Yaralı Luna - Kitap kapağı

Yaralı Luna

Ahanaa Rose

Bölüm 3

KARA

İKİ GÜN SONRA

Sabah altıda alarmım çaldığında, kapatmak için uzanıp lüks eşyalarla dekore edilmiş odamın cam duvarına, ötede uzanan ormana bir süre baktım.

Eğitimin ilk günü. Bu eğlenceli olmalı.

Beta Marcus’a kalırsa, Yüksek Alfa eğitimimin kurdumu ortaya çıkarmaya yardımcı olacağını düşünüyordu.

Bu pek mümkün değildi. Aksine, ortaya kendimi utandırmak için bir fırsat daha çıkmıştı!

Yataktan kalkıp banyoya girdim. Kıyafetlerimi çıkarıp saçlarımı topladıktan sonra elimi duşa uzatıp suyu açtım. Ardından aynanın karşısına geçtim.

Genellikle ayna karşısında kendime bakmaktan haz etmezdim. Solgun yüzümle çirkin yara izimi yakından görmeye meraklı değildim.

Ama antrenmana katılma düşüncesi beni sıska bedenimi her zamankinden daha sert bir şekilde yargılamaya zorluyordu. Kollarım dal gibiydi, vücudumdaki kemikler sayılıyor gibi hissediyordum.

Ben yürüyen bir iskelettim.

Dişi kurtlar, ilk dönüşümlerinden önce bile daima şaşırtıcı, kıvrımlı, sağlıklı görünümde olurlardı.

Kurt formuna dönüştüklerindeyse, sanki güzellik departmanında da seviye atlarlar, güçlü ve görkemli bir varlığa dönüşüp eskisinden daha da çarpıcı hâle gelirlerdi.

Beni çiğ çiğ yiyecekler.

Duşa girip umutsuzca buraya nasıl geldiğimi düşündüm.

Keith ayrılacağım haberini Lana ile Richard’dan daha kötü karşılamıştı. Şaşırdığımı söyleyemezdim. Gözlerindeki yaşlara rağmen beni evlat edinen ailem her zaman güçlü olmuştu.

Ancak arkadaşım, hatta kardeşim olan Keith, bana karşı hiçbir sevgi hissetmediği anlaşılan bir adam tarafından götürülüşümü izlemek zorunda kalmıştı.

Ne yazık ki vedalaşmamız kısa sürdü. Keith yüksek sesle eşimi geri çevirmem gerektiğini haykırınca, Yüksek Alfa hışımla eve girip Keith’i yere serdi.

Keith’in hayatını bağışlaması için hemen gitmeyi kabul ettim.

Böylece, Lana’dan son bir veda, dayımdan bir telefon sözü, Alfa Black’dan da sürüyü utandırmamam için bir uyarı alıp Beta Marcus ile arabaya bindim.

Yolculuk bitmek bilmedi. Sonunda o güne kadar gördüğüm en büyük, en güzel yapının önünde durduk. Ne yazık ki eve dönüşü kutlamak üzere girişte bir kalabalık toplanmıştı.

Yüzümü gizlemek için kapüşonumu kaldırmıştım ama buna gerek kalmadı. Yüksek Alfa beni içeri sokmadan önce sürüsüne benden kısaca bahsetti.

Yapının içi de dışı kadar güzeldi. Yemek odasında bir kitaplıkla kuyruklu bir piyano görmek beni çok mutlu etti.

Yüksek Alfa aceleyle yanımızdan ayrılıp Marcus’u bana odamı göstermesi için görevlendirdi.

Piyano bana yine Lana’yı hatırlatmıştı. Duşu kapattım. Eskiden birlikte oturup piyano çalar, annemin bana uzun zaman önce öğrettiği bir şarkıyı sık sık birlikte söylerdik.

Siyah spor taytımı, siyah tişörtümü ve siyah kapüşonlu üstümü giydikten sonra merdivenlere ilerlemeye başladım. Aniden duyduğum seslerle istemsizce yerimde kalakaldım.

Marcus, “Onunla hiç konuştun mu?” diye sordu.

“Ona ne söylemem gerekiyor ki? O daha bir çocuk.” Zane’in sesi sinirli geliyordu.

“İkimiz de onun bir çocuk olduğunu biliyoruz.”

“On yedi yaşında, yani yasalar önünde bir çocuk.”

“Onunla herkes gibi mi konuşuyorsun, Alfa?”

Zane’den onaylama olduğunu tahmin ettiğim bir homurtu duydum.

“Ailesinin nasıl öldüğünü biliyorsun, değil mi?”

“Ne demek istiyorsun?”

“Demek istediğim, ikimiz de onun gibi ebeveynlerini kaybetmenin nasıl bir şey olduğunu biliyoruz. Sonuçlarının ne olduğunu tahmin edebiliriz.”

“Hiçbir şeyi değiştirmez.”

Marcus inledi. “Beni Annie’ye gitmeye zorlama.”

Zane gülmeye başladı. “Kara’yı öğrendiğim an onu gönderdim.”

“Ah, demek adını biliyorsun.”

Bir çarpma sesi duyuldu. “Eğitimim var. Senin yapacak işin yok mu?”

“Evet,” diye yanıtladı Marcus. “İşim her an bitebilir.”

“Tanrıça aşkına, dikkatimi dağıttın.” Bir an sonra bir kapı çarptı.

Yani, Zane beni çocuk olarak görüyor. On yedi yaşındayım, üstelik henüz dönüşmedim. Sanırım bu yüzden beni henüz sahiplenmiyor. Belki de önce on sekiz yaşıma girip dönüşmemi bekliyordur?

İçimi heyecanla belirsizlik karışımı bir duygu kapladı.

Belki hâlâ bir şans vardır.

Derin bir nefes alıp merdivenlerden mutfağa indim.

Marcus adada oturmuş, kahvesini yudumluyordu. “Günaydın Luna. Hazırsan gidelim.”

***

Yürüyüp ringin yanında duran bir adamın yanına geldik. Ringde iki çocuk dövüşüyordu. Çocuklar yumruklarını tokuştururken, adam onlara farklı talimatlar veriyordu. Dikkatle izlemeye başladık.

Birkaç dakika sonra, çocuklardan biri diğerini on saniye boyunca sabit tutmayı başardı.

Adam, “Bu raundu Jace kazandı,” dedikten sonra, “On dakikan var,” diye ekledi.

Geldiğimizi fark etmiş olacak ki arkasını döndü. Kır saçlarına bakıp da tahmin ettiğim kadar yaşlı görünmediğini görünce şaşırdım. Otuzlu yaşlarının başında olmalıydı.

Uzun boylu, yapılı adamın kolunu saran karmaşık bir dövmesi vardı. “Beta.”

“Dean.”

Dean yaklaşıp Marcus’un uzattığı elini sıktı.

Marcus bana baktı. “Bu Kara. Sürümüze katılıyor, onu eğitmeni istiyorum.”

Dean kollarını kavuşturup kaşlarını kaldırdı. “Kusura bakma Beta ama ben acemileri eğitmem.”

Marcus gözlerini kısıp ona sert bir bakış attı. “Alfa’nın emri böyle. Öyle olmasa bile, Beta’nı sorgulamaya cüret mi ediyorsun?”

Dean derin bir nefes alıp başını eğdi. “Elbette hayır, Beta. Onu eğitmekten mutluluk duyarım.”

Marcus memnun görünüyordu. “Önce yeteneklerini belirle, sonra onu uygun gördüğün şekilde eğit.”

Dean başını salladıktan sonra bana döndü. “Sende kurt kokusu almıyorum. Dönüştün mü?”

Başımı salladım. “Hayır, efendim.”

“En azından seni antrenmana çıkarıp neler yapabileceğini görelim.”

Marcus yanımda yürürken ben Dean’i takip ediyordum. İki kızın halihazırda antrenman yaptığı bir ringin etrafında toplanmış bir grup insanın önünde durduk.

Marcus’a fısıltıyla, “Onun sorunu ne?” diye sordum.

“Yok bir şey. Dean’in güven sorunu var. Sürümüzün dışında kimseye güvenmiyor. Geçmişte yaşadığı bir travmayla ilgili.”

“Pekâlâ millet,” diye bağırdı Dean. “Bugün yeni bir kan aramıza katıldı! David, sen başla.” Dean, David adındaki adamın yanına yürüyüp kulağına bir şeyler fısıldadıktan sonra bana geri dönüp, “Sıra sende,” dedi.

Ben ürkek adımlarla çemberin içine ilerlerken üstsüz David kaslarını germeye başladı. Dizlerimin bağı çözülmüştü.

Öleceğim.

David’in önünde durdum. Bir tür dövüş duruşu alırken ne yapacağımı bilmiyordum, Marcus’a baktım.

“Hazır mısın?” Dean bağırıyordu. “Başla!”

Çocuk peşimden gelmeye başladı.

Kahretsin!

Ufak tefek olmama karşın hızlı sayılırdım. Önüme çıkacak yumrukla tekmelerden kaçmayı umuyordum. Ne var ki karşımdaki adam bambaşka bir çabukluk seviyesine sahipti.

Saldırılarından kaçınmak için elimden geleni yapıyordum ama o gittikçe hızlandı.

Sadece savunma yap, Kara. Yakında yorulacak.

Hayır! Aksine, beni kovalamaktan zevk alıyor gibi görünüyordu.

Sonunda karın boşluğuma bir darbe indirdi, anında yere düştüm. Nefes almaya fırsat bulamadan kaburgalarıma bir tekme indirdiğinde çıkan çıtırtı duyulabilirdi.

Ayağa kalkmaya çabalarken acı içinde inliyordum. Göğsümdeki keskin, acı verici dalgalanma doğrulabilmeyi imkânsız kılıyordu.

Büyük bir kararlılıkla dizlerimin üzerinde doğrulmayı başardım, nefesimi düzenlemeye çalıştım.

Zane’in geldiğini gördüm. Dövüş çemberinin hemen ötesinde durmuş maçı dikkatle izlemeye başlamıştı. Bir an için gözlerinde gerçek bir endişe parıltısı gördüğüme yemin edebilirdim.

Kahretsin, eş bağı zihnimle oyun oynuyor!

Bir başka güçlü darbe yüzüme çarptığında acıyla inledim.

ZANE

Kara ile David arasındaki antrenman maçı en başından itibaren çok çekişmeli geçti. İlk başta Kara, David’in tüm saldırılarından kaçıp kendini korumayı başardı.

Ancak Kara’nın tecrübesizliği ortaya çıktığında David’in hızı ile öngörüsü karşısında pek şansı kalmamıştı.

Karnına sağlam bir yumruk indirdiğinde Kara yere düştü. İlk içgüdüm ona koşup eşime zarar verdiği için David’i öldürmek olmuştu ama direndim.

Kendime hiçbir şey hissedemeyeceğimi, onun incinmesinin benim için hiçbir şey ifade etmediğini söyleyip duruyordum. Aksine, kötü performansı onu reddetmem için bir başka neden olmalıydı.

Zayıf biri, bana ve sürüme uygun değil.

Bunu kafamda tekrarlayıp dursam da içten içe konunun o kadar basit olmadığını biliyordum. Onun incinmesi benim için gerçekten acı vericiydi. Hem de şimdiye kadar yaşadığım tüm acılardan daha fazla...

Ama ona endişelendiğimi göstermeye niyetli değildim. Yanağımın içini ısırıp aldırmaz görünmeye çalıştım.

Kendini yere bıraktığında göz göze geldik. Fırtınalı gri gözleri özlem ve acının karışımıyla doluydu. Reddedildiği için hissettiği acıyı gözlerinde görebiliyordum.

Bunu yapmak benim için de acı vericiydi. Her kelime birer hançer misali kalbime saplanıyordu.

Ama yapılması gerekiyordu. Güçlü kalmalı, içimdeki acıyı saklamalıydım. Bu sonsuza dek taşıyacağım bir sır olsa da sürünün iyiliği için saklamak zorundaydım.

David ona yaklaşırken kötücül bakışlarını görebiliyordum. Hiçbir uyarıda bulunmadan yüzüne güçlü bir tekme attığında içimde bir öfke dalgası patladı.

Axiom’u serbest bırakıp kontrolü ele almasına izin verdim. İlkel bir kükremeyle David’e hücum ederken gözlerimde şiddetli bir kararlılık vardı.

Yüzündeki muzaffer gülümseme, yaklaşan tehlikenin farkına varmasıyla hızla kayboldu.

David geri çekilip benden uzaklaşmaya çalışıyordu ama artık çok geçti. Axiom bir kere kontrolü ele geçirmişti, bırakmaya niyetli değildi.

Hızla davranıp onu boynundan yakaladım, sıkıca kavrayıp havaya kaldırdım.

Yüzünün rengi solarken etraf bir anda bulanıklaşmıştı. Ezici gücüm karşısında çırpınışları nafileydi.

Dean yanıma geldi. “Alfa, sadece antrenman yapıyorlardı. Toparlayacaktır.”

“Hiçbiriniz kaburgalarının çatladığını duymadınız mı?” Çocuğu hâlâ havada tutarken çıkıştım. “Henüz ilk dönüşümü gerçekleşmedi. Dönüşüm geçirmişlerle dövüşmesine izin verirseniz ölebilir!”

Çocuğun boynunu sıkıca kavradım. Onu boğmakla kemiklerini kırmak arasında gidip geliyordum.

Dean’in çocuğu bırakmam için ısrarla söylediği sözler kulaklarımda yankılansa da ona bir ders verme arzusundan bir türlü kurtulamıyordum.

“Alfa, ben sadece bana emredileni yapıyordum. Çocuk da sadece benim istediğimi uyguladı.”

David’in boynuna bastıran elimi yavaşça gevşetip öfkemi Dean’e yönelttim.

Çocuk hâlâ pençelerimdeyken başımı çevirip Dean’in bakışlarıyla buluştum. Gözlerimde öfke ve kararlılıkla, “Yani öldürmem gerekenin sen olduğunu mu söylüyorsun?” diye sordum.

Korkudan tir tir titriyordu, âdemelması gergin bir şekilde sallandı. “Ben sadece emredileni yapıyordum.”

Marcus öne çıktı. “Bu bir eğitim, kazalar olabilir. Onunla daha sonra ilgileniriz ama şu anda Kara’yla ilgilenmemiz gerekiyor.”

Dean’e alçak sesle hırladıktan sonra Kara’nın yanına ilerlemeye başladım. Hâlâ hareketsiz bir şekilde yerde yatıyordu. Bilinci kapalıydı, saçları yüzünün bir kısmını kapatıyordu.

Endişeyle uzanıp saç tellerini nazikçe yüzünün kenarına çektim. Kusursuz cildinde derin iz bırakan yarayı ortaya çıkardım.

Bir şeyler değişiyordu. Mükemmel bir luna bulma dileğim kaybolurken onu gerçekte olduğu gibi, dirençli, cesur bir ruh olarak görmeye başlıyordum.

Sanki kırılganlığı, yüzündeki yara izi sadece güzelliğini artırıyor, onu daha da büyüleyici kılıyordu.

Sen şimdiye kadar karşılaştığım en nefes kesici yaratıksın. Sana çekildiğimi hissediyorum.

Şaşkınlığımdan çabucak sıyrılıp kendimi toparladım. Bir an bile kaybetmeden Kara’yı dikkatlice kollarıma alıp hızla revire ilerlemeye başladım.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok