Herkes ailesinden bir terbiye alır.
Hayatın temelleri herkese ebeveynleri tarafından öğretilir ve bazen de ebeveynlerin hayatının temelleri en iyisi olmayabilir.
Ben ayakkabı bağcıklarımı bağlamayı öğrenmeden önce sigara sarmayı öğrendim.
Sanırım çoğu ailede bu garip bir şey olarak kabul edilirdi ama bizimkinde normaldi.
ABBY
Herkes ailesinden bir terbiye alır.
Hayatın temelleri herkese ebeveynleri tarafından öğretilir ve bazen de ebeveynlerin hayatının temelleri en iyisi olmayabilir.
Ben ayakkabı bağcıklarımı bağlamayı öğrenmeden önce sigara sarmayı öğrendim.
Sanırım çoğu ailede bu garip bir şey olarak kabul edilirdi ama bizimkinde normaldi.
Babam Jed Harrison, Şeytan'ın Oğulları Motosiklet Kulübü’nün başkanıydı.
Çocukluğumun çoğunda ortalarda görünmeyen, sert ve kaba bir adamdı.
Kız kardeşim Kim Harrison uzun boylu ve sarışındı ve haliyle bakışları üstüne çekerdi. Herhangi bir erkeğin dikkatini çekebilme yeteneğine sahipti ve bunu tutmak için fazla bir şey yapmasına gerek yoktu.
Aynı zamanda benim ikizimdi.
Benzer özelliklerimiz vardı -uzun, ince ve sarışındık, ama yeterince yakından bakarsanız, gözle görülür farklılıklarımız vardı. Çoğu insan için bu farklar çok küçüktü.
Ev dediğimiz Ana Tüzük, büyük bir tepenin üstünde on dönümlük çalılık bir arazide yer alıyordu.
Kulüp binası geleneksel bir ev değildi.
Yaşadığımız ana ev, garaj ve bar, açık bir mesaj veren dikenli tellerle çevriliydi…
Siktir git.
Bar bilardo masaları, her duvarda televizyonlar ve evine geri dönemeyen çiftler için koridorun sonunda yer alan odalarıyla tam takırdı.
Kim ve ben kardeşlerin kurallarıyla büyüdük ve birçokları için gizemli olan dünyayı kavradık.
Kulüp kadınları ve "manitalar" arasındaki farkları biliyorduk.
Babam her zaman derdi ki, "Bir kardeşin manitası sadece ona söylenenleri bilir."
Asla karışmazdık. Birçok şey gördük ama her zaman çenemizi kapalı tuttuk.
Babam sık sık bizi kulüp koşularında götürürdü. Tehlikeli olmayanlarına. Güvenliğimizi ciddiye alırdı ve bu konuda kimseye güvenmezdi.
Annem bizi terk etti ama bunu kendi seçimiyle yapmadı.
Kim ve ben daha on yaşında bile değilken, göğüs kanseri onu bizden aldı.
Onu kaybetmek bizi üzmekle kalmadı, paramparça etti.
Kim’le bir keresinde birbirimize girdik. Annemin ölümünden sonra, birbirimizi öldürmek istemeden aynı odada olamıyorduk.
Babam elinden gelenin en iyisini yaptı ama ebeveyn olmak için doğmamıştı ve tabii ki asla baba olmak istememişti.
Arada bir gelen, bizi sevdiğini söyleyen, sonra tekrar uzaklara giden bir baba olması gerekiyordu, ama bize tam zamanlı olarak bakmak zorunda kaldı ve bu da ebeveynlik anlayışına gerçekten bir bomba gibi düştü.
İşte böyle kulüp binasında büyüdük: büyümekte olan iki kız yetiştirmek için en iyi yerlerden biri değildi ama erkekler de bizi kanatlarının altına aldı ve bir kez olsun bize zarar vermediler.
En iyi anılarım motorcuların etrafındakiler: dövmeli, suçlu motorcular.
Kim kendini alışverişe, flörte ve makyaja adadı. Ben kendimi sanata ve çalışmaya adadım ve kendimi insanlardan mümkün olduğunca uzaklaştırdım.
Kim liseyi severdi; ben nefret ederdim.
Babam ya da kulüpte bilinen adıyla "Roach," mutlu olduğumuz sürece ne yaptığımızla ilgilenmiyordu ve sanırım biz de kaçık halimizle öyleydik.
Kim, motorcuların ceketlerinden sigara çalmaktan ve erkeklerle gizlice kaçmaktan mutluydu. Ben odamda eskiz defterime resim çiziyor olmaktan mutluydum.
Yıllar yavaşça ilerledi ve ben çok geçmeden on sekiz yaşıma bastım; ya da on sekize yaşımıza bastık.
İlgi alanlarım aynı kaldı: Resim çizdim ve okula gittim.
Küfür ve ara sıra yumruklaşmalar hariç, örnek bir öğrenciydim ve kız kardeşimin aksine babamın kafasını beş dakikada bir ütüleyen kızı değildim.
Kim'in erkeklere olan ilgisi kayboldu. İlk başta bunun hepsini çoktan becerdiği için olduğuna inandım.
Ama asıl sebep babamın başkan yardımcısı Trigger'ı tutkun olmasıydı.
Babam Kim'in Trigger'a olan düpedüz ilgisini görmüyordu ama bu dünyanın geri kalanı için geçerli değildi; en azından benim için.
Ne zaman yukarı baksam, biri diğerine müstehcen bakışlar atıyor gibiydi.
Kim'in onda gördüğünü bilmiyordum ve neden oraya -ondan önce birçok kadının gittiği yere- gitmek istediğine aklım ermiyordu.
O bir adamdı, Kim ise daha kız bile değildi, ama yine de bu faktörler ikisini de durdurmuyordu.
Trigger basmakalıp bir motorcuydu. Kız kardeşimi süzmediği zamanlarda ya birinin kafasını patlatıyordu ya da Harley'i üzerinde çalışıyordu.
Herkesi gölgeleyen bir boyu, şişkin kasları vardı ve tepesi atmış görünümünü çok iyi taşıyordu.
Babam Trigger'ın isteyebileceği en iyi başkan yardımcısı olduğunu söylemişti. "Ellerini kirletmekten" çekinmeyen biriydi.
Şahsen, beni acayip ürkütüyordu ve ondan kaçınabileceksem, bunu ne pahasına olursa olsun yapardım.
Bir kulüp binasında büyümek iki anlama geliyordu. —Seksin ne olduğunu yaşıtım herhangi bir çocuktan önce biliyordum ve bir bardak tutup düzgün içki dökebildiğim andan itibaren barmaidlik yapıyordum.
Bu da büyük ölçüde beni hayatımın şu noktasına getiren şey oldu: Kim barın bir köşesinde oturup Trigger’a “sik beni” bakışları atarken barın arkasında sarhoş ve küfürbaz motorculara servis yapmak.
***
Gitz'e -gerçek adı Brad- sert bir shot daha döktüm.
O, herkesten farklı olarak, babamın bize uğramış bir dernek çetesi için düzenlediği gürültülü partiye dahil değildi.
Bardan hiç ayrılmadı ve boş bardağını bana itip durmayı da bırakmadı.
Gitz erken yirmili yaşlarındaydı; çok küfrederdi ve sık sık kulüp kadınlarıyla yatardı ama her zaman dikkatini çeken Lilly adındaki kadındı.
Bir önceki hafta ayrılmıştı. Gitz ret oyu vermiş olsa da babam yedi yıllık hizmetten sonra kulüpten ayrılmasına izin vermişti.
Kulüp kadınları kulübe aittir ve motorcular gibi ant içerler.
Motorcuların aksine, onlara saygı gösterilmez ve genellikle "kulüp amcığı" olarak anılırlar.
Sanırım Gitz de bu yüzden kendini içkiye vurmuştu ve etrafındaki partiyi görmezden geliyordu.
Bunu yüksek sesle itiraf etmezdi ama Lilly'den hoşlanıyordu ve onu manitası olarak ilan etmekten alıkoyan şey ise aptal gururuydu.
Lilly'nin bana anlattıklarına göre, ayrılma sebebinin bir parçası da buydu.
"Abby, tatlım!" Babam birasını tezgaha indirdi, yüzü kıpkırmızı ve heyecandan yanıyordu. "Bir molaya ister misin hayatım?"
Barmaidlik hayatımın gitmesini istediğim yer değildi ama buna karşı koymadım.
"Hayır baba, ben iyiyim." Ona bir gülücük attım, Gitz'in içkisini doldurdum ve buzdolabından birkaç bira çıkardım.
"Biraz ara ver, tatlım; bütün gün Gitz'e içki doldurup durdun." Babam gitmem için sarhoş elini salladı.
Tartışmaya girmek istemeyerek, yoldan çekildim ve başka birinin, Tom'un devralmasına izin verdim.
"O zaman biraz temiz hava alayım."
Babamın omzunun sıvazladım ve yanından geçtim. Babam içtiğinde, sert dış görünüşü yavaşça yumuşardı.
Bu çocukluğumdaki babamı hatırlattığım nadir anlardan biriydi. Herkesin bildiği "Roach" değil.
Elim arka kapıya değene kadar kalabalığın arasından geçtim ve dışarı, temiz havaya çıktım.
Loş ışıklı ara sokak, bar ve ana evin arasında kalıyordu.
Burası çöp kutularını sakladığımız yerdi ve genel olarak kullandığımız kapı değildi, ama hızlı kaçışlarım içindi.
Arkamdan kapının açıldığını ve birinin dışarı çıktığını duyduğumda ara sokaktan eve gidiyordum.
Arkamı döndüm. O kapıyı başka kimse kullanmazdı ve gözlerim onun sarhoş gözleriyle buluşunca dondum kaldım.
Kanım dondu ve anında anladım ki boku yemiştim.
AZRAIL
Sarhoş adamın mutlu bir ruhu vardır.
Babam beni buna inanarak büyüttü ve orada, yirmi yaşında, kulüp binasının arka kapısında sallanarak duruyordum.
Motosiklet Kulübü nasıl bir hoş geldin partisi verileceğini bilir.
Bir çığlık duyduğumda içkime hakim olmaya çalışarak bir çöp kutusuna yaslanıyordum.
Karanlık arka bahçeyi incelerken, sıra dışı hiçbir şey görmedim.
Sonra tekrar çığlığı duydum, ardından da bastırılan bir konuşma.
Kulüp binasından gelen gürültü ve sarhoş adamların kükremeleri sesleri bastırdı ve aklımın bana oyun oynayıp oynamadığına emin olamadım.
Bir elimi duvara koydum, onu görene kadar takip ettim...
Adam kalçalarını tutarken kız çığlık çığlığa küçük yumruklarını omuzlarına vuruyordu.
Görüşümü gölgeleyen sarhoş bulanıklığı atmaya çalışırken bayılmamak için çalışıyordum.
Çılgınca "Ben Kim değilim!" diye bağırdı ve ona vurmaya devam etti.
Ne kadar hareket ederse, o kadar sıkışıyordu.
Adam onu duvara sabitlemişti, kendini ona sürtüyordu.
Ne söylediğiyle ilgilenmiyordu ve aklından geçen tek bir şey olduğunu biliyordum.
Bir adım geri gittim ve tamamen geri çekilmeyi düşündüm - araya girmek bana düşmezdi.
Ama kendimi onlara doğru giderken buldum.
"Çekil Trigger!" diye bağırdı. Ses tonundaki dehşet ve panik her kelimeyi kaplıyordu.
"Hey!" sokağa doğru bağırdım ve beni duyduğunu biliyordum ama sarhoş bir puşt olduğu için beni görmezden geldi. "Kızı duydun. Çekil üstünden!"
Trigger bu adı lanet şeyi ilk çeken kişi olduğu için almıştı. Tam bir pislikti ve defalarca beraber kavgaya karışmıştık.
"Siktir git, Azrail. Bu kız arkadaşımla benim aramda." Kelimelerini bana doğru tükürürken öfke Trigger'ın yüzüne yayıldı.
Her ne kadar kardeşlerin kodu başka bir kardeşin sikinin önüne geçmemek olsa da, ona bolca uyarıda bulunarak bir adım daha yaklaştım.
Bana neden adımı taktıklarını gösterecektim Azrail .
"O istemiyor. Şimdi siktir git."
Öfke kontrolü benim güçlü noktam değildi ve alkol öfkemi körükledi.
Kıza baktım; dehşete kapılmıştı, yanaklarından yaşlar akıyordu.
"Ben lanet olası Kim değilim," diye bağırdı ve tüm gücüyle onu tekrar itti, ama bu onu yerinden oynatmadı.
Zayıftı, küçüktü ve ikinci bir bakış attıktan sonra, onun da genç olduğu belliydi.
Onu uyardım; beni dinlemedi.
Öfkemin beni ele geçirmesine izin verdim, ilerledim ve onu ensesinden yakaladım.
"Duymadın mı lan beni?" dedim. "Çekil kızın üstünden!"
Pis ellerini kızın üzerinden alıp onu geriye doğru fırlattım.
Öfkelendi. Neredeyse kulaklarından çıkan buharı görebiliyordum.
Onu gözlerimle yemledim, bana hücum etmesini istiyordum. Hiçbir şey bir kadın için kavga etmeye benzemez- tabii, bu durumda bir kızın için.
"Her neyse." Ona baktı, gözleri yakıyordu. "Seni sonra beceririm, Kim."
Sendelemesini izledim, piç kurusu başkan yardımcısı. Prez'in bu küçük pisliğe nasıl saygı duyduğuna asla inanamayacağım.
Kıza bakmak için geri döndüm.
Duvara yaslanırken ağır ağır nefes alıyordu.
Gözleri benimkilerle buluştu ve bu kadar, çöküverdi.
Gözyaşları daha hızlı akıyordu ve durmuyorlardı.
Ağlayan kadınlardan kanundan nefret ettiğimden daha çok nefret ederdim ama onu bırakamadım.
"Hadi hayatım, sakin ol. Artık burada değil." Elimi omzuna uzattım, başımı indirerek bulanık gözlerine bakabildim.
Ne yaptığımı bilmiyordum. Orada durdum, geçen her saniye daha da ezik görünüyordum.
Hıçkırıkları kısa sürede histerik bir hale geldi ve nefes alışı keskinleşti.
Lanet olsun. Ne yapacağım ben?
Keşke lanet olası Dr. Phil'e ya da başka boktan bir gündüz kuşağı programına daha fazla ilgi gösterseydim.
Sarı saçlarını pürüzsüz, beyaz yüzünden çektim.
Onun kadar ağlayan birini hiç görmemiştim.
"Hadi hayatım, sakin ol." Garip bir şekilde önünde durarak omzunu ovdum.
Aklım o kadar yerinde değildi ki; çöp kutusunda kalmalıydım.
Başı göğsüme doğru düşürdü, ben de kollarımı ona doladım ve gözyaşlarına boğuldu, kısa süre içinde tişörtüm gözyaşlarından ıslandı.
Kalp atışlarım daha da hızlandı.
Bu genç kız ona dokunmama izin verecek kadar bana güvendi. Beni tanımıyordu bile, ama can havliyle bana tutunuyordu.
Küçük yapısı göğsüme mükemmel bir şekilde kıvrıldı. Kollarımı etrafına sardım, sanki onu tüm lanet dünyadan koruyormuşum gibi hissettim.
"Ben... O...." göğsümde kekeledi. "Sen gelmeseydin..." Başını göğsümden çekti ve bana baktı. "Teşekkür ederim."
Kırmızı kabarık halkalarla çerçevelenmiş kristal mavisi gözlerine baktım.
"Teşekkür ederim, Kade."
Yanaklarından kocaman gözyaşları aktı ama gözlerini benimkilere kilitlemişti.
"Beni tanıyor musun?" Onunla tanıştığımı illaki hatırlardım çünkü bir adamın unutabileceği bir yüzü ya da vücudu yoktu.
"Sen Şeytanın Oğulları Batı Derneği’nin başkan yardımcısısın." Keskin bir şekilde yutkundu. "Herkes seni tanıyor."
"Herkes değil tatlım."
Dudaklarım seğirerek sırıttım ve kolumun tersiyle gözlerinin altını silmekten kendimi alıkoyamadım.
"Şimdi iyi misin?"
Başını salladı. "Sanırım."
Uzun kirpikleri bana doğru çırpıldı.
"Teşekkürler, Kade. Sana borcum olsun."
Bana Kade diyen kişiler bir elin parmakları kadardı: annem, babam, kardeşim, kızdığında başkanım ve bu tatlı kız.
Başkan yardımcılığı pozisyonuna geçmeden önce bile "Azrail" olarak anılırdım, çünkü dünyayı ölü ağırlıktan kurtarıyorum.
Gözyaşlarını silmeye devam etmeye devam eden kıza sordum. "Seni eve götürmemi ister misin?"
Ama düşündüğümde, herhangi bir motorlu aracın kontrolünü elimde tutmam mümkün değildi.
Bu kadar tatlı küçük bir şeyin buraya nasıl geldiğini bilmiyordum, ama umarım bu ona böyle yerlerden ve içinde yaşayan insanlardan uzak durmayı öğretir.
"Hayır" dedi. Başını salladı. "Ben burada yaşıyorum."
Şeytanın Oğulları kulüp binasında mı?
Onu tekrar bir aşağı bir yukarı süzdüm.
Kulüp fahişesi ya da bazılarının dediği gibi kulübün malı olmak için çok genç görünüyordu.
Ama ikisine de benzemiyordu.
Kirli motorcularla dolu bir kulüp binasında takılacak bir kıza da benzemiyordu.
Benim gibi bir adamın asla şansı olmayan bir kızdı.
"Kaç yaşındasın?" diye sordum. O kristal mavisi gözlere her baktığımda merakımın yeşerdiğini hissettim.
"On sekiz." Gözleri benimkilere kilitlendi. "Neden?"
Reşit olsaydın, bebeğim... Böyle bir ayartma yarattığı için tanrılara lanet olsun.
"Buralarda takılmak için biraz genç değil misin?"
Kolumu duvara dayadım. Gözleri bir kere bile benimkinden ayrılmadı.
Bahse girerim o mavi opallerinin ne kadar güçlü olduğunu bile bilmiyordur.
"Dediğim gibi, burada yaşıyorum." Gözlerini kısa bir süre kapattı ve sonra yere baktı. "Senden bir şey isteyebilir miyim?"
O anda bana her şeyi sorabilirdi, ben de cevap verirdim.
Bana ne oluyor böyle?
Aniden üzerimde kurduğu güce inanamadım. Ama uğruna savaşılacak kadar güzeldi.
Güneş ışığında nasıl göründüğünü hayal bile edemezdim.
Bu karanlık gölgelerin ve gecenin güzelliğinin çoğunu benden sakladığına emindim.
"Tabii, tatlım, sor."
"Babama söyleme." Elini göğsüme koydu. "Trigger'ı seviyor. Kim’se aptalın teki."
Kim de kim?
Daha da önemlisi, babası kim?
Ona bu iki soruyu da sormak üzereydim ama biri adımı söyleyince durdum.
"AZRAIL!" Banger kükredi. Sarhoş kıçı köşeyi döndü.
Onu Banger'ın görüşünden kaçırmak için acele ettim. "Ne?" Ona kükredim.
"Başkan seni istiyor."
Birasından uzun bir yudum aldıktan sonra şişeyi kenara attı.
Kıza baktım ama bana bakmıyordu; yere bakıyordu.
Vücudunu kavrayan siyah Metallica tişörtü, karnının yumuşak cildini gösterecek şekilde yukarı çıkmıştı.
"Tek başına iyi misin?" diye sordum. Onu gerçekten bırakmak istemedim ve bu da beni rahatsız etti.
Bu kızın iyi olup olmaması neden umurumda olsun ki?
Centilmence bir şey yapmıştım. Ona karşı görevim bitmişti.
Ama yine de hareket etmedim.
"Evet," dedi. Sarı saçları bana bakarken yana düştü. "Ben iyiyim."
Ona inanmadım ama Banger acele etmem için beni tersledi.
Üzülerek başımı salladım ve bara doğru yürümeye başladım.
"Keşke bu kadar çabuk gitmek zorunda kalmasaydın," arkamdan fısıldayışını duydum.
Onun sözleri beni durdurdu. Ona dönüp baktım.
"Evet... Ve sen de keşke reşit olsaydın."
"Yasak her zaman daha fazla arzulanır." Dudaklarının köşeleri yukarı seğirdi ve ilk kez gülümsediğini gördüm.
O anda bunun unutacağım bir şey olmadığını biliyordum ve bunu itiraf ettiğim için kendimi yumruklamak istedim.
Başımı salladım, zamanımı boşa harcayarak bana sızlanan Banger'a doğru yürümeden önce ona bir gülücük attım.
Ona bakmadım ama harbiden bakmak istedim.