
Mercer'dan uzağa itildikten sonra ayağa kalkmak için çabaladım. Pençelerim çıkmıştı ama saldırganımla yüzleşmek için döndüğümde, tamamen dönüşmek için zamanımın olmadığını biliyordum.
Bazıları insan, bazıları kurt formunda olan bir düzine kurt adam çam ormanının içinden üzerimize geliyordu. Sebastian ile Mercer'dan uzaklaşmamıza neden olan kişi pisliğin ayağa kalkmasına yardım ediyordu.
Hırlayıp kendimi tekrar ileri attığımda yolum bana dudak büken iki adam tarafından kesildi.
"Yaptığının bedelini ödeyeceksin, Mercer!" diye uludum.
Kahretsin, kılıcımı getirmeliydim! Pençelerimi ilk adama savurup göğsünü yaraladım. Acıyla çığlık atıp geriye düştü.
Yerini başka bir adam almıştı.
Sebastian arkama geçip sırtımı daha fazla saldırıya karşı korudu. Adamlar etrafımızı sardılar. Yumrukladım, tekmeledim, yüzlerini tırmaladım, boğazlarını yırttım. Etrafımızda dans ediyor gibiydiler, sanki onları kovalamaya çalışmam için beni kışkırtıyorlarmış gibi bir yaklaşıp bir geri çekiliyorlardı.
Sebastian'ın yanından ayrılmamaya dikkat ediyordum. Onu bırakırsam kör noktalarımdan saldırıya uğrayıp kavgayı kaybedeceğimi biliyordum.
İlk kurt ileri atıldı. Boğazıma atlarken çenesi havada âdeta şakladı. Yuvarlanıp yolundan zar zor kaçabildim.
Saldırganlarımız acımasızdı, etrafımızda dönüp bize saldırmaya devam ediyorlardı. Ne zaman ileri bir hamle yapsam, üzerime saldırıp beni geri püskürtüyorlardı. Dişlerle pençeler giysilerimi, derimi yırttı. Havada ağır bir kan kokusu vardı.
Ormanda bir uluma duyuldu. Ses o kadar güçlüydü ki içgüdüsel olarak donakaldım. Başımı sesin geldiği yöne çevirdim. Etrafımdaki diğer kurt adamlar da durdular.
Ağzım açık, orada öylece kalakalmıştım. Bir yanım savaşmak için çığlık atıyordu ama böyle bir canavara karşı bunun faydasız olacağını biliyordum. Ayaklarımı hareket ettirebilseydim, koşmayı deneyebilirdim. Bunun da faydasız olduğunu biliyordum.
Kurt tek bir hamlede bize ulaşabilirdi.
Öyle de oldu. Sebastian ile yanımıza hafifçe inip saldırganlarımızı parçaladı.
Saniyeler içinde her şey bitmişti. Etrafımızda üç ceset yatıyordu, geri kalanlar etrafımızdaki ormana kaçıyorlardı.
Kurt kımıldadı, uzun kürkü yok olurken insan formu ortaya çıkmaya başlamıştı. Gözlerimizin önünde Arthur'un şekli belirirken gördüklerime inanamıyordum.
Tamamen çıplaktı.
Penisini sallayıp, "Gördüğün bir şey hoşuna mı gitti?" diye sordu.
Durum hiç komik olmasa da kendimi tutamayıp kahkahayı patlattım.
Sebastian bana amcasının kavgacı biri olarak ün yaptığını söylemişti. Şimdi nedenini anlayabiliyordum.
Kaşlarımı çatıp gömleğimi çıkardıktan sonra üzerini örtmesi için Arthur'a fırlattım. "O şeyi görmek istemiyorum."
"Kıskandın mı, Cüce?" diye sordu.
Her ne kadar az önce canımızı kurtardığı için minnettar olsam da, onun sataşmalarını kaldıracak havada değildim. "Mercer nerede?"
Lyla işaret edip, "Bu tarafa gitti," dedi.
İzleri takip etmeye başladığımızda yanına yaklaştım. Birkaç metre gittikten sonra izler gölün içinde kayboldular.
Kollarımı kavuşturup suyun karşısına bakarken Lyla bir dizi küfür savurdu. Gölde bir tekne izi yoktu, o kadar uzağa gitmiş olamazdı.
"Ayrılıp kıyı boyunca nereden çıktığını aramalıyız," dedim.
"Bu kötü bir fikir," dedi Arthur.
Ona doğru döndüm. Mercer'ı görmenin verdiği öfke hâlâ midemde fokurduyordu ama herhangi bir aptallık yapmayacaktım. "Bunun kötü bir fikir olduğunu söylemek için bir nedenin var mı?"
Arthur gömleğimi peştamal gibi beline sararken bana bir kaşını kaldırdı. "Bana mı soruyorsun?"
"Evet, söyleyeceklerini duymak istiyorum," dedim.
Bir an için bana baktıktan sonra yüzünde geniş bir sırıtış belirdi. "Senden hoşlanmamın bir nedeni olduğunu biliyordum, Cüce. Baban olsa hemen sallamaya başlardı."
Kaşlarımı çattım ama cevap vermedim.
"Dışarıda hâlâ daha çok kurt adam varken bu kötü bir fikir," dedi Arthur. "Eğer ayrılırsak, daha savunmasız oluruz. Zaten sayıca bizden üstünler. Durumu daha da kötüleştirmeyelim."
Haklıydı. Bunu görmeliydim. Parmaklarımla alnımı ovaladıktan sonra başımı salladım. "Doğru. Bunu önermemeliydim."
Arthur kıkırdadı. "Gerçekten de baban gibi değilsin."
Bunun bir hakaret mi yoksa iltifat mı olduğuna karar veremeden Lyla boğazını temizledi. "Eğer işiniz bittiyse, bir şey buldum."
Hemen onun yanına gittim. Bana sadece el büyüklüğünde, küçük bir kitap gösterdi. Kitabı aldığım gibi açtım. İçi anlayamadığım, karalama gibi bir dilde metinlerle doluydu.
"Harika," diye mırıldandım. "Tam da ihtiyacımız olan şey: Çözemeyeceğimiz bir ipucu!"
"Kendi adına konuş," dedi Arthur.
Lyla ile birlikte şaşkınlık içinde ona bakarken, kitabı aldı. Gözleriyle sayfaları taradıktan sonra bir kez başını salladı. Memnun görünüyordu. "Tam da düşündüğüm gibi. Bu, yok edilmeden önce yüzlerce yıl boyunca sadece Ay Muhafızları tarafından kullanılan eski bir dil."
"Nasıl okunacağını biliyor musun?" diye sordum.
Sırıtıp, "Evet. Bize aradığımız objeyi nerede bulacağımızı söyleyecek," diye karşılık verdi.
Bastırma çabalarıma rağmen öfke tekrar göğsümü ısıttı. "Tam olarak neyin peşindesin? Bize söylemek zorundasın Arthur. Oyun oynamayı sevdiğini biliyorum ama görünüşe göre Mercer da aynı şeyin peşinde. Kutsal Şehir'e saldırdı, Ay Tanrıçası'nı öldürdü. Biz…"
Arthur araya girip, "Hey," diyerek beni böldü, sesi beklediğim kadar sert değildi. Aksine, sesinde neredeyse bir yenilgi var gibiydi. Omuzları çökmüştü. Güçlü yapılı bir adam olmasına rağmen, bu onu neredeyse küçük gösteriyordu. "Biliyorum. Bu artık sadece benimle ilgili değil."
Lyla'nın eli elime kaydı, nazikçe sıktı. Onun varlığıyla sakinleşip derin bir nefes aldım.
"Bu bizden daha fazla kişiyi ilgilendiriyor," diye düzelttim usulca.
"Haklısın," dedi Arthur, beni yine şaşırtmıştı.
Lyla boğazını temizledi. "Bu konuyu burada konuşmamalıyız. Otele dönüp konuşmaya orada devam edelim, tamam mı?"
Başımı sallayıp elini tekrar sıktım.
"Akıllı bir eşin var," dedi Arthur.
Arabaya döndüğümüzde ortalık sessizdi. Her şey bıraktığımız yerde duruyordu. Mercer bizi tuzağa düşürmeye çalışmak yerine kaçma fırsatını değerlendirmiş olmalıydı.
Bu da onun burada olacağını bilmediğimiz gibi onun da bizim burada olacağımızı bilmediği anlamına geliyordu.
Bunun, Arthur'un bizi tuzağa düşürmediği anlamına da geliyor olmasını diledim.
Otele döndük. Asansörden indiğimizde Arthur kaskatı kesildi.
Bakışlarını koridora kadar takip ettim. Otel odamızın kapısı hafif aralık
duruyordu. Yanımda duran Lyla homurdandı.
Ellerimi esnetip pençelerimi tekrar çıkardım. Görünüşe göre bu savaş henüz bitmemişti.