
Eski, boktan dizüstü bilgisayarım, tarayıcıda yirminci sekmemi açarken acı içinde inledi.
Sıcak bir yaz günündeki kaldırım gibi ısınıyordu, tıpkı benim gibi.
Bütün öğleden sonramı araştırma yaparak geçirdim ve bazı cevapları bulmaya çok yaklaşmıştım.
Harfler arama çubuğunda belirirken parmaklarım klavyede sonu olmayan bir yarıştaymış gibi hareket ediyordu.
Yerel kurt adam efsaneleri.
Tamam, biraz deliriyorum sanırım.
Ama sakin Seattle banliyömde garip bir şeyler oluyordu ve bunu bulmak zorundaydım.
Ama konuya olan inançsızlığım hala tam olarak tarafını seçmemişti.
Tanımadığım bir adam uykusunda “dönüşmekten” bahsedince ve ardından da ormandaki kurt saldırısı haberini duyunca aşırı heyecanlanmıştım.
Bu işin aslını öğrenmem gerekiyordu.
Ama ne kadar derine inmeye istekliydim bilmiyordum.
Sayfanın aşağılarına inince on dokuzuncu yüzyılın başına kadar uzanan bir kurt efsanesi hakkında ilginç bir makale buldum.
Masal gibiydi: Yerli bir insanın ruhuyla vücut bulmuş beyaz bir kurt, kalan tüm günleri için ölümsüzlükle ödüllendirilip insanların diyarında sıkışıp kalarak lanetlenmiş topraklarda dolaşmaya başlar.
Bir gece, dolunayda gezinen kurt, şu an Seattle olarak bilinen bölgede, karanlık sanatlarla ilgilenen bir gezgin ile tanışır.
Kurdun ölümsüzlükle olan bağlantısını hisseden gezgin, onun gücünü çalıp kendine sonsuz yaşam bahşetmeye karar verir.
Bu iki güçlü varlık birbiriyle ölümüne mücadele ederken, kurt aniden gezginin omzunu ısırır.
Ve gezgin o çok istediği ölümsüzlüğüne kavuşur. Ama beklediği şekilde değil.
Gezgin kurdun ısırığıyla korkunç, yeni bir yaratığa dönüşür.
Yarı insan, yarı canavar.
Bu dünya ile Ölümsüzler Dünyası arasında bir hayat sürmekle lanetlenir.
Tüm vücudum titremeye başladı, tüylerim ürperdi.
Okuduğum şey tam bir eski halk efsanesiydi, ama bu hikayedeki bir şey beni derinden huzursuz ediyordu.
Kurt adamlar gerçekten var olabilir miydi?
Elbette, dünya hakkında anlamadığım çok şey vardı ve her gün açıklanamaz bir sürü şey oluyordu ama.
Bilgisayarımı kapattım.
Hayır, kuruntu yapıyorum. Kurt adamlar diye bir şey yoktur.
Telefonum masada titredi.
Siktir, araştırmaya o kadar dalmışım ki zamanın nasıl geçtiğini anlamadım.
Hızlıca kapıya koştum, çıkmadan önce aynanın önünde kendime baktım.
Yani berbat görünüyordum.
Liam ya da Grace'in bu gece bara gelebileceğini düşününce boğazımın arkasında bir gıcıklanma hissettim.
Sonbaharın son demlerini yaşıyor olmamıza rağmen siyah, göbeği açıkta bırakan bir bluz ve kalçalarımın tam altında biten bir kot şort giymeye karar verdim. Yılın bu zamanı için cesur bir seçimdi.
Saçımı sıkı bir at kuyruğu yaptım ve mor göz farı sürerek macenta rengi bir rujla dudaklarımı süsledim.
“Vayy. Şimdi neden bu kadar geç kaldığını anladım. O minicik şortla kimi tuzağına düşürmeye çalışıyorsun bakalım?”
“Hiç kimseyi, Hector. İllaki başkası için mi giyinmem gerekiyor?”
Saçmaladığımı anlamış olacak ki gözlerini devirip yüzünü buruşturdu. Sonra birden gözleri parladı.
Bu gece gelmesini umduğum başka biri vardı.
Hector barın “tıklım tıklım olduğu” konusunda kesinlikle abartmıştı.
Sıkıntıdan ağlamak üzereydim, özellikle Hector’a randevusuna yetişmek için erken çıkmasını söyledikten sonra.
Kafamı bara yaslayarak iç geçirdim. Dün gece zar zor uyumuştum ve gözlerim yavaş yavaş kapanıyordu.
“Canını sıkan bir şey mi var?” diye sordu o ipeksi ses.
Kafamı kaldırıp Grace'i karşımda görünce şaşkınlıktan gözlerim kamaştı. Kalbimin atışını kulaklarımda hissetmeye başlamıştım ki temizlemekte olduğum bardak ellerimden kaydı.
Grace şok edici derecede hızlı bir refleksle bardağa uzandı ve yere düşmeden önce onu yakaladı.
Bugün de en az geçen geceki kadar çekici görünüyordu; kırmızı dudaklarıyla aynı renk bir kazak ve kristallerden yapılmış zincirli bir vücut kolyesi giymişti.
“Lea’ydı, değil mi?” diye sordu bar taburesine otururken. Yakaladığı bardağı zarifçe tezgaha bıraktı.
“Evet, sen de Grace,” diye cevap verdim, boğazımın kurumasını hiçe sayarak.
“Hafızan güçlüymüş,” dedi gülümseyerek.
Daha istemeden ona bir Bloody Mary hazırlamaya başlamıştım.
İçkisini uzatırken belirgin bir şekilde yutkundum. “Hayır, öyle bir şey değil.”
Bu konuda düşüncelerimiz aynıydı.
Aklım kolumdaki çiziklere gitti ve Liam'ın dün geceki hayvani eğilimlerini düşünmekten kendimi alamadım.
Onun hakkında yanılmış olmayı umuyordum ama yine de aklımın bir köşesinde beynimi kemirip duran bir şüphe vardı.
Grace aniden koluma dokundu ve damarlarımda tekrar bir elektrik dalgası hissettim.
Gözlerimiz birbirine kilitlendi ve nefesim kesildi.
“Ben, ben burada olmamalıyım,” dedi hala gözlerimin içine bakarak.
“Neden?” diye sordum nefes nefese, hızla atan kalbimin esiri olarak.
Öne doğru eğildim, boynumu Grace'e doğru çevirdim. Bunu neden yaptığımı bilmiyordum. Sadece ona daha yakın olmak istemiştim.
“Ben senin gibi değilim Lea,” diye cevapladı elini boynumdan nazikçe geçirip ensemi tutarak.
“Nasıl yani?” diye sordum, tüylerim ürpermişti.
Birbirine her an daha çok çekilen iki mıknatıs gibiydik.
“Bunu anlayacağını sanmıyorum,” diye fısıldadı usulca.
Boynumdaki eli daha sıkılaştı. Beklenti içinde donup kalmıştım.
Barın kapısı aniden açıldı ve bir grup genç birbirleriyle gülüp şakalaşarak içeriye girdiler.
Grace anında elini boynumdan çekti ve ayağa kalktı.
“Bu kötü bir fikirdi,” diye mırıldandı dişlerinin arasından.
“Bekle...” diye mırıldandım, tüm vücudum dokunuşunun verdiği hisle titremeye devam ederken.
Ama Grace beni dinlemeden bir anda gitmişti.
Daha fazlasını arzulayarak yine tek başıma kalmıştım.
Yatağımda uzanırken aklımda tek bir şey vardı: Grace.
Düşüncelerim o kadar yoğundu ki bir türlü uyuyamıyordum.
Elinin en ufak bir dokunuşu bile başımı döndürmeye yetmişti.
Onun da böyle hissettiğini biliyordum, yoksa neden iki gece üst üste bara gelsin ki?
Ama neden her yaklaştığımızda benden kaçıyordu?
Hayal kırıklığı içinde yorganımı başıma çektim.
Elim içgüdüsel olarak bacaklarımın arasına kaydı ve derin bir nefes aldım.
Bacaklarım ayrılırken elim külodumun içine uzandı.
Parmaklarım bacaklarımın arasındaki hassas bölgeyi ovuştururken Grace’in kırmızı dudaklarını hayal ettim.
Bir elimle kendimi tatmin ederken diğeriyle boynumu sıktım, tıpkı geçen gece Grace'in yaptığı gibi.
Farkına bile varmadan parmaklarım vücudumun en derinine daldı, keskin bir inilti dudaklarımdan döküldü.
“Grace...” diye yüksek sesle inledim yatağımda zevkten kıvranırken.
Üzerine ikinci bir ten gibi yapışan kıyafetleri ve o altın rengi büyük gözleriyle beni onu her düşündüğümde daha da tahrik ediyordu.
Grace'in parmaklarını tenimde hayal ederek hareketlerimi hızlandırdım.
Zevkin doruklarına tırmanırken tüm vücudum coşku ve heyecanla ürperiyor, damarlarım hazla doluyordu.
Geldiğimde Grace’in de orada olmasını dileyerek yüksek sesle inledim.
Ama burada değildi.
O benim için sadece güzel bir yabancıydı.
Ve ben de onun cazibesi altında esir edilmiş bir köle.
Gölgeyle kaplanmış ormandaki yüksek çam ağaçlarının arasında yürürken, zihnim ayaklarıma uyum sağlamakta zorlanıyordu.
Dün gece Grace'i tekrar görmüştüm.
Onu aklımdan çıkarmam gerekiyordu. Bu bir saplantıya dönüşüyordu.
Bu sabah uyanır uyanmaz, spor kıyafetlerimi giyip kulaklıklarımı taktım ve kendimi dışarıya attım.
Dikkatimi dağıtmam gerekiyordu. Başka bir şeye odaklanmalıydım.
Terlemeye başladığımda yavaşladım ve kulaklıklarımı çıkardım. O kadar uzun zamandır koşuyordum ki nerede olduğumun bile farkına varmamıştım.
Ormanın derinliklerine doğru yürüdüm etrafta bir tabela arayarak.
Sonunda ilerde yıpranmış eski bir tane gördüm.
SCHMITZ PRESERVE PARKI
Kalbim hızla atmaya başladı. Buranın adını daha önce duymuştum.
Kurt saldırısının olduğu yerdi burası. O zavallı kadının kaybolduğu olay mahali.
Hemen geldiğim yoldan geri dönmek için koşmaya başladım. Burası şu anda yalnız kalmak istediğim son yerdi.
Ormanda bir yerde bir dal kırıldı ve ayaklarım korkuyla olduğum yerde kitlendi.
Takip mi ediliyordum? Yine kafamda binbir senaryo kurmaya başlamıştım, ama bu sefer belki de gerçekten haklı olabilirdim.
Koşmaya devam ettim ama ayağım bir taşa takılınca yere kapaklandım.
Telaşla toparlanıp dizlerimin üzerine kalktım ve işte o zaman onu duydum.
Ağır, düzensiz bir nefes. O kadar yakın ki sıcaklığı adeta tenimde.
Yavaşça arkamı döndüm. Arkamdaki şeyi görünce korkudan donakaldım.
Üzerimde çenesinden damlayan salyalarıyla beni izleyen aç bir kurt vardı.
Ve ben de onun bir sonraki kurbanı olmak üzereydim.