Beşik Hırsızı - Kitap kapağı

Beşik Hırsızı

Shannon Whaley

Cinayetin Şekli

Lennoxbir şey daha buldum
Lennoxgeri gelmeniz lazım
Ryderbeş dakikaya oradayız

Otuz Dakika Önce

MARK LENNOX

Et sadece ettir. ~

Kan sadece kandır. ~

Kemik sadece kemiktir. ~

Madde maddedir madde maddedir... ~

Mark bu tekerlemeyi tıp fakültesindeyken uydurmuştu. Ne zaman tüyler ürperten bir ceset görse kendi kendine bunu söylerdi. Ya da paramparça olmuş bir ceset gördüğünde. Ya da her ikisi de.

Ve genellikle işe yarardı. Polis merkezinin baş adli tabibi olarak çalıştığı sekiz yıl boyunca sadece bir kez kusmuş ve iki kez ağlamıştı.

Ama Isabelle Mackintosh'un tahrip edilmiş cesedine bakarken hem ağlamak hem de kusmak istiyordu.

Fakat devam etti. Adaletin yerini bulması için gereken tüm testleri yapması gerekiyordu.

Tekerleme kafasında amansızca dönüp dururken örnek aldı, kesti, topladı ve kazıdı.

Madde maddedir, madde maddedir... ~

Ama hayır. ~

Bu sadece incelenecek bir molekül yığını değildi. Birinin çocuğuydu. Bir babanın küçük kızıydı.

Mark sekiz ay önce hayatının en mutlu gününü yaşamıştı. Karısı Cassie, üç yıllık denemelerinin sonucunda, nihayet hamile olduğunu söylemişti. Birkaç hafta sonra baba olacaktı.

O zaman çok mutluydu. Ya şimdi?

Sadece korkuyordu.

Masum bir hayatı bu zalim dünyadan nasıl koruyacaktı? Peki ya yapamazsa? Kendini affedebilir miydi?

Düşünmemeye çalış. ~

Kendini önündeki işe odaklanmaya zorladı.

Et sadece ettir sadece... ~

Bir saatlik incelemenin sonunda kızın vücudunda en ufak bir DNA kalıntısı bile bulamadı.

Böyle şiddetli bir saldırıda bu nasıl mümkün olabilir? ~

Katil lanet olası bir koruyucu elbise mi giyiyordu? ~

Ama kızın cinsel organında travma olduğunu bulunca daha da altüst oldu.

Orospu çocuğu. ~

Keşke bu masada o olsaydı. O zaman neşterimi bu kadar nazikçe kullanmazdım. ~

Ryder ve Phillips'e mesaj atıp onları tekrar laboratuvara çağırdı.

"Amatör karın oyma sanatından daha korkunç ne olabilir?" diye sordu Phillips oraya vardıklarında.

"Onu öldürdükten sonra tecavüz etmiş," dedi ve söyledikleri odaya bomba gibi düştü.

Ryder ve Phillips'e baktı. Duyduklarını sindirmeye çalışıyorlardı.

Phillips eğilip ellerini dizlerinin üstüne koydu. Kusmak üzereydi.

Ryder her zaman yaptığı gibi parmaklarıyla saçını taradı ama parmakları saçına dolandı.

Bu dava iyice yoldan çıkmaya başlamıştı ve yapılacak testler henüz bitmemişti.

Kan sadece kandır... ~

LAUREN RYDER

Lauren ona Mackintosh davası hakkında bilgi verirken Hale de giderek artan bir ritimle parmaklarını masaya vuruyordu.

"Biraz da iyi haber ver. Hiç ipucu var mı mesela?" diye sordu.

Lauren üzgün bir şekilde başını salladı.

"Birazdan etrafı biraz daha incelemek ve birkaç soru daha sormak için evlerine gidiyoruz. Ama düşmanları olacak bir aileye benzemiyorlar. Tatlı, normal bir aile."

"Bunun resmi olarak en önemli önceliğimiz olduğunu söylememe bile gerek yok. Tekrar birine saldırmasına izin veremeyiz. Üzerinde çalışmaya devam et, Ryder."

Lauren başını salladı ve gitmek için arkasını döndü.

"Ancak..."

Lauren hızlıca teğmene döndü ve "Ancak ne?" diye sordu.

"Aynı yaşta bir yeğenin olduğunu biliyorum. Emma, değil mi?"

"Yani?"

"Yani... bu durum kişiselleşmeye başlarsa istersen..."

"Hayır, efendim. Bu davaya tamamen profesyonelce yaklaşıyorum."

