Ejderhanın Hayvanı - Kitap kapağı

Ejderhanın Hayvanı

C. Swallow

Bölüm 3

Minx

Üç gün sonra

Ah şu ay ışığının güzelliği. Soğuk bir gece yarısı olmasına rağmen gökyüzü nadir görülen bir berraklıktaydı. Göle bakan küçük bir düzlüğün kenarında uzanıyordum.

Böyle açık alandayken kendimi sıcak tutmak için kara gömülürdüm. Şu an insan kafam kara gömülüyken beyaz kundağa sarılı bir bebek gibi görünüyordum.

Tavşan şapkam başımın üstündeydi. Dudaklarımda bir gülümseme vardı.

Uyku bastırırken “Tatlı... Güzel gökyüzü,” diye kendi kendime mırıldandım. Burada kendimi çok huzurlu hissediyordum.

Üç gün önce eşlerimden ayrıldıktan sonra uzun uzun düşünüp çok, çok uzaklara uçmaya karar verdim. Ancak içimdeki huzursuzluk beni hasta ediyordu. Bu yüzden kendimi iyi hissetmek için geldiğim onca yolu geri dönüp karaya indim.

Scar Şehri’nden Buz Kayalıkları'na kadar uçtum. Bu bölgenin ılıman bir iklimi vardı. Rüzgar o kadar sert değildi ve soğuk insanın etini kesmiyordu.

Yemeğimi düşünürken kendimden gayet memnun bir şekilde “Tatlı... Güzel yemekler...” diyerek iç çektim. Dört geyik. Kabul ediyorum biraz fazlaydı, ama neredeyse 12 saat boyunca durmadan uçtuğum için çok açtım.

“Tatlı... Güzel özgürlük...”

Arkamda tiz bir mırıldanma duydum. Çok tiz bir sesti... Küçük, minik bir Ateş-Püsküren gibi.

Gözlerimi çevirince kocaman kara gözleriyle umutla bana bakan yumruk büyüklüğünde bir ejderha gördüm. Evet, minyatürdü. Yeni doğmuş gibiydi.

Ona doğru hava üfledim. Kaldırdığı pençesini indirip daha yakınıma zıpladı. Titreyerek boynuma sokuldu. Küçük sarı bebek ejderha titrerken şikayet eder gibi sızlandı.

Gözlerimi kırparak “Kayıp mı oldun?” diye sordum.

Bir kişi bebeğini nasıl kaybedebilirdi?

Huzursuz Ateş-Püsküren sanki ısınmak için çabalıyormuş gibi bana doğru zorlukla sıcak bir nefes üfledi.

Hemen doğruldum. Küçük sarı topu yakalayıp avucumun içine aldım. Kafamı bu komik şeye doğru eğip gözlerimi kısarak baktım.

Bana cevap veremeyecek kadar minik olduğunu bilmeme rağmen “Adın ne senin?” diye sordum.

Sarı ejderha titredi ve bana burun kıvırdı. Hayır, burnundan horultu çıkmıyordu, burun kıvırıyordu. Hapşırma, ağlama ve horlama karışımı bir tepkiydi.

“Tamam o zaman, artık adın Snoot, Aptal Snoot,” diye hırladım ve doğal feromonlarımı kullanarak küçük Ateş-Püsküren'i sakinleştirdim. “Burada hayatta kalamazsın, Snoot-Snoot, anneciğini bulmalıyız.”

Ayağa kalkıp Snoot-Snoot’u küçük bir kese görevi görsün diye göğüslerimin arasına, sütyenimin içine yerleştirdim.

Göğsümde mırıldanırken poposunun düşmesini ve küçük kafasını dışarı çıkarmasını izledim.

İç çekerek boş araziye baktım. Bu yeni doğanın nereden geldiği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Tek bildiğim yakın bir yerden gelmiş olmalıydı.

Arazi kar, küçük bir orman, göl ve buzdan oluşuyordu... Sonra kayalık bir tepe vardı. Dağ bile değildi.

Daha çok birkaç mağaralı kayalık bir tepe gibiydi.... Birkaç mil uzakta olsa da oraya doğru gitmeye karar verdim.

Yürümeye başladığım anda göğsümden açlık bildiren bir ses duydum. Aşağı baktığımda, Snoot-Snoot salyalarını akıtmış, et arıyordu.

“Yakında,” diye söz verdim. “Çok yakında, Aptal Snootcuk.”

O başını yana doğru memnun bir şekilde eğerken gülümsedim.

Bu küçük yenidoğana karşı kendimi oldukça korumacı hissediyordum. Onu en kısa sürede annesine götürmem gerekiyordu.

Sonunda kayalık çıkıntıya yaklaştım, burada bir... Bir serap parçası görünce durdum.

Buralarda bir yerde Tempest ırkı olduğunu anlayarak gözlerimi kıstım.

Ancak, bu kötü bir şey değildi. Bu sadece ejderhaların yakınlarda olduğu anlamına geliyordu ki bu da Snoot-Snoot'un yalnız olmadığı anlamına gelirdi.

“Yakında, Aptal…” diyerek çabucak seraptan geçtim. Büyünün dışındayken tamamen dikkatimden kaçan yapıyı görünce gözlerim açıldı.

Büyü bariyerini geçince çıkıntılı ve dik kayalık çok daha büyük bir hale geldi.

Hâlâ büyük çoğunluğu kayalardan oluşuyor olsa da pencerelerden sıcak ve küçük ateşler çıkıyordu, hem de birçok pencereden. Büyük ihtimalle insanlar, ejderhalar hatta belki de büyücüler burada ikamet ediyordu.

Önümde büyük bir mağara giriş noktası vardı. Mistik girişi koruyan ellerinde meşale tutan, deri pantolon giymiş iki Gümüş ırk muhafız bulunuyordu.

Onlara tereddüt etmeden yaklaştım.

“Kayıp bir Ateş Püskü…”

Gardiyanlardan biri sözümü kesti. “Evet. Bu taraftan,” diyerek girmeme izin verdi.

Kenara çekilip bana yol verdiler. Kendi türüne saygı duyan ve türünü koruyup kollayan bir Ateş-Püsküren olduğum için bu kadar kolay içeri girebildiğimi düşündüm.

Çok daha sıcak olan mağara bölmesine girerken başımı sallayarak teşekkür ettim.

Snoot-Snoot kafasını dışarı uzatıp pençelerini sütyenimin ortasına yaslarken girdiğimiz alanı inceledi. Mağaranın ejderha sürüsüne ait olduğu aşikardı.

Sadece ejderha sürüleri böyle mağara sistemlerine yerleşirdi.

Meşalelerle kaplı dolambaçlı ana koridorlardan geçer geçmez yolumuz daha büyük bir mağaraya açıldı.

Ateş-Püskürenlerin ateş kenarında ya da kanepelerde uzandığı orta büyüklükte bir mağaraydı burası. Kimisi kaya duvarındaki garip girintilerde kestiriyordu.

İçeri girdiğim anda tüm kafalar bana döndü ve ani bir sessizlik oldu. Çenemi kaldırırken feromonlarım sonunda burun deliklerine ulaşmıştı.

Benim bir Bellum Minima Dominus ~olduğumu anlayacaklardı.

“Aptal Snootcuk kaybolmuş,” diye seslendim. Elime uzanan sarı Ateş-Püsküren avucuma atladı, oturdu ve kuyruğunu salladı. “Annesi kim? Ya da babası kim?”

“O benim küçük kız kardeşim.” Parlak altın saçlı bir kız ileri atıldı. Kız altı yaşlarında görünüyordu. “Adı Bezzel ama Aptal Snoot daha iyiymiş. O tam bir aptal maceraperest.”

“Annen nerede?” diye sordum. “Snoot-Snoot'u doğrudan ona geri vermek istiyorum.”

“Annem… Ejderha Lordu ile beraber,” dedi altın saçlı Ateş-Püsküren. Başını sallayarak. “Kız kardeşimi bana ver,” dedi.

“Hayır,” hem elimi hem de Snoot-Snoot'u göğsüme çektim “Annen neden Bezzel'i aramıyor? Bana gerçeği söyle.”

“O...” Küçük kız baskın feromonlarıma direnmeye çalıştı ama yapamadı. “Annem uyuyor, ejderha Lordumuzla birlikte değil,” diye fısıldadı.

“Ejderha Lordunuz kim? Rawk deme yoksa çok kızacağım,” dedim sadede gelerek. Ancak sözlerim tüm Ateş-Püskürenlerin bana şüpheli bir şekilde kafalarını sallamasına neden oldu.

Parlak yeşil ve mavi gözlü, yaşlı, beyefendi bir Ateş-Püsküren öne çıkarak “Ejderha Lordumuz R-Raoul’a merhaba demek için benimle gelin...” dedi “Adınız Minx sanıyorum?”

Beyefendi yaklaşırken sesim kısılarak “Evet... Nasıl oldu da...?”

“Beni takip et. Menekşe saçlarınla ünlüsün Minx. Sen efsane bir Bellum Minima Dominus’sun ~Sen yıllar önce küçücük bir çocukken ırkımızı etkilemiştin. Benim adım Faux.”

Faux beni içeri doğru yönlendirirken onu takip ettim. “Bezzel senden hoşlanıyor gibi görünüyor, annesi uyanmadan önce ona bakabilirsin. Beni takip et.”

“Kime... Raoul mu?” diye kaşlarımı kaldırarak sordum.

“Ah, evet, evet,” diye başıyla onayladı. Ben de onu takip ettim.

İçimden bir ses bunun bir tuzak olduğunu söyledi. Ne hissi bu düpedüz bir tuzaktı.

Ancak, ejderha eşlerim gerçekten en güçlü zehrimden kurtuldularsa, güçlü olduklarını kanıtlamışlardı. Ya da en azından biri başarmıştı.

Rawk.

Yeni doğmuş bir Ateş Püsküreni yem olarak kullanıp beni getirmeyi planlamıştı. Doğal olarak kokuma doğru gelecekti hayvan. Ben de körü körüne kendi ayağımla tuzağa gelmiştim.

Kaçmadım çünkü artık kavga zamanıydı.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok