K.L. Harr
MAVE
Jason’ın yüz ifadesinde hiçbir değişiklik yoktu. Parmaklarını usulca tenime değdirirken sakinliğini koruyordu.
Patatesi ağzıma koyduktan sonra garip işkencesine son verip parmaklarını bacağımdan çekti ve onu zehirlemeye çalışmadığım için memnuniyetle başını salladı.
“Aferin,” dedi alçak sesle. “Çekilebilirsin.”
Hiçbir şey demedim. Arkamı dönüp çabucak tezgâha geri döndüm.
Jason’ın yumuşacık dokunuşu, o pislik adamın sert tokadından daha uzun süre tenimde kaldı. Uzaktan bile hâlâ bana dokunuyormuş gibi hissediyordum.
Neler oluyordu böyle?
Öğle yemeğimi bitirmeye gitmeyip tezgâhın arkasında kaldım. Beni tekrar çağıracaklarını biliyordum. Zaten şu anda yemek yiyecek hâlim de yoktu. Kafam allak bullak olmuştu.
Neden bana öyle dokunmuştu?
Ve neden bende böyle bir his uyandırmıştı?
Trixi kulağıma fısıldadı. “Burada neler dönüyor?”
“Ah, şey... Söylemeyecektim ama dün gece sen gittikten sonra Jason geldi. Ona yemek yapmamı istedi ve galiba yaptığım şeyi beğendi.”
“Kızım, bundan daha fazlası olduğu çok açık. Sana nasıl baktığını gördüm. Hem o patatesi sana nasıl yedirdi öyle?”
“Sadece yemeği yemeden önce tadına bakmamı istiyor. Herhâlde kimseye kolay kolay güvenmiyor.”
Omuz silkti. “Bana sorarsan gördüklerim bayağı seksiydi. Sence senden hoşlanıyor olabilir mi?”
Gülerek başımı salladım. “Ben sadece buradaki yeni oyuncağım Trixi. Buna alışacaktır.”
Kahve doldururken imalı bir ses çıkardığında gözlerimi devirdim. Jason King’in benden hoşlanması imkânsızdı. Yine de masasına bakmaktan kendimi alamadım.
Gözleri bana kilitlenmişti.
Dün geceki gibi düşünceli bir ifadeyle, parmağını dudağına değdirirken arkasına yaslanmış, dikkatle beni süzüyordu.
Bakışları karşısında kızarırken gözlerimi kaçırmaya çalıştım ama ben gözlerimi kaçıramadan parmağını oynatarak yanına gelmemi işaret etti.
Siktir. Bakmamalıydım. Çok saçma bir hareketti...
Titrek bir nefes alarak duruşumu dikleştirdim ve önlüğümü biraz aşağıya çektikten sonra yanlarına gittim. Diğer üçü konuşuyordu ama ben gelince sustular.
“Başka bir şey ister miydiniz?” diye sordum boş tabakları toplarken.
Tam Jason’ın tabağını alıp diğerlerinin üstüne koyarken, parmakları dizimin arkasına değdi. Başparmağını yavaşça dizimde gezdirirken birden ürperdim.
“Hayır, başka bir şey istemez,” dedi. Ayağa kalkarken parmaklarını dizimin arkasından yukarıya doğru kaydırdı ama dokunuşuna alışamadan elini çekti.
Cebinden yüz dolarlık bir banknot çıkarıp önlüğümün cebine koydu. “İyi iş çıkardın tatlım,” diye fısıldadı.
Çoktan kapıya yönelen arkadaşları tekrar kendi aralarında konuşmaya başlamıştı. Jason eğilip ağzını kulağıma yaklaştırdı. “Buraya her geldiğimde bana sen yemek yapacaksın. Sadece bana.”
“Evet, tabii,” diye cevap verdim. Gözlerimi yere indirirken tabakları düşürmemeye çalışıyordum.
Eli bir an sırtımın alt kısmına kaydı. “Aferin.”
Sonra dönüp kapıdan çıktı. Beni yine kafam karışık bir hâlde, farklı duygular içerisinde öylece bırakıp gitmişti.
***
Günümün geri kalanı nasıl geçti bilmiyordum. Hiçbir şeye odaklanamıyordum.
“Mave, iyi misin?” derken Jack’in sesi düşüncelerimi böldü. Aniden başımı kaldırdığımda şişeye fazla ketçap doldurduğumu, ketçabın taştığını gördüm.
“Lanet olsun!” Geri çekilip masayı temizlemek için elime bir sürü peçete aldım. “Kahretsin. Özür dilerim Jack, ben…”
“Hey, sorun değil,” derken koluma dokundu. “Sadece biraz dalgın görünüyorsun. Trixi’den duyduğuma göre Bay King bugün seni istemiş, o yüzden sordum.”
“Evet. Ama sorun yok, o... O şey değildi...” Ne değildi? Kelimeleri toparlayamayınca iç çektim. “Sanırım sadece biraz bunaldım, hepsi bu. Önemli bir şey yok.”
Jack başını salladı. “Peki. Masayı temizledikten sonra eşyalarını alıp çık istersen? İşler bitti sayılır.”
Başımı sallarken ketçaplı peçeteleri top hâline getirdim. “Teşekkür ederim. Bunun için çok üzgünüm. Maaşımdan kesebilirsin.”
Jack başını iki yana salladı. “Buna gerek yok Mave, sorun değil.” Gülümseyerek kaçırdığım bir noktayı temizlemek için eline başka bir peçete aldı. “Hadi. Git hazırlan.”
Minnettar bir şekilde gülümserken iç çektim ve ardından Jack’in ofisine yöneldim. Koridorda yürürken de elimdeki ketçaplı peçeteleri çöpe attım. Dolabımdan eşyalarımı alırken orada unuttuğum salatayı bulduğumda midem yine guruldamaya başladı.
Doğru düzgün düşünemememin nedeni bu olmalıydı. Yine acıkmıştım.
Kendime sinirlenirken gözlerimi devirdim çünkü bu hâlde olmamın tek nedeni sadece açlık değildi. Bunu çok iyi biliyordum. O garip etkileşimden sonra kendime gelememiştim. Benim sorunum neydi?
Jason da diğerleri gibi eline koluna sahip çıkamıyordu işte. O bunu farklı bir şekilde yapsa da hepsi aynıydı. Kendime gelip odaklanmalıydım. Bu saçmalıktı. Bununla başa çıkabilirdim. Yapabileceğimi biliyordum.
Birkaç dakika sonra lokantadan çıktım. Onlarla vedalaştıktan sonra Trixi’yle Jack arabalarına doğru yürümeye başlamıştı.
Bir an sessiz caddeye bakarak öylece kaldırımda durdum. O kadar dalgındım ki bir terslik olduğunu anlamam bir saniye sürmüştü.
Alice burada değildi.
Tam o anda cebimdeki telefon titredi.
Siktir be! Jack’le Trixi çoktan gitmişti. Bende lokantanın anahtarı yoktu ki!
Lanet olsun!
Düşünürken dudağımı ısırdım. Yürüyebilirdim. Altı üstü birkaç blok… Cadde yeterince sessiz görünüyordu... Kesinlikle burada beklemekten daha iyiydi. Burada dururken kolay hedef olurdum!
Çabucak Alice’e bir mesaj gönderdim ve her ihtimale karşı telefonumu elimde tutarak boş caddede yürümeye başladım.
Aslında bu o kadar da kötü bir fikir değildi. Bütün gün ayakta kalmış olmama rağmen serin havada yürümek bana kendimi daha iyi hissettiriyordu. Derin bir nefes aldım.
Birden bir ıslık duydum…
Anında gerildim ama ıslıktan sonra bir adam sesi gelince ayaklarımı daha hızlı hareket etmeye zorladım.
“Tatlım? Bu sen misin?”
Cevap vermedim. Arkamı dönmeden ilerlemeye devam ettim.
Tekrar konuştuğunda sesi daha yakından geliyordu.
“O kıçı nerede görsem tanırım.”
Çok yakındı. Paniklemiştim, tam koşmaya başlayacaktım ki kolları belime dolandı.
“Ah! Bırak beni!” diye çığlık atarken kollarını itmeye çalıştım ama bu bir kayayı oynatmaya çalışmak gibiydi.
“Sakin ol tatlım, sadece benim,” dedi kulağıma doğru.
Arkamızdan başka biri güldüğünde korku anında kanımı dondurdu.
“Lütfen! Lütfen, bırak beni!”
Diğer pislik de gülüyordu. “Sana zarar vermeyeceğim güzelim. Biraz eğlenebiliriz. Seni yalnız yakalamayı umuyordum...”
“Lütfen, hayır…” diye yalvardım ama eliyle ağzımı kapatarak beni susturdu. Sıcak nefesi kulağıma çarpıyordu.
Beni kollarında çevirdiğinde dört korkunç arkadaşıyla yüz yüze geldim. “Sana hiç bu kadarını teklif ettiler mi bebeğim? Hepimizle başa çıkabileceğine eminim. Gerçi... Seni biraz zorlayabiliriz.”
Gözyaşları görüşümü bulanıklaştırıyor, göğsüm sıkışıyordu. Başımı sallamaya çalıştım ama beni sıkıca göğsüne bastırıyordu. Parmak uçlarımda durduğum için hareket edemiyordum.
Ellerini karnımda gezdirirken inliyor, diğerleri de aç gözlerle bize bakıyordu. Dişleri sokak lambasının altında yırtıcı hayvanların iğrenç sarı dişleri gibi parlıyordu.
Sonum geldi. Beni hayvan gibi becerip burada bırakacaklardı.
Eli tam şortumun içine girmek üzereyken karanlıktan derin bir ses geldi.
“Bırak onu,” derken sesi sakin çıkıyordu ama ses tonundaki otoriteyi yanlış anlamak imkânsızdı.
Karanlık sokağın sonunda parlayan sigaranın ucunu görebiliyordum. Arkamdaki adam iç çekti. Işığın aydınlattığı kişi bize yaklaşırken beni tutmaya devam ediyordu.
Jason…