Hale ona bilmiş bir ifadeyle baktı. "Ryder geçmişte bunun örneğini yaşadık. Tekrar olabilir."

"Lütfen, güvenin bana. Şimdi daha iyiyim. Ve bunu çözmem gerek."

"Sana güveniyorum, Ryder. Ama konuşmak istersen kapım her zaman açık, biliyorsun."

"Evet, biliyorum."

"Kendine iyi bak. Rozetini korumanın şartlarını da unutma. Kanunları uygulayabilirsin ama onların üstünde değilsin," dedi.

Lauren elini saçlarına götürdü. Bu fikre itiraz etmeyi çok istiyordu ama Hale'e bunu yapamayacak kadar saygı duyuyordu.

"Öyle yapacağım, efendim. Söz veriyorum."

Ofisten çıkıp doğruca merkezin mutfağına gitti.

Hale'in endişeleri yirmi dört saattir bir şey yemediğini hatırlattı, yani Isabelle'in cesedi bulunduğundan beri.

Midesinin guruldadığının ve başının zonkladığının bile farkında değildi.

Hızlıca krem peynire batırılmış yarım simit yedi, üstüne bir yudum bayatlamış kahve içti ve Phillips'i bulmak için mutfaktan çıktı.

Sabahın erken saatleriydi ama tutunabilecekleri herhangi bir şey bulabilmek için Mackintoshlar’ın dairesine gitmeleri gerekiyordu.

STEVE PHILLIPS

Yumuşak pembe duvarlar. Hiç bozulmamış beyaz çarşaflar. Yeşil, tüylü bir halı. Yerden tavana kadar uzanan peluş hayvan koleksiyonu. ~

Angela Phillips'e odayı Isabelle'in tasarladığını söyledi. Home Depot'ya gidip pembenin en mükemmel tonunu bulana kadar bütün örneklere bakmışlardı. Sonunda, Pastel Prenses renginde karar kılmışlardı.

Angela konuşurken bir gülüp bir ağlıyordu. Oturma odasındaki baba Mike ise kollarını yana sarkıtmış öylece duruyordu.

Phillips not almaya yetişememeye başladı bu yüzden defteri kapatıp ellerini kavuşturdu ve sakin görünmeye çalıştı.

Anneyi Isabelle’in odasından çıkarıp oturma odasına götürdü. Onlar otururken Laura da etrafı incelemeye devam etti. Phillips’in gördüğü kadarıyla Isabelle'in yatak odasındaki hiçbir şeye dokunulmamıştı.

Katil tıpkı bir hayalet gibi gizlice içeri girmiş ve çocuğu hiç iz bırakmadan götürmüştü.

Lauren odadan çıkarken Phillips döşemelerin yüksek sesle gıcırdadığını fark etti.

Ama gürültü ebeveynleri uyandırmadı. ~

"Bu dairenin anahtarı başka kimde var?" diye sordu Lauren Isabelle’in babasına.

Phillips, Mike Mackintosh'un az konuşan bir adam olduğunu fark etti. Belki de içindeki bulundukları durum onu bu hale getirmişti. Emin olmanın bir yolu yoktu.

Çökmüş gözlerini ve sakal tıraşı olmamış yüzünü mutfağa çevirerek "Temizlikçimiz Marta'da var," dedi. Phillips ve Lauren de o tarafa baktı.

Anneyi oturduğu yerde bırakan Phillips İspanyolca’ya geçti veMarta'yı sorgulamaya başladı.

LAUREN RYDER

Lauren ikilinin ne konuştuğunu anlayamıyordu ama Marta'nın beden dilini gözlemleyebiliyordu, ki bu oldukça iyi olduğu bir konuydu.

Zavallı kadın kambur duruyordu. Belli ki günlerdir uyumamıştı. Gözleri kan çanağına dönmüştü. Burnu kıpkırmızıydı ve elindeki mendili sıkı sıkı tutuyordu.

Adeta kendi çocuğunu kaybetmiş gibiydi.

Phillips yanına dönünce "Çok yakındılar herhalde, değil mi?" diye sordu Lauren.

"Evet. Marta Isabelle doğduğundan beri Mackintoshlar’la birlikteymiş. Isabelle onun elinde büyümüş."

"Ah."

"Ama ondan bir şey çıkacağını sanmıyorum. Neredeyse aileden biri."

"Hiç anahtarını kaybetmiş mi? Ya da birine ödünç vermiş mi?"

"Hayır," dedi Phillips. Lauren yüzündeki ifadeden ortağının ne kadar hayal kırıklığına uğradığını anlamıştı.

Sırada ne var? ~

"Hadi gidip apartman görevlisini bulalım," dedi Lauren.

STEVE PHILLIPS

Görevliyi beklerlerken Phillips’in aklı bir anlığına evine ve Melissa’ya gitti.

Çılgın çalışma temposu yüzünden evde fazla vakit geçiremiyordu.

Bekarken bu sorun olmuyordu. Ama şimdi... hele de böyle bir günün ardından, bir an önce kız arkadaşının yanına dönmeyi ve her şeyden uzaklaşmayı istiyordu.

Kokulu mumları sevdiğini otuz yaşına geldiğinde fark etmişti. Özellikle de yeni pişmiş kurabiye gibi kokanları.

Böyle günlerden sonra zihnini rahatlatmasına yardımcı oluyorlardı.

Hem fiziksel hem de ruhsal olarak çok yorgundu ama yapması gereken çok şey vardı.

Mackintoshlar’ın apartman görevlisi dedektifler yanına ilk uğradığında dışarıdaydı. Ama ertesi sabah ona ulaşmayı başardılar. Adı Jarvis’ti. İşi babasından devralmış kısa boylu, kel bir adamdı.

Büyük bir alet kemeri ve ondan daha büyük bir anahtarlığı vardı.

Phillips anahtar yığınını işaret ederek "Son zamanlarda onları bir yerde bırakmış ya da unutmuş olma ihtimalin var mı?" diye sordu.

"Bunları asla gözümün önünden ayırmam. Ayrıca, hangi anahtarın hangi kapıya uyduğunu anlayabilecek tek kişi de benim. Onları etiketlememe bile gerek yok," dedi ukala bir gülümsemeyle.

Aman ne iyi... ~

Phillips görevlinin soluk yüzündeki sırıtışı silmek istedi. Adam durumun ciddiyetinin farkında bile değildi.

"Peki apartmanda güvenlik kamerası var mı?"

"Sadece lobide var."

Phillips ve Lauren dikkat kesildi.

"...Ama bir aydır çalışmıyor. Şirketi arayıp birini yollamalarını söyleyip duruyorum ama biliyorsunuz işler..."

"Hayır, bilmiyorum," diye sözünü kesti Phillips. Sabrı tükeniyordu.

"Şehrin her yerinde müşterileri var. Küçük kameramız onlar için pek öncelikli değil yani. Ama onlara bu durumu anlatacağım, belki o zaman ilgilenirler."

"Bu şirketin adı ne?" diye sordu Ryder.

"Lockton Security. Ama onlara ulaşma konusunda iyi şanslar dilerim. Son aradığımda neredeyse bir saat hatta beklettiler."

"Tamam, peki." Lauren üzerinde iş ve cep telefonu numarasının bulunduğu kartı çıkarıp Jarvis'e uzattı. "Bir şey duyarsanız bizi arayın."

"Size bir şey sormak istiyorum... Çocuklar... Benden şüphelenmiyorsunuz, değil mi?" diye sordu Jarvis.

"Hayır. Eşiniz ifadenizi doğruladı," dedi Ryder.

"Ve Facebook'ta yayınladığınız üç bin Yankees maçı fotoğrafı da," diye ekledi Phillips.

"Harika bir maçtı! İzleyebildiniz mi?"

"Biraz meşguldük," dedi Phillips kinayeli bir şekilde.

Dedektifler yeni bir ipucu yakalayamamış olmanın hayal kırıklığı içinde asansöre bindiler. Yukarı çıkarlarken ikisinin de aynı anda telefonu çaldı. Önce Phillips cevap verdi.

Ama telefon düzgün çekmiyordu ve konuşan kişinin sesi zar zor duyuluyordu.

"Detek… bir ceset… bul… hemen ge..."

Ama sinyal gitti. Phillips asansörün kapısı açılır açılmaz koşarak lobiye çıktı.

"Tekrar et," dedi.

Telefon tekrar çekmeye başladı.

Ramon Aponte Oyun Alanı'nda altı yaşında bir kızın cesedi bulundu. 47. Cadde, 8. ve 9. Bulvarlar arasında.

Phillips ortağını kolundan tuttu ve ön kapıya doğru çekti.

"Bir tane daha mı?" diye sordu Lauren tiz bir sesle.

Phillips başını sallayıp telefonundaki saate baktı.

Lauren huzursuz bir bakış eşliğinde "Belli aralıklarla yapıyor," dedi.

Phillips fısıldar gibi cevap verdi: "Evet, ilkinin üstünden sadece yirmi dört saat geçti. Hadi gidelim."

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok