
Bugün hayatımın en ilginç günüydü. Baba ile oğlunun odaya geri gelip gelmeyeceklerini görmek için bekledim. Kurtarıcımın oğlu Alejandro Gonzalez’in o güzel yüzünü bir kez daha görmeyi umuyordum.
Armando’nun en azından şoförü olmadan fazla uzağa gidemeyeceğini düşündüm.
Gustavo’ya söyleyecek bir şeyler bulmaya çalıştım. Öyle sakin bir havası vardı ki insan yanında sessiz kaldığında kendini kötü hissetmiyordu.
Sonra, biri kapıyı çalmadan içeri girdi. Armando’ydu.
“Özür dilerim. Oğlumla konuşmam gereken bazı meseleler vardı,” dedi.
Başımı salladım. Artık kim olduğunu bildiğim için ondan biraz çekindiğimi hissediyordum. Onu tanımamı bekleyip beklemediğinden de emin değildim.
Gülümseyerek, “Nasıl hissediyorsun?” diye sordu.
Eve gitmek istiyordum. Kafam çok karışıktı. Benden istediği cevabı bulmaya çalıştım. “İyi hissediyorum. İlk uyandığımda biraz yorgundum. Uyumama yardımcı olacak bir şey verdiler mi bilmiyorum. Saat kaç?” diye sordum.
Saatine baktı. Gerçekten de bir kol saati takıyordu ve güzel bir saate benziyordu.
“Saat 1’i biraz geçiyor. Şoförümün sizi eve bırakmasını ister misiniz? Sizi bekleyebilir,” dedi.
Cömertliği karşısında hayrete düştüm. “Peki ya siz? Size de araba lazım değil mi?”
Başını iki yana salladı. “Hazır olduğumda bir araba çağıracağım. Önce sizin hakkınızda biraz daha bilgi edinmeliyim. Sorun olur mu? İyi olduğunuzdan emin olmak istiyorum.”
Çok duygulandım. “Ne isterseniz sorabilirsiniz.” Kendimi hiç iyi hissetmiyordum ama onu iyi olduğuma ikna etmek için elinden geleni yapacaktım. En azından bunu yapabilirdim.
Hem tedavi masrafı hem de ne kadar süre hastanede kalacağım konusunda endişelenmeye başlamıştım. Tüm bunları bir kenara bırakmak zorundaydım.
“Bugün işinizi kaybettiğinizi söylemiştiniz. Ne iş yapıyordunuz?”
“Bir bankada çalışıyordum,” dedim. “Tanıtım müdürüydüm. Veznedar olarak başladım. Diplomam…”
Kapı çarparak açıldı. Sanırım ikimiz de Alejandro’nun içeri girmesini beklemiyorduk.
Sustum. Alejandro’nun tedirgin olduğunu ve bunu saklamaya çalıştığını görebiliyordum. Bana bakmıyordu.
Ama ben ona bakıyordum.
Biçimli vücudunu saran koyu gri bir tişört giymişti. Kıvırcık, siyah saçları dağınıktı ve nemliydi. Ya jöle sürmüştü ya da duştan yeni çıkmıştı. Kaslı vücudu, güzel teni ve karizmatik yönetici duruşuyla adeta parlıyordu. Bunu söylemek hoşuma gitmiyordu ama onu dergi kapağına kim koyduysa çok doğru bir şey yapmıştı.
“Padre,” dedi. “Neler oluyor? Yapacak işlerimiz var.”
Hele o aksanı... Duyduğumda neredeyse dizlerimin bağı çözüldü. O güzel İspanyol aksanına haberlerde ya da röportajlarda konuştuğu zamanlardan aşinaydım ama kanlı canlı duymak bambaşkaydı. Sanki ağzından bal damlıyordu.
Armando, “Şimdi olmaz, evlat. Sohbetimize geri dönelim, çocuğum,” deyip tekrar bana döndü. “Yaşadıklarınıza gerçekten çok üzüldüm ve talihsizliğinize neredeyse katkıda bulunmak beni huzursuz ediyor.”
Armando durakladı. Bir şey düşünüyormuş gibi tavana baktı.
“Size şirketimde bir iş vermeme ne dersiniz?” deyip oğluna şöyle bir baktıktan sonra, “Şirketimizde yapacak çok iş var,” deyip tekrar gülümsedi.
Neredeyse yataktan düşüyordum.
“Ne?” Sesimi ben bile zor duyuyordum.
Alejandro şaşkın bir bakış attı.
Armando, “Beni duydun, çocuğum,” diyerek nazikçe gülümsedi. “Kabul ederseniz teklifim bu.”
Bu, gerçek olamayacak kadar iyiydi. Gonzalez Elektrik Sanayi için çalışacaktım. Rüya görmediğimden emin olmak için içimden kendimi çimdikledim. Tabii ki evet diyecektim ama Alejandro lafı ağzıma tıkadı.
“Kesinlikle olmaz,” dedi.
Bu, odada bomba etkisi yarattı.
Alejandro’nun yüzü çatık kaşlı bir hâl aldı. Kendisi gibi görünmüyordu.
Armando kaşlarını kaldırarak, “Anlamadım?” dedi.
“Evet, padre,” dedi Alejandro. “Gördüğün herkese öylece iş teklif edemezsin. Benim ne yapacağıma karışabilirsin çünkü babamsın ama birine sırf bir talihsizlik yaşadı diye düzgün bir mülakat yapmadan iş teklif edemezsin. Tek bildiğim, bunun bir oyun olabileceği.”
Kan beynime sıçradı. Bak sen şu kibirli adama! Şımarık herif her şeyi benim planladığımı mı düşünüyordu? Pislik...
“Bilmenizi isterim ki ben öyle bir şey…” diye itiraz etmeye başladım. Gururumu korumaya o kadar odaklanmıştım ki konuşmalarının daha bitmediğini neredeyse gözden kaçırıyordum.
Alejandro hayal kırıklığına uğradığına dair şüphelerimi doğruladı çünkü yüzüme bile bakmıyordu.
Armando elini kaldırarak, “Sorun yok, çocuğum,” dedi. “Sana beni daha fazla temsil edeceğini söylemiştim. Ama beni başkalarının önünde sorgulama. Umarım şirketin sahibinin ben olduğumu unutmamışsındır.” Oğluna dik dik bakarak ekledi: “Şirketle ne yapacağıma, içinde kimi istediğime ben karar veririm.”
Alejandro kollarını kavuşturup kaşlarını çatarak başka tarafa baktı.
Yüzümde bir zafer gülümsemesi belirdi. Önümde babasıyla gergin bir konuşma yapan bu güçlü adam adına biraz utandım. Sanırım milyarderlerin bile baba sorunları vardı.
Armando bana dönerek, “Teklifimi kabul edecek misiniz?” diye sordu. “Yoksa düşünmek için zamana mı ihtiyacınız var? Elbette şartları tartışabilir ve ilgi alanlarınıza uygun bir pozisyon bulabiliriz.”
Aptal olmadığıma göre tabii ki kabul edecektim.
“Evet efendim,” dedim, elimden geldiğince sakin bir biçimde. Ama Tanrı biliyor ya, içimden sevinç çığlıkları atıyordum. Mutluluktan kendimden geçmiştim. Gerekirse Alejandro’nun tavırlarına bile katlanabilirdim.
Armando kesin bir ifadeyle, “O zaman anlaştık,” dedi.
Yine içten içe sevinç çığlıkları attım. Biraz zor başlamış olsa da gün mükemmel ilerliyordu. Artık Mike için üzülmüyordum bile. Erkeklerin hepsi çok zayıf yaratıklardı.
Alejandro, “Kararınıza karşı çıkmayacağım, padre,” deyip ellerini ceplerine soktu.
Sonra, bana doğru yürüyüp gözlerimin içine baktı.
“Ama işe aldıklarımızdan ben sorumluyum,” dedi. Sesi tehditkârdı.
Neredeyse sırtüstü düşüyordum. Yine de yüzüne ters ters baktım. Bu adam sevincime gölge düşürmek için elinden geleni yapıyordu.
“Padre,” dedi, gözlerini benden ayırmadan. “İşi ben kendisiyle bizzat mülakat yaptıktan sonra alacak.”
Kalp atışlarım hızlandı. Armando’ya yalvaran gözlerle baktım.
Bakışlarıma sakin bir bakışla karşılık verdi.
“Kabul edildi.”
Tüm umutlarım yıkıldı. Armando buna neden izin veriyordu ki? Belli ki oğlu olası işimi sabote etmeye çalışıyordu.
“Ama onunla adil bir mülakat yap,” diye ekledi.
Umutlarım tekrar yeşerdi. Alejandro doğrulup gömleğinin önünü düzeltmeden önce dişlerini gıcırdatıyormuş gibi çenesini sıktı.
“Pekâlâ,” dedi.
Keyfimin yerine geldiğini belli etmemeye çalıştım. Bu iş tehlikeye atamayacağım kadar önemliydi. Sadece iyi bir iş bulmakla kalmayıp bir milyardere beni alt edemeyeceğini gösterme fırsatı bulabilirdim. Tek yapmam gereken kendime hâkim olmak ve bankadaki amirim Bayan Jones’un söylediği gibi çalışkan, profesyonel bir çalışan olmaktı.
Alejandro yüzüme dikkatle bakarak, “Yarın sabah 8.00’de ofiste olun ve bir dakika bile geç kalmayın,” dedi.
Bu sözlerin ardından, odadan çıkıp gitti.
Armando, Tavırlarını mazur gör, çocuğum,” dedi. “Bazen çok zorlayıcı olabiliyor.”
Daha fazla katılamazdım. Armando’nun beni Alejandro’dan ne kadar koruyacağının da bir sınırı olduğu açıktı. Bu yeni durumdan hiç korkmuyormuş gibi gülümsemeye çalıştım.
“İyi anlaşacağımıza eminim,” diye yalan söyledim.
Kaderim, yarınki görüşmeden sonra belli olacaktı ve beni olası bir başarıya götürecek yolda bir engel olduğu açıktı.
Adı da Alejandro’ydu.