Nathalie Hooker
Wolfgang
Zindanlara giden soğuk, nemli merdivenlerden inerken, beklentiyle ürpermekten kendimi alamıyordum.
Beta’m Max, keskin pençelerini taş basamaklara vurarak arkamdan geliyordu.
Wendell’in kardeşi Alastor’u sorgulayıp kurt ırkına yönelik hain planları hakkında bilgi alacaktık.
Zindanlara girdik. Hücrelerden birinden Alastor’un boğuk çığlıklarını duyabiliyordum.
Havada ağır bir çürümeyle umutsuzluk kokusu vardı. Loş koridorlarda önümü zar zor görebiliyordum.
Hücresine ulaştığımızda, “Ayağa kalk Alastor,” diye homurdandım. “Sana bazı sorularımız var.”
Alastor yavaşça yerden kalktı, kürkü keçeleşmişti. Gördüğü işkenceden gözleri kan çanağına dönmüştü. “Benden ne istiyorsunuz?” deyip tükürdü.
“Bilgi istiyoruz,” diye homurdandı Max. Tüyleri diken diken olmuştu. “Kardeşinin sürümüze karşı büyük bir şey planladığını biliyoruz. Bunun ne olduğunu bilmemiz gerekiyor.”
Alastor’un gözleri aramızda bir ileri bir geri gidip geliyordu. “Konuşmayacağım,” dedi sonunda, sesi titriyordu.
Dişlerimi gösterip bir adım öne çıktım. Kısık ancak tehditkâr bir sesle, “Konuşacaksın,” dedim. “Yoksa başka yöntemlere başvurmak zorunda kalacağız.”
Max yaralı pençesini tuttuğunda Alastor’un gözleri korkuyla açıldı.
“Yaralarını tuzlu suyla yıkayabiliriz,” deyip tehdit etti. “Hatta belki buradaki diğer kurtlardan bazılarının seninle ilgilenmesine bile izin verebiliriz.”
Max pençesini sıktıkça Alastor acıyla irkiliyordu. “Pekâlâ, pekâlâ,” dedi sonunda. “Konuşacağım.”
Alastor’un söyleyeceklerini duymak için sabırsızlanıp bir adım öne çıktım. “Bize bildiğin her şeyi anlat,” dedim, sesim emrediciydi.
“Wendell insan avcılar ve cadılarla birlikte çalışıyor,” dedi Alastor. Kısık sesle konuşurken tir tir titriyordu.
“Tüm kurt ırkını yok etmeyi planlıyorlar. Fairbanks’te, küçük bir yeraltı laboratuvarında kurt ırkını zayıf, savunmasız hâle getirecek bir serum üzerinde çalışıyor.”
Alastor’u dinlerken kanım öfkeyle kaynamaya başladı. “Onu durdurmalıyız,” dedim Max’e. “Ben gidip Aurora’yla konuşacağım.”
Max sürüyü toplamak için ayrıldığında Alastor’a döndüm. Soğuk bir ses tonuyla, “Burada kalacaksın. Eğer bize yalan söylediğini öğrenirsek, geri döneceğiz,” dedim.
Hücreden çıkarken Alastor korku içinde bir köşeye sinmişti, iniltilerinin sesi ıssız zindanlarda yankılanıyordu.
Sierra
Antrede durmuş, Wolfgang’dan haber almaya hazırlanırken kalbim göğsümde şiddetle çarpıyordu.
Wendell’in kardeşiyle konuşmak için zindanlara inmişti.
Ne olursa olsun, varlığımızı tehdit eden insan avcılarıyla cadılara karşı savaşa girmeye hazırdım.
Ön kapıya döndüğümde biriyle çarpıştım, neredeyse ayağımı kırıyordum.
“Dur bakalım, adımlarına dikkat et,” dedi derin, erkeksi bir ses.
Kafamı kaldırdığımda karşımda delici mavi gözleriyle kısa, siyah saçları olan bir adamın durduğunu gördüm.
Deri bir ceket giymişti, omzunda bir arbalet asılıydı.
Onu hemen tanıdım, Jordan’dı. Wolfgang’ın ordusunun arbaletle savaşma konusunda uzmanlaşmış birimini yönetmekten sorumlu olan kişiydi.
Fısıltıdan biraz yüksek bir sesle, “Jordan,” dedim.
“Sierra,” diye karşılık verdi, dudaklarına bir gülümseme yayılmıştı.
Göz göze geldiğimizde vücuduma elektrik çarpmasına benzer bir his yayıldı. Sanki zaman durmuş, dünyanın geri kalanı yok olmuş, geriye sadece ikimiz kalmıştık.
Boğuk bir sesle, “Sanırım daha önce tanıştık,” dedi.
“Sanırım tanıştık.” Kalbim beklentiyle çarpıyordu.
Birdenbire farkına vardım: Biz, birbirimizin kaderindeki eşleriydik. Aramızdaki bağ inkâr edilemezdi, o anda birlikte olmamız gerektiğini anlamıştım.
Jordan tereddüt etmeden bir adım öne çıkıp beni kollarına çekti.
Kollarımı boynuna doladım, dudaklarımız ateşli bir kucaklaşmayla buluştu, öpüşmeye başladık.
Sanki dünya yenilenmişti. İçimde kabaran aşkı, tutkuyu hissedebiliyordum.
“Buna inanamıyorum,” dedim nefes nefese. “Hayatım boyunca seni bekledim.”
Jordan gülümsedi, gözleri parlıyordu. “Ben de Sierra. Ben de.”
Birbirimizden uzaklaşırken, çok yakında bir savaşa gireceğimizi biliyordum ama Jordan yanımdayken önümüze çıkan her şeyin üstesinden gelebileceğimizi de biliyordum.
“Bazı avcılarla cadıların kıçlarını tekmeleyeceğiz,” dedi Jordan. Sesi sevgi ve huşu doluydu. “Harika olacağımızı biliyorum.”
Damarlarımda dolaşan adrenalin dalgasını hissedip gülümsedim. “Hiç şüphem yok.”
Wolfgang
Sarayın avlusunda yürürken aklımdaki düşüncelerin hepsi Aurora’yla ilgiliydi.
Köşeyi döndüğümde neredeyse Sierra’yla çarpışıyorduk.
Yüzünü aydınlatan bir gülümsemeyle, “Wolfgang!” diye bağırdı.
Başımı sallayıp selamladıktan sonra, “Sierra,” diye karşılık verdim. “Nasılsın?”
“Çok iyiyim,” dedi, gözleri parlıyordu. “Aslında sana söylemek istediğim bir şey var.”
Merakla bir kaşımı kaldırdım. “Neymiş o?”
“Eşimi buldum,” dedi yüzüne yayılan bir sırıtışla. “Adı Jordan, o inanılmaz biri. Onu bulduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum.”
Elbette eşi Jordan olmalıydı. Adam inanılmaz bir savaşçıydı, hatta en iyilerimizden biriydi.
Heyecanına gülümsemekten kendimi alamadım. “Bu harika bir haber Sierra. Senin adına sevindim.”
Sanki bir şey düşünüyormuş gibi bir an bana baktı. “Wolfgang, burada kalacağımı bilmeni istiyorum.”
Bunun üzerine gülümsedim. Eşini bulduktan sonra geri dönmek isteyeceğinden endişeleniyordum, sayıca fazla olmaya her zamankinden çok ihtiyacımız vardı.
“Kanlı Ay Sürüsü’ne özellikle bir eş bulmak için geldiğimi biliyorum,” diye devam etti.
“Ama bu savaşı kazanmanıza yardım etmek istiyorum. Gece Yürüyenler Sürüsü olarak Kanlı Ay Sürüsü’ne bağlılık yemini ediyoruz.”
Ona, minnettarlıkla hayranlık karışımı bir hisle gülümsedim. “Teşekkür ederim Sierra. Desteğin bizim için çok önemli.”
“Sadece üzerime düşeni yapmak istiyorum,” dedi. Sesi kararlıydı. “Özgürlüğümüz için, var olma hakkımız için savaşmak zorundayız. Ben de bu mücadelenin bir parçası olmak istiyorum.”
Ona hızlıca sarıldıktan sonra saat kulesinin önünden geçtim. İçimden bir ses Aurora’nın orada durup saçlarının rüzgârda dalgalandırdığını söylüyordu.
Oradaydı. Yanına yaklaşırken kalbim onun sessiz güzelliği karşısında kabardı.
“Hey, sen.”
Dönüp gülümsedi.
“Wendell hakkında haberler getirdim.”