, yere kadar uzanan siyah beyaz bir kürküyle kraliyet ailesinden biri gibi görünüyordu.

“Kız kardeşim!” Yanımdaki Kyitt'in beni sertçe çimdiklediğini hissettim. “Ne yapıyorsun sen?!”

Ona çenesini kapamasını, beni göz alıcı mutluluğumla baş başa bırakmasını söyledim galiba; hayatımda bir kez yaşayacağım bu ânı mahvettiği için kızgındım.

Doğal ortamında bir meleğe tanıklık ediyordum.

Keşke bir kameram olsaydı.

Beni tutup kulağıma fısıldadı, “Kardeşini süzmeyi kes!”

Kardeşim miydi?

Hayır.

Anlayamamıştım.

Kyitt beni tekrar çimdikleyip yeniden fısıldadı. “Bu senin KARDEŞİN, Xilleth Kralı Andreas - seni nişanlı hedefine ulaştırmak için burada olan kişi!” dedi fısıltıyla tıslayarak.

Meleksi varlıkla göz temasımı kesip dehşet içinde Kyitt'e baktım, dünyam yavaş yavaş yıkıldı. Kardeşimi mi süzüyordum yani!? Ne. Saçma. Sapan. İşti. Bu.

Aniden dönüp kulübeme doğru ilerledim, utançtan yüzüm kıpkırmızıydı.

Fark etmiş miydi!?

Onu yiyip bitirdiğimin farkında mıydı?!
Hayır, hayır, hayır, hayır, hayır...

Kyitt arkamdan “Nereye gidiyorsun?” diye seslendi.

Kulübeye girdiğimizde Kyitt'i boğazından tutup duvara yasladım. “KARDEŞİMİN böyle göründüğünü bana söyleyebilirdin.”

Gözüm dönmüştü.

Bunu hissedebiliyordum.

Kyitt ellerimi boğazından çekti.

“Bilmiyordum!” diye tısladı. “Ama şimdi Andreas'ın dramını anlıyorum. Kardeşim, görücü usulü evlenmenin sebebi Andreas.”

“Elli yıl kadar önce, Andreas Petra Kralı'nın iki karısıyla yattı. Şimdi de, Andreas ödeşmek için kız kardeşini, nadir bulunan bir Aekos'u, krala evlenmesi için sunuyor.”

Ona baktım. “Nasıl yani, ikisiyle de mi yattı? Aynı anda mı? Birlikte mi?”

Kıkırdayıp başını salladı.

Zihnimde müstehcen görüntüler canlanmıştı. “Elli yıl önce mi? Andreas kaç yaşında?!” Zihnim allak bullak olmuştu, idrak edemiyordum.

“Yüz yaşında falan,” dedi, “ama Gaelinler uzun yaşar.”

“Bana hiç benzemiyor. Nasıl benim kardeşim olabilir? Ben Asyalıyım, bir Aekos'um.” Yanılıyor olmalıydı. O benim kardeşim olamazdı.

“Belli ki evlilik yoluyla akrabasınız.” Bana aptalmışım gibi baktı. “Baban sen beş yaşındayken Xilleth Kraliçesi'yle -Andreas'ın annesiyle- evlendi.”

“Bu sayede şimdi bir prensessin; yoksa Xilleth kraliyet ailesinden olamazdın. Andreas seni sadece bir kez, küçükken görmüştü - ya da İMA hafızasına öyle yerleştirmişti.”

Gözlerimi kapatarak ondan uzaklaştım. “Tanrı'ya şükürler olsun ki kan bağımız yok. Çok ama çok uzaklara kaçmak üzereydim.”

“O hâlâ teknik olarak senin kardeşin,” diye belirtti Kyitt.

“O kadar dakötü değil.” Kyitt’e ters ters baktım, kardeşimin meleksiliğini görmezden gelmek zorunda kalacağımı biliyordum. “Sadece onu görmezden gelmeliyim.”
“Evet.” Kollarını kavuşturdu. “Ama senin ona kızışmış bir kedi gibi baktığını gördü! Sanki, ahh, büyük baba, gel bana biraz ver!! der gibiydin.” Baygın bir sesle bunları söylerken, kalçasını ileri iterek dansı etmeye başladı.

Sonra bana sırtını dönüp sanki biriyle öpüşüyormuş gibi kollarını kendi bedenine sardı.

Onu izlerken yüzüm kızarmıştı. “O kadar da kötü değildi.”

Ağzını kapatarak güldü. “Kız kardeşim, bu görsel tacizden sonra onu yemeğe çıkarmalısın. Zavallı adam.”

Kyitt’i öldürecektim neredeyse.

Tam ona saldırmak üzereyken arkamda birini hissedince Kyitt'in zamansız ölümünü gerçekleştiremeden donup kaldım. Yüzümün rengi soldu. Sezgilerim devreye girdi.

Yavaşça döndüğümde onu -KARDEŞİMİ- kapı aralığında dururken gördüm. İri gövdesiyle kürk mantosu kulübenin tamamını kaplıyor gibiydi.

Nefes aldım.

“Küçük Hiro,” dediğinde seksi, alçak bariton sesi beni sersemletti. “Seni son gördüğümde saçların atkuyruğuydu.”

Kyitt'in bir ses çıkardığını duydum.

Yine de ölecekti.

Sözüm sözdü.

Geleneklerini otomatik olarak bildiğim için eğilerek selam verdim. “Seni tekrar görmek güzel...” Ona ne diyeceğimi bilemediğim için duraksadım.

Ona kardeşim diyemezdim.

Diyemezdim.

Bana yanlış geliyordu.

“Andreas,” dedi gülümseyerek, tabii ki bembeyaz dişleri de mükemmeldi.

Akıl sağlığımın gitmişti sanki. “Andreas.” Yüzümün liseli bir kızınki gibi kızardığını hissedebiliyordum.

Bu çok kötüydü.

Bunu beklemiyordum; beni tamamen gafil avlamıştı.

Hayat dolu mavi bakışları sonsuzmuş gibi görünen bir süre boyunca yüzümde gezindi, sonra yavaşça bedenimden aşağı indi. Onu izlerken nefes alamadığımı hissediyor, ne düşündüğünü merak ediyordum.

Kısık bakışları sonunda tekrar benimkilerle buluştuğunda, sessizce nefes aldım.

“Çok güzel görünüyorsun, Hiro. Artık bir kadın olduğunu ve bu evlilikle ailemizi onurlandıracağını görebiliyorum. Sonunda Güney'le bir araya gelerek karanlığa karşı koyacağız.”

Zoraki gülümsedim.

Beynim birkaç dakika önce 5 dakika içinde döneceğim... deyip gitmişti sanki.
”Şu anda çok gülüyorum -ama içimden, beni duyamazsın, AMA GÜLÜYORUM- başın çok büyük belada, kız kardeşim!”

~

Andreas gözlerini kısarak önce Kyitt'e, sonra da bana baktı. “Telepatik misin?”

Gözlerim büyüdü.

KAHRETSİN.

HAYIR demek üzereydim! Tam o sırada-

“İlginç,” dedi ağzını hafifçe yamultarak. “Benimle geleceksin, küçük Hiro. Xilleth geçidi tehlikeli olacak.” Kyitt'e bir kez daha bakıp gitmek için arkasını döndü.

Bir nefes daha aldım, beynim oksijensizlikten acı çekiyordu.

İkimiz de birbirimize baktık.

Andreas'la birlikte gitmek zorundaydım, yani onunla birlikte oturacaktım... çok yakın olacaktık?! Yüzümün yandığını hissedebiliyor, geçmiş hayatımda bu işkenceyi hak edecek ne yaptığımı merak ediyordum.

Kyitt iç geçirdi. “Daha kötüsü de olabilirdi.”

İkimiz de daha kötü olamayacağını biliyorduk.

Continue to the next chapter of İyilik Meleği A.Ş.:Buzul Saray

Discover Galatea

İyilik Meleği A.Ş.:Kristal KomutanDeğişimSessiz Kurt 1: AlfaBatı'nın Kurtları: AvGünahkârlar ve Casuslar

En Yeni Yayınlar

Noel Ruhuİyilik Meleği AŞ: Bonus İçerikSeroje: Gören GözViking Kralı'na Aşık Olmak ve Diğer Kötü KararlarHarley’nin Ateşi