Riley I.
Bu soru üzerine kaşlarımı daha da çattım.
Üç koca yıl beni görmezden geldikten sonra en savunmasız hâlimdeyken beni görmeye karar vermesi hiç hoş olmamıştı.
Ne yapacaktı? Ağladığım için benimle alay mı edecekti? Burada tek başıma oturduğum için bana gülecek miydi?
“Seni ilgilendirmez,” diye onu tersleyip yüzümü tekrar silerek geri çekildim. Koltuktan kalkıp yanından geçecekken bileğimi kavradı.
Dokunuşuyla ürperdim.
Kolumu geri çekip ona ters ters baktım.
Beni sakinleştirmek için kısık sesle, “Hey,” dedi. “Özür dilerim.” Söyleyecek başka bir şey bulamıyor gibiydi. Bu telaşı samimi mi değil mi anlayamadım.
Ama bu çocuğa güvenmemem gerektiğini biliyordum.
“Seni rahatsız etmek istememiştim,” dedikten sonra yutkundu. Bana endişeli gözlerle bakarken bıkkınlıkla nefes verdi. “Sadece arkadaşa ihtiyacın varmış gibiydi.”
“Böyle iyiyim.”
Tek kaşını kaldırdı. “Yani partilerde bir köşeye geçip içerek ağlamayı mı seviyorsun?” Bu soru kulağa alaycı ve küstah gibi gelse de aslında tam tersine yumuşak ve sempatik bir tonda sorulmuştu.
Bana dikkatle baktı. İfadesi kendinden emindi. Ve odağının tamamen bende olduğunu görebiliyordum. Çok ciddiymiş gibi gözlerini kırpmadan bana bakıyordu. Onun gerçek ilgisi için insanların birbirine girebileceğini biliyordum.
Bunun bir oyun olduğunu ve ona kanmamam gerektiğini düşünerek sertçe yutkundum.
“Evet ve bunu tek başıma yapmaktan hoşlanıyorum. Artık beni bırakabilirsin,” diye sinirle cevap verdim.
İkna olmamış gibi dudaklarını birbirine bastırdı. “Hadi ama, belki yardımcı olabilirim? Konuşman gerekiyorsa seni can kulağıyla dinlerim.”
“Hayır.”
Sonunda gitmek istediğimi anlayıp ayağa kalktı. Benimle parti arasında bir duvar gibiydi. Bedeni hem korkutucu hem de koruyucu olduğu için kaşlarımı çattım. Onun tarafından korunduğum düşünülsün istemiyordum.
Ellerini kaldırarak, “Bekle, hemen gitme,” dedi.
Onu istemeyen birine neden bu kadar yapıştığını anlayamıyordum. Parti devam ediyor, birçok arkadaşı ve bir sürü kız onun dikkatini çekmek için can atıyordu. Benden uzaklaşıp harika zaman geçirebilirdi.
Ama bunun yerine ondan kaçmak isteyen bir kıza takılıp kalmıştı.
Bu işte bir bit yeniği vardı.
Yoksa bu, benimle dalga geçmek için hazırlanmış ayrıntılı planının bir parçası mıydı? Ama hiçbir çaba bu denli çabaya değmezdi.
Dudaklarımı birbirine bastırıp başımı iki yana sallayarak bir adım attım.
”Lütfen.”
Bu kelime beni durdurdu. Bu nazik fısıldayış içten gibiydi.
“Konuşmak istemiyor musun? Tamam. Ama hemen gitme,” dedi samimi bir ifadeyle.
Kollarımı göğsümde kavuşturarak, “Neden?” diye sordum. Yalvarışı beni tereddüde düşürse de ona güvenmiyordum.
Ensesini ovuşturarak, “Çünkü kötü görünüyorsun ve kimse son senesine böyle girmemeli,” dedi. “Şuna ne dersin? Gidip içki alayım, sana güzel bir şeyler hazırlayabilirim. Bu konuda uzman sayılırım.”
Yüzünü dikkatle inceledim. İfadesinde art niyet ya da içten pazarlık göremiyordum. Ya mükemmel bir oyuncuydu ya da sahici davranıyordu.
Yine de ikinci ihtimale inanmak zordu.
Graham St. Claire benim gözümde duyarlı ya da iyi biri değildi. Onun yerinde başka biri olsaydı bu yaklaşıma inanabilirdim.
“Bana pes ettirene kadar beni rahat bırakmayacaksın, değil mi?” diye sordum.
“Berbat bir gece geçirmemen için seni rahat bırakmayacağım. Sorunu çözmek ya da bunu konuşmak istemiyorsan bile bu gece kafanı dağıtman için sana yardım etmeme müsaade et.” Tepkimi beklese de bir şey göremeyince devam etti. “Buraya bu gece kafa dağıtmak için geldiğini tahmin ediyorum. Bu yüzden biraz eğlenmene bak.”
Doğru bir noktaya parmak bastığı için soğuk ifademi korumam zordu.
“Bırak sana yardım edeyim. Sadece bir içki. Başka bir şey olmayacak.”
Dudaklarımı birbirine bastırdım.
Bir tarafım ondan hoşlanmadığı ve ona güvenmediği için geceyi onunla geçirmek istemiyordum.
Ama diğer yanım bu değişikliği gerçekten istiyordu. Buraya sadece Melissa’yı geri çeviremediğim için değil, bir geceliğine de olsa bir şeyleri unutmak için gelmiştim. Parti muhtemelen aklıma gelebilecek son seçenekti ama belki de buna ihtiyacım vardı. Şimdiye kadar diğer seçeneklerim işe yaramamıştı.
Jacob’ı düşünerek ağlamak hem başımı hem de göğsümü ağrıtıyordu. Uzaklaşmaya ve farklı bir şeye ihtiyacım vardı.
Melissa yanımdan ayrıldığından beri Jacob'ı düşünüyordum.
Elbette Graham St. Claire’e içimi açmayacaktım ama bir süreliğine dikkatimi dağıtmasına izin verebilirdim. Ona içler acısı hikâyemi anlatmak zorunda değildim. Bana içecek bir şeyler getirirdi, ben de gevşer ve bir saat sonra Melissa’yla buradan giderdim.
Hatta Graham’ın ilk yanlış hareketinde hiç düşünmeden kaçardım.
Güvendeydim. Kontrol bendeydi. Ve Jacob’ın bana evlenme teklifi edeceğini düşünürken benden ayrılmış olması gerçeğini kafamdan atmak için her şeyi yapmaya hazırdım.
Tanrı aşkına.
Cevabımı sabırla bekliyordu. Düşündükçe bu iyi yaklaşımının art niyetli olmasından ziyade, harika partinin havasını öldürdüğüm ve buna dayanamadığı gerçeğiyle ilgili olduğunu hissetmeye başladım.
Bana bir içki verdikten sonra muhtemelen arkadaşlarının yanına dönüp bir köşede tek başına oturmuş, karalar bağlayan kızı unutacaktı. Ben de içkimi alıp bir süreliğine acımdan uzaklaşacaktım. Böylelikle iki taraf da istediğini almış olacaktı.
“Peki ama kendi topuğuna sıktığını bilmelisin. Partilerdeki kızları teselli etmek duygusal olarak yıpratıcıdır,” diye çıkışıp eğer samimi değilse gitmesi için son bir şans verdim.
Gülümsemesi beni şaşırttı. O meşhur gamzeleri ortaya çıkınca boğazım düğümlendi. Gülümsemesi en amiyane tabirle göz kamaştırıcıydı. “Merak etme. Sen onu bana bırak, hemen döneceğim.”
Ben kaşlarımı çatmaya devam ederken St. Claire kalabalığın içinde kayboldu. İlgisi garipti. Bunu tam olarak tarif edemezdim. İçten ama bir o kadar da rahatsız ediciydi.
O tek başına koca bir ikilemdi.
Mutfağa yöneldi ama takımdan birkaç çocukla selamlaşmak için durdu. Onlarla kısa bir sohbet ettikten sonra müsaade istedi. Dönüşü daha uzun sürdü. Bu gecenin gözdesi olduğu için insanlar onu durdurmanın ve dikkatini çekmenin yollarını buluyordu.
Yine de yanıma kapalı bir şişe içki ve karıştırıcılarla döndü. Beni seçmişti. Göğsüme yoğun bir sıcaklık yayılıyor gibi hissediyordum.
Koltuğa yaklaşıp başıyla işaret verdi. Sorgulamadan koltuğa oturduğumda o da hevesli bir ifadeyle yanıma yerleşti.
İçkinin kapağını yanımda açtığını bana gösterdikten sonra karıştırıcılarla ilk içkiyi hazırlamaya koyuldu. Muhtemelen içkime bir şey katmadığını göstermek için bunu yaptı.
Farklı karışımlara şöyle bir baktım. “Hepsini içecek miyiz?” Çok fazlaydı ama onun takımda yer aldığını ve benden iki kat daha cüsseli olduğunu düşününce sarhoş olmak için iki katını içmesi gerektiğini tahmin ettim.
“Hayır, içmeyeceğiz,” dedi. “Sen içeceksin. Benim bu geceki içkim çoktan hazır.” Birasını kaldırırken bana içmem için başıyla işaret etti.
Biraz endişeli olsam da şakayla karışık, “Beni öldürmeye mi çalışıyorsun?” diye sordum. Çok fazla içki vardı.
“Seni mutsuz eden her neyse sana onu unutturmaya çalışıyorum. Bana güven.”
Kendimi tutamayıp alaycı bir tavırla güldüm. Bu kadar içkiyi onun yanında içme fikri göz korkutucuydu. Bunu gerçekten yapacak mıydım? O kadar umutsuz bir vaka mıydım?