Mateo Santiago - Kitap kapağı

Mateo Santiago

Katlego Moncho

Fırtına Geliyor

JUNIPER

"Bekle bir dakika, önce biraz konuşabilir miyiz?" dedim tiz bir sesle, kalbim boğazımda.

"Efendim?" Bir kaşı havada, anlamayarak yüzüme baktı.

"Yani, daha yeni tanıştık. Bence önce biraz birbirimizi tanısak daha iyi olacak."

"Tabii ki, bunun için buradayız. Başka nasıl birbirimizi tanıyabiliriz ki?"

Çenem şaşkınlıktan neredeyse yere çarpıyordu.

İnsanlar birbirlerini böyle mi tanıyorlardı? Büyükannemle fazla mı uzun süredir birlikteyim ben?

Royce'a bakarken yüzümün alev aldığını hissettim.

"Juniper?” Sesi endişeli çıkmıştı. "Sorun ne?"

"Şey, ben hiç..." Kekeledim, kelimeleri düzene koyamıyordum. Tahta zeminlere bakarak parmağımla çarşaflara daireler çizdim. "Ben daha önce hiç yapmadım."

Sessizlik.

Oda tamamen sessizliğe gömüldü.

Cesaretimi toplayıp Royce'un yüzüne baktım ve gözlerinin fal taşı gibi açık şaşkınlıkla bana baktığını gördüm.

"Royce?"

Sesim yaşadığı afallamayı bozdu. Gülmeye başladı, o güldükçe yatak altında sarsılıyordu.

"Ne var?" Dedim sinirle. Daha önce pek bir şey yaşamamış olmam o kadar büyük bir şok muydu?

"Juniper, ben seni buraya onun için getirmedim,” dedi. "Sadece konuşmak istiyorum. Sana çok önemli bir şey sormam gerek, o yüzden getirdim. Ama tabi bu seni çekici bulmuyorum demek değil." Yanaklarına oturan pembe tonla bana gülümsedi.

"Oh"

Oh.

June... Star'ın sesinde anlayış vardı, bu da durumu daha da kötüleştiriyordu.

Öldür beni Star. Her şeyi burada bitir.

Yerin dibine girmek istedim.

İç çektim ve rezilliğimi sindirip kalan itibar kırıntılarımı toplayarak Royce’a baktım.

"Bana ne sormak istemiştin?"

Başını salladı, düşüncelerini topladı. Az önceki neşesi gözlerinden kayboldu. Yataktan kalktı ve bana döndü.

"Benim ailem yok Juniper. Baban Dayton beni ve kardeşimi aranıza alana kadar bir sürüm de yoktu."

Sessizleşti, gergin olduğu her halinden belliydi. Parmaklarıyla bacağında asabi bir ritim tutup volta atarak konuşmaya devam etti.

"Ailemiz öldürüldüğünde çocuktuk. Bütün sürümüz katledildi. Değersiz, hiç kimseler olarak kalmıştık.

Aniden duraksadı ve oda tekrar sessizleşti.

"O gün evde olmam gerekiyordu ama geç kalmıştım."

Sözleri yüreğimi dağladı. Sevdiğin her şeyin ve herkesin yok oldu bir eve dönmek nasıl hissettirirdi?

"Kim yaptı bunu?"

Başını sağa sola salladı, yüzünde alaycı bir gülümsemeyle konuştu. "Bilmiyorum. Hala bunu anlamaya çalışıyorum."

"O zaman buraya gelmenin sebebi neydi?"

"Bir aile bulabileceğim umudu. Kardeşimin saldırı sırasında kaçıp gittiğini ve buraya sığındığını öğrendim. Baban kim olduğumu ve ne olduğumu öğrendiğinde, doğum gününden kısa bir süre sonra beni sürüye kabul etti. Yeterince büyüdüğümde sürüyü devralmaya uygun olacağıma karar verdi."

"Neden sen? Yani-" Dilim birbirine dolandı. Babam nasıl bir yabancıyı kabul eder de beni, kızını kabul etmezdi?

"Alfa soyundan geliyorum. Babam sürümüzü yönetti ve bir gün gücünü bana devredecekti."

Tereddütlü görünüyordu, söyleyeceği bir sonraki cümleyi ağzından çıkarmakta zorlanıyordu. Pencereye doğru yürüdü ve durdu. Dışarı bakarken, yüzünden karanlık bir bakış geçti.

"Hiçbir zaman Alfa olmak istemedim."

Şok oldum. "Neden?"

"Sürüm yok edildiğinde bunu kabullenmeyi öğreniyordum. Sorumluluğu istemiyordum, hala istemiyorum. Ben lider olmak için uygun değilim."

Küçükken, 13’üncü doğum günümden önce, hep kendimi lider olarak hayal etmeye çalışırdım. Sürümün başları sıkıştığında bana gelip akıl danıştığını hayal ederdim. Çocukken bunları düşünmekten ve oynamaktan keyif alıyordum. Şimdiyse bunları düşündüğümde tek hissettiğim baskı ve ezici bir çaresizlikti.

Düşünmesi bile çok can sıkıcıydı.

Royce pencereden uzaklaştı ve bir kez daha yanıma oturdu. Umutsuz bir bakış yüzünden geçti.

"Seni aramamın bir sebebi vardı." Omuzlarımdan tuttu.

"Juniper, Litmus'un Alfa'sı olmanı istiyorum. Alfalık senin doğuştan hakkın. Onu geri almalısın."

Yanımda oturup bir cevap vermem için beni bekliyordu. Yüzüne boş boş bakmaktan başka bir şey yapamıyordum. Düşüncelerim ve duygularım kafamı toplamama izin vermeyen bir hızda ediyordu.

Bir şey söyle June.

Star. Alfa olma fikrinin ve beraberinde gelecek övgülerin etkisinden hoşnut görünüyordu.

Doğuştan hakkımdı, evet. Büyükbabam öldürüldükten sonra, aylarca babamı alaşağı etmenin, onun yerine geçip bana ve büyükanneme karşı yapılan yanlışların intikamını almanın hayaliyle yaşamıştım.

Babamın, sürünün ihtiyacı olan Alfa’nın ben olabileceğimi kabul etmesinin nasıl bir şey olabileceğini düşündüm. Beni sevmesinin nasıl bir şey olabileceğini.

Fakat sonra gerçek dünyaya döndüm.

"Yapamam."

"Juniper—"

"Hayır Royce, benden Alfa olmaz."

Ellerini omuzlarımdan silkip yatakta ondan uzaklaştım.

"Olur, Juniper. Sen bunu göremiyor olabilirisin ama ben görebiliyorum."

"Daha dönüşemiyorum bile! Hayır, olmaz."

"Tanıdığım tüm Alfalardan daha güçlüsün. Bunu kanıtlamak için dönüşmene gerek yok."

"Beni tanımıyorsun bile. Kendi sorumluluğu benim üstüme atmaya çalışıyorsun, değil mi?"

"Juniper, sen özelsin. Bunu hissedebiliyorum. Güçlerin var... Alfalık kanında var. Bunu yapabilirsin. Yapabileceğini biliyorum."

Sözlerinden çaresizlik akıyordu, ama neden? Royce’un kendisi de çok iyi bir Alfa olabilirdi. Eminim tuhaflıkları vardı ve onu uzun zamandır tanımıyordum ama iyi biri gibiydi. Arkadaş canlısıydı. Evinin halinden gördüğüm kadarıyla sorumlu da biriydi.

Yeterince kendine güvenmiyor muydu?

Yeteneklerinden mi emin değildi?

Yoksa sürünün onu kabul edip etmeyeceğinden mi emin değildi?

"Senin de gücün var, hem de sürülerin Alfa'larında istediği ve aradığı türden bir güç. Benimki gibi değil."

"Gücün farklı, ama bu daha değersiz olduğu anlamına gelmez. Lütfen June. Unvanını geri alman gerek."

O konuşurken kafamı sağa sola sallıyordum. "Özür dilerim. Yapamam."

Ağır bir şekilde iç çekti, hayal kırıklığıyla başını ellerinin arasına aldı.

"Özür dilerim. Ben gitsem iyi olacak. Tanıştığımıza memnun oldum Royce."

Ayağa kalktım ve yavaşça kapıya doğru yol aldım. Bir an tereddüt ettim, neden bilmiyorum ama beni durdurmasını istedim.

Durdurmadı.

***

Sürü ÜyesiAlfa.
Sürü ÜyesiOrmanda bir kız var.
Sürü ÜyesiJuniper olduğunu düşünüyorum.
DaytonNerede?
Sürü ÜyesiRoyce'un evine yakın bi yerde.
Sürü ÜyesiAz önce onun evinden ayrıldı.
DaytonBana ne tarafa gittiğini söyle.

JUNIPER

Kulübeden çıktığımda dışarıda gördüğüm kişi gitmişti. Hala uzakta iki büklüm bir şekilde toprak yoldan aşağı doğru yürüdüğünü görebiliyordum. Elinde gördüğüm sebze sepeti bir kabak bitkisinin yanına oturdu.

Gari ve sinir bozucuydu, aceleyle eve döndüm.

Dönüş yolunda ormanda yürümek, giderken olduğu kadar keyifli değildi. Royce'un teklifi kafamda yankılandı ama kararımın arkasında durdum.

Babamın, sürümün ihtiyacı olan Alfa ben değildim.

Asla olmazdım.

Doğru olanı yaptın. Star beni teskin etti.

Biliyorum.

Bir konuda haklıydı ama. Yeterince güçlüyüz, ama olmamız gereken yer burası değil. Star'ın sözleri içime oturdu, ardında donuk bir ağrı bıraktı. ~Çok daha büyük şeyler için yapacağız.~

Ama ne zaman? Nerede? Ben yoruldum artık, sen yorulmadın mı? Nereden biliyorsun daha büyük şeylere layık olduğumuzu?

Hissediyorum, dedi esrarengiz bir şekilde.

En azından bulutlar hala geri gelmemişti ve güneş parlıyordu. Doğa etrafıma sarıldı ve ormanda yürürken onu ne kadar özlediğimi fark ettim. Kokusu, manzarası, verdiği huzur. Star'ın doğaya aç olduğunu biliyordum, her kurt gibi.

Yakında özgür olacağız, June.

Sözleri merhem gibi geliyordu, umutsuzca doğru olmaları için dua ettim.

Eve yaklaştığımızda, bir şeylerin ters gittiğini hissettik. Star'ın boynundaki tüyler dikelmişti ve ben birdenbire o kadar gerilmiştim ki ellerim kontrolsüzce titredi.

Arka bahçeyi ve ormanı kontrol etmek için etrafı kolaçan ettim. Bir şey bulmak için hislerimi dibine kadar zorladım. Birkaç dakika bekledim ama anlamsızdı.

Arka kapıya varana kadar diken üstündeydim. Ters gelen her şeyi koklamaya çalıştım. İstenmeyen bir misafirin işaretlerini duymak için dikkatlice dinledim.

Hiçbir şey duyamadım.

Dikkat et, dedi Star. Hırıltısını, tüylerinin kabardığını hissedebiliyordum.

Elimi kapı koluna uzattım, göğsümde bir ağırlık vardı. Kapıyı açtım ve içeri girdim.

Kalbim durdu.

Vücudum dondu.

Her şey hareketsizdi.

"Juniper, hoş geldin."

Annem ve babam buradaydı.

Babam yere diz çökmüş büyükannemin üzerine dikilmiş, kafasına nişan alan bir tabanca doğrultmuştu. Beş yıl önce büyükbabamı öldürmek için kullandığı tabancanın aynısı. O nefret dolu silahın içinde hala aynı mermilerin olup olmadığını merak ettim.

Hala o günkü kadar zalim ve tehditkar görünüyordu.

Annem yanında duruyordu, ifadesi her zamanki gibi soğuk ve kayıtsızdı.

Farkına bile varmadan ağlamaya, yalvarmaya başlamıştım.

"Baba".

Yüzünü buruşturdu, bana iğrenmiş gibi baktı.

"Sürüden biri kızıma benzeyen birini gördüğünü söylediğinde yaşadığım şaşkınlığı hayal et".

"Lütfen baba. Büyükanneme zarar verme."

Onlara doğru bir adım attım, hırlaması önümü kesti.

"Sana bir seçenek vereceğim. Ya burayı terk edeceksiniz ya da bizimle gelip hücrelerde kalacaksınız."

"Ben burayı terk edemem." Sözcükler ağzımdan panikle döküldü. Sürüden uzaklaşmak yalnız kurt olmak anlamına geliyordu. Bir haydut. Dönüşme yeteneği olmayan bir haydut olmanın cezası ölümdü. Ama hücrede yaşamanın sonu da farklı değildi.

Bana sunduğu gerçek bir seçim değildi.

O da biliyordu beni köşeye sıkıştırdığını, yüzündeki korkunç gülümsemeden okunuyordu. Kazanmıştı.

"Dayton—"

Lafını bitiremeden büyükannemin suratına tokadı çaktı. Ağzından ufak bir sızlanma kaçtı ama devrilmedi, alev atan gözlerle oğluna baktı. Babam silahı kafasına doğru itti ve bana döndü.

"Kararın ne, June?"

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok