Alfa'nın Çağrısı: Final - Kitap kapağı

Alfa'nın Çağrısı: Final

Bianca Alejandra

Doğa Gezisi Yarıda Kesildi

SEBASTIAN

Arthur yine gitmişti ama iz bırakmadan ortadan kaybolma alışkanlığının aksine bugün arkasında bir harita bırakmıştı.

Lyla ile birlikte kahvaltı ettikten sonra haritaya baktık. Harita Banff Parkı’nın topografik görüntülerini içeriyordu. Birkaç bölge kırmızı mürekkeple işaretlenmişti.

Lyla, "Sence bunlar Arthur'un aradığı yerler mi?" diye sordu.

Baharatlı sosisimi çiğnerken, "Hiç sanmıyorum. Eğer o bölgeleri arıyor olsaydı, bizi de yanında götürürdü, değil mi? Bizi Kanada'ya sırf otelde saatlerce kalalım diye kaçırmış olamaz."

Lyla bana sinsi bir bakış attı. "Eğer kaçırdıysa, ona teşekkür etmeliyim."

Önce gülümsedim ama sonra hemen ayıldım. "Belki de Ay Tanrıçası'na yapılan saldırıdan sonra planları değişmiştir."

"Belki," dedikten sonra omuzlarını devirip kaşlarını çatıp haritaya baktı. "Ama anlamadığım kısım neden bize hiçbir şey söylemediği. Ortadan kaybolup duruyor. Eminim içmeye gitmiştir."

"Bunu sen de fark ettin mi?" diye sordum.

Arthur otele sık sık çeşitli türlerde alkol kokusuyla dönüyordu. Bunu saklamaya çalışıyor gibi bile görünmüyordu. Lyla'yla benim süitte ondan ayrı bir odamız olduğu için çok mutluydum.

Lyla haritayı katlamadan önce gerindi. "Bunun gerçekten bir önemi yok, değil mi?"

Şaşkınlıkla ona baktım. "Ne demek istiyorsun?"

"Demek istediğim, eve dönmemiz gerekiyor. Kutsal Şehir'e yapılan saldırı ve Ay Tanrıçası'nın ölümünden sonra sürüyle birlikte olmamız gerekiyor," dedi.

Lyla haklıydı. Böylesine sarsıcı olaylardan sonra sürünün liderlerine her zamankinden daha çok ihtiyacı vardı.

"Ama hâlâ Arthur'un sağlayabileceği fonlara çok ihtiyacımız var," diye hatırlattım.

Lyla kaşlarını çattı. "Onsuz bu durumla nasıl başa çıkacağımızı bulacağız. Bir maymun gibi seni parmağının ucunda oynatmasına izin vermeyeceğim."

Tanımlaması beni güldürdü. "Maymun gibi, ha?"

Burnunu kırıştırıp, "Bu bir deyim," diye açıkladı.

"Öyle mi?" diye sordum.

"Ben öyle diyorsam öyledir," diye cevap verdikten sonra elimi tuttu, yüzünde bir gülümseme belirdi. "Başka nasıl bir deyim var biliyor musun?"

"Nasıl?" Beni yatak odasına götürürken onu takip ettim.

"Nefesim kesilene kadar öp beni."

Bunun bir deyim olduğunu söylemeye çalıştığından veya bana bir emir verip vermediğinden emin değildim. Ama fark etmedi. Onu kollarıma çekip doyasıya öptüm. Kapıyı tekmeleyip kapattı. Baş başa geçirdiğimiz zamandan yararlanabildiğimiz için çok mutluydum.

LYLA

Sebastian ile yatakta, masada, yerde, duvarda, duşta birkaç saat geçirdikten sonra yiyecek bir şeyler aramak için otel odasından çıktık.

Otelin lüks bir restoranı vardı ama fiyatlara bakınca başka bir yere gitmeye karar verdik.

Hesabı Arthur ödüyor olabilirdi ama ona bizden daha fazlasını talep etmesi için bir neden vermek istemiyorduk. Zaten tüm bunların nelere yol açacağı konusunda endişeliydik.

Yemeğimizi yedikten sonra Sebastian, "Otele geri dönmek istemiyorum," dedi.

Ben de başımı salladım. Dünyanın güzel bir yerindeydik. Banff'ta hâlâ kilometrelerce el değmemiş arazi vardı. Görülecek ilginç şeylerle dolu olmalıydı. Ayrıca üzerinde herhangi bir sürü kurulmamış olan nadir yerlerdendi.

Banff tarafsız bir bölgeydi. Faturalarını ödedikleri sürece herhangi bir sürüden herkes buraya gelebilirdi.

"Buraya tekrar gelebilmemiz için uzun bir süre beklememiz gerekebilir," deyip kabul ettim. "Bu avantajı kullanıp turistik yerleri görelim."

Bir tur rehberinin etkinlik listesini bulup inceledik. Bana en ilginç gelen yerler; Banff'taki özel kaplıcaların tarihini anlatan mağara, havza ile Louise Gölü, Moraine Gölü ve diğer bazı yürüyüş parkurlarıydı.

Sebastian, "Göller benim için en eğlencelisi olacak gibi görünüyor," dedi.

"Mağara ile havza merkezini gezmekle ilgilenmiyor musun?" diye sorup alay ettim.

Sebastian beni öptü. "İlgilenmemekten ziyade, daha çok kendimi huzursuz hissediyorum. Kurtlarımızı koşuya çıkarmak iyi olur, değil mi?"

O söyleyince ben de kendimi huzursuz hissettim. Otel odasında çok fazla enerji tüketmiş olsak da, yine de hareket etme ihtiyacı hissediyordum. Belki temiz havaya çıkmak bu konuda yardımcı olabilirdi.

"Kulağa hoş geliyor," dedim.

"Belki Arthur'un bizden ne istediğini anlama şansımız olur," diye ekledi Sebastian.

Sanki omuzlarındaki gerginliği hafifletmeye çalışıyormuş gibi omuzlarını sıvazladı.

İyi bir noktaya parmak basmıştı. Eve gidip sürüyle ilgilenmeye başlayana kadar ikimizin de bu huzursuz hissi atlatabileceğini sanmıyordum.

Yine de dağlara çıkmak şu an için iyi bir orta nokta sayılırdı. O gün için ihtiyacımız olan eşyaları toplayıp yola çıktık.

Louise Gölü'ne vardığımızda, eşimle birlikte kayalık sahilde durup göle baktık. Su arduvaz rengindeydi. Gri denemezdi ama neredeyse griydi. Daha önce bu renkte su hiç görmemiştim.

"Bu inanılmaz," diye itiraf ettim.

Sebastian bana, "Bunun nedeni eriyen buzuldan suya karışan mineraller," dedi.

Yanına sokuldum. "Eve döndüğümüzde sürü için bir havuz inşa etmeyi düşünmeliyiz. Biliyorum, biliyorum, paramız yok. Ama ben…"

Birden durdum, burun deliklerime bir koku çarptı. Başımı çevirdim.

İşte oradaydı.

Pençelerimi uzattım, göğsümde bir hırıltı yükseldi.

Mercer!

SEBASTIAN

Saldırmadan hemen önce Lyla'daki değişimi hissettim. Onunla birlikte dönüp peşinden gittim. Onu korkutan her neyse, yanında olacaktım.

Ruh halindeki ani değişimin nedeni çok geçmeden anlaşıldı, Mercer da oradaydı. Dişlerim uzadı. Daha önce Lyla'yı öldürmeye çalışmıştı. Burada ne işi vardı?

Aslında Arthur, Lyla ile beni onu bulmaya sürüklerken onun ilk Ay Tanrıçası'nın peçesinin peşinde olduğunu bilmek, bu konuda oldukça net bir fikir veriyordu.

Lyla Mercer'a çarpıp onu savurdu.

Ben de ona katılıp yüzüne yumruk atmak için yumruğumu geri çektim.

"Sen!" diye uludu, yüzü kıpkırmızı olmuştu.

Derken yumruğum ağzına çarptı. Dişlerinin gevşediğini hissettim. Tekrar geri çekildiğimde, Lyla Mercer'ı yakasından yakalamıştı. Gözlerinde yanan öfkeyle onu sertçe sarstı.

"O sendin, değil mi? Kutsal Şehir'e saldıran sendin. Ay Tanrıçası'nı sen öldürdün."

Mercer Lyla'nın bileklerini yakaladı. Onu üzerinden çekmeye çalıştı ama Lyla'nın tutuşu son derece güçlüydü. Ellerini Lyla'nın boynuna dolamaya çalıştığında hırlayıp onu uyardım.

Gözleri bana kaydığında yüzünde alaycı bir ifade belirdi. "Evet, sahte Ay Tanrıçası'nı öldürdüm. Peki sen bu konuda ne yapmayı düşünüyorsun?"

Lyla ağzını açtı ama cevap veremeden yan taraftan bir cisim bize çarpıp Mercer'dan uzağa savrulmamıza neden oldu.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok