Marie Hudson
SHAY
Üçüncü kata çıktığımızda asansör kapıları her iki yöne de uzanan bir salona açıldı.
Zane önce sola döndü ve uzun bir koridordan geçerek gümüş deri koltuklar ve sandalyelerle çok cömertçe dekore edilmiş cam bir odaya girdik.
“Burası cam oda. Gördüğün gibi, mülkün çoğu buradan görünüyor,” dedi Zane, peyzajın farklı alanlarını işaret ederek.
“İçine Conner ile girmediğin sürece çok eğlenceli olan bir labirentimiz var.”
“Hey, sadece bir kez içinde kayboldum, teşekkür ederim. Ayrıca ilk denememdi.” Conner sanki kırılmış gibi kollarını göğsünde kavuşturdu.
Zane ona baktı ve çok derin ama seksi bir şekilde kıkırdadı. Aman Tanrım, bu adam bakışlarıyla beni öldürecek.
“Her neyse, şu garaj yolunun aşağısında depom var; tüm işlerimi orada hallediyorum. Yani insanlar bu eve asla gelmezler; depoda tüm bunlar için bir toplantı odam var.”
“Ya yanlış yoldan saparlar ve bizim gibi garaj yolundan aşağıya inerlerse?” diye sordum. Buradan ikiye bölünen yol zar zor görünüyordu.
“Öyle bir şey olamaz. Üzerinden geçtiğimiz ızgara aslında yere doğru inen bir kapı; toplantı yaptığımda ve o garaj yolundan birilerinin inmesini istemediğimde kapı kapatılıyor.”
“Her iki taraftaki çalılar, insanların etrafta dolaşmasını ve oraya inmeye çalışmasını engelliyor, ayrıca insanların geçmesini önlemek için kapıya adamlar yerleştiriyorum. Eğer oradan geçmeyi denerlerse adamlarım onlara ateş açar.”
“Bu kadar genç yaşta nasıl bu kadar iyi organize oldun?” Ona baktım, tahminime göre bunu sadece yedi yıldır yapıyor olmalıydı.
Zane sadece bir saniyeliğine başını eğdikten sonra kendini toparladı.
“Ailem ben 13 yaşımdayken tamamen eğitilmiş bir şekilde bunu yapmaya hazır olmamı sağladı. Buradaki diğer ikisi ile birlikte günde saatlerce eğitim ve derslerden geçtik.”
“Gerçek bir çocuk olmak için asla oradan çıkamayacağımı düşündüğüm zamanlar oldu.”
“Evde eğitim aldığımız için bunu öğretmenlerimizle günlük derslerimize de dahil ettiler. Bu dersler yaklaşık bir saat sürüyordu ama bazen daha da uzun sürdüğü oluyordu,” dedi Noah boğuk bir sesle.
“Büyürken harika bir hayatınız olduğunu sanıyordum?” diye sordum etrafımı saran üç adama bakarak.
“Öyleydi,” dedi Conner. “Sadece normal bir çocuğun büyüdüğü gibi büyümedik. Ebeveynlerimiz, Zane'in, babasının örgütünün bir sonraki lideri olacağını biliyordu.”
“Her zaman korunacağından ve ona göz kulak olunacağından emin olmak için biz de bir sonraki komutası, omurgası olmak zorundaydık.”
“Oradan ayrılmamıza sevinmediler ama burada kendimize bir hayat kurduk. Zane babasından daha güçlü bir lider olduğu için bize müdahale etmeye çalışmıyorlar.”
“Evet, bazı çevrelerde babasından korkuluyordu ama artık herkes acımasızlığından dolayı Zane'den korkuyor.”
Yavaşça pencereye doğru geri gitmeye başlamıştım, üç adam bana bakarak sırıttı.
“Ne yani, sana zarar vereceğimizi mi düşünüyorsun?” dedi Noah, bana doğru tehditkâr bir adım atarak. “Eğer isteseydik, hiç düşünmeden seni o kulüpte bırakırdık.”
Sesindeki sertlik karşısında hafifçe titremeye başlamıştım. Benden çok daha uzundu ve iki katı kadar genişti. Gözlerimi önce dizine sonra yüzüne çevirdim.
“Noah.” Zane'in sesi ölümcül ama sakindi.
“Ne? Bizimle dalga geçilemeyeceğini bilmesi gerekiyor,” dedi gözlerini hâlâ üzerimde tutarak.
“Bizden korkmamalı da. Onu seçtim ve ihtiyacı olan her şeyi öğrenecek. Geçmişini okudun, değil mi?”
“Eh, sanırım onu yere serebilirim. Çok küçük.”
Bunu duyunca doğrulup ona doğru bir adım attım, sonra bir adım daha. Noah’nın yüzü oyulmuş taşa benziyordu. Çenesi dikti ve dişlerini biraz gıcırdatıyordu.
“Yani senin boyunda bir adamla baş edemeyecek, zayıf, küçük bir kız olduğumu mu düşünüyorsun?”
Tepemde yükselirken sırıttı. Aramızda 12-13 cm fark vardı ama her insanın zayıf noktaları vardır.
“Bu bir meydan okuma mı?” diye sordu. Burnundan aşağıya bana bakarken burun delikleri biraz genişledi. İşte damarına basmıştım.
“Evet, öyle. Kimin daha güçlü olduğunu görmek için bir dövüş maçına ihtiyacımız var,” diye alaycı bir şekilde cevap verdim.
Gözlerimiz hâlâ birbirine kilitlenmişti. Zane'in güldüğünü duydum. Öne çıkıp başını salladı. “Hadi üzerini değiş sonra dövüş becerilerinin tam olarak ne kadar iyi olduğunu görebiliriz.”
“Bu çok eğlenceli olacak!” dedi Conner elini havaya kaldırarak. “Küçük bir kız Noah’nın kıçına tekmeyi basacak!”
Arkamı dönüp parmağımı ona doğrulttum. “Ben küçük bir kız değilim!”
Conner’ın gülümsemesinin yerini çatık kaşları almıştı. “Benimle konuşurken ses tonuna dikkat etsen iyi edersin, küçük hanım.”
Zane aramıza girdiğinde keyifli bir şekilde bana bakıyordu. “Bu adamlara bir ders vermek istiyorsan giyebileceğin birkaç kıyafetim var.”
Çok heyecanlı iki adama bakarak gülümsedim. “Lütfen, bu oğlanlara hadlerini bildirmeyi çok isterim.”
Onlara oğlan dediğimde iki adam da bana hırlamıştı ama Zane onlara döndü. “Bunu siz istediniz, şimdi üstünüzü değiştirin. Ringde görüşürüz. Yirmi dakikanız var.”
Başlarını salladıktan sonra bana intikam dolu bir bakış attılar. Aman Tanrım, kendimi neye bulaştırdım böyle?
“Endişelenme gerek yok, onlardan zarar gelmez,” dedi Zane. Arkalarından gözden kaybolmalarını izliyordu. “Bir insanın sinirlerine nasıl dokunacağını gerçekten biliyorsun, değil mi?”
“Pek sayılmaz,” derken hayatımda gördüğüm en iri adamlarla karşı karşıya gelmekten endişe duymuyormuş gibi görünmeye çalışıyordum. “Bana meydan okudu, ben de ona karşılık verdim. Büyütülecek bir şey yok yani.”
“Umarım profilinin söylediği kadar iyisindir. Sana nazik davranmayacaklar.” Bana bakarken gözleri parlıyordu.
“Yüzüme vurmadıkları sürece iyiyim,” diye cevap verdim, içlerinden birinin burnumu kıracağı düşüncesini uzaklaştırmaya çalışıyordum.
Zane gülerek elimden tuttu ve beni başka bir odaya götürdü. İçerisi çok karanlık ama temizdi.
Duvarlar, tıpkı yatağı kaplayan yatak örtüsü gibi, tavanla birlikte gümüş bir süslemeyle siyaha boyanmıştı. Gömme dolabın kapıları bile siyah ahşaptı.
Zane’i dolaba kadar takip ettim. Burası başka bir yatak odası olabilirdi. Bir yanda güzel görünen takım elbiseler, gömlekler, pantolonlar ve erkek ayakkabıları vardı. Diğer tarafta da bir sürü kadın kıyafeti.
“Bunlar kimin kıyafetleri?” diye sordum, büyük raflara bakarken olduğum yerde durmuştum.
Zane elinde yepyeni spor kıyafetleriyle bana döndü. “Senin hayatım.”
“Bir dakika ne? Neden içinde bana ait kıyafetlerin olduğu bir dolabın olsun ki?” Sözleri karşısında ellerim titremeye başlamıştı.
“Gelecekteki eşimi evime getirdiğimde, kendisi buradan ayrılamaz. Artık burası senin evin, burası bizim yatak odamız ve bunlar senin kıyafetlerin.”
Elini giysi raflarının ve çekmecelerin üzerinde gezdirdi.
“Pekâlâ, hiç sanmıyorum,” dedim burada sonsuza kadar kalmayı ne kadar istemediğimi belli etmemeye çalışarak. Onunla daha yeni tanışmıştım ve hemen buraya taşınacağımı mı sanıyordu? “Eve dönmeliyim.”
Ben daha cümlemi tamamlayamadan kıyafetlerimi düşürmüş ve beni duvara yapıştırmıştı. Bana baktığında kollarım başımın üstündeydi.
“Bu adamlarla savaşmak için çok yavaşsın. Ben onlardan daha iyiyim ama saniyeler içinde seni yere serecekler.”
“Buna hazır değildim. Sözlerin yüzünden hâlâ şoktaydım.”
Bana doğru yaklaştı. “Her zaman beklenmeyeni beklemelisin.”
Dudakları benimkilerin üzerine düştüğünde karşı çıkmaya çalıştım ama pes etmiyordu. Vücudunu benimkine bastırdı.
Kocaman eliyle ellerimi başımın üstünde tutarken diğeri başımın arkasına inmişti. Öpücüğü vücuduma içimi parçalayan bir ateş gönderdiğinde sonunda pes edip ona karşılık verdim.
Öpücüğün kontrolünü ele geçirip ona hükmetti.
“Sen artık bana aitsin. Sen benimsin!